gunde1resim.com Open in urlscan Pro
173.232.146.234  Public Scan

URL: http://gunde1resim.com/
Submission Tags: tranco_l324
Submission: On October 31 via api from DE — Scanned from DE

Form analysis 0 forms found in the DOM

Text Content

GÜNDE 1 RESIM

Günde 1 dakika ayırarak, yılda 365 resim tanıyabiliriz :)
Her gün 1 resim seçip, resmin ve ressamın öne çıkan özelliklerini, kendimce
burada anlatıyorum.
Oylum Yüksel

 * Archive
 * RSS

 * Da Vinci
 * Rembrandt

High-res

Contemporary Istanbul’a gitmeli mi? Bayaiyi.com ‘da en beğendiğim 20 eser ve
önerilerle birlikte anlattım, umarım severek okursunuz :) 

Sevgiler, oylum

 * 
 * 

 * 1 year ago
 * 4 notes

High-res

Ressam : Leonardo da Vinci (1452-1519)

Resmin Adi : Lady with an Ermine  (1582-1590)

Nerede : Czartoryski Museum, Kraków, Polonya

Boyutu : 54,8 cm x 40,3 cm

Karşınızda Mona Lisa'nın bu dünyadaki en büyük rakibi; Lady with Ermine.
Resimdeki kadın, Cecilia Gallerani. Soylu olmayan bir ailenin, güzel ve eğitimli
kızı. Cecilia, küçük yaşta nişanlanıyor ama Milan'ın hükümdarı olan Lodovico
Sforza ile tanışınca işler değişiyor. Nişan atılıyor ve Cecilia Lodovico 'nun
metresi olarak saraya taşınıyor. Cecilia herhangi bir metres değil, şiirler
yazıyor, şarkı söylüyor, enstrüman çalıyor. Bu sebeple de Lodovico'nun gözdesi.
Leonardo Milano'da yaşadığından, Lodovico herkes gibi Leonardo'nun da patronu.
Cecilia için ne büyük şans ki, Leonardo onun bir portresini yapıyor. Resimde
Cecilia sadece 16 yaşında. Leonardo ise 30'lu yaşlarında. Kızın kucağındaki
“ermein” denilen hayvan Türkçe'de as ya da kakım olarak bilinen bir gelincik
türü. Bu hayvanın diğer gelinciklerden farkı, sadece kışın tüylerinin tamamen
beyaza dönmesi.  Bu özelliği ile de saflığı ve temizliği temsil ediyor. Bu
hayvan aynı zamanda Lodovico ailesinin de sembolü. Cecilia'nın kucağında bu
hayvanı tutması hem onun saflığına, hem de sevgilisi Lodovico'ya olan
bağlılığına bir gönderme. Vücudu tıpkı Mona Lisa gibi sola dönük ama hem
hayvanın hem de Cecilia’nın başı tam ters yöne bakıyor. Sanki bir ses gelmiş de
ona bakıyorlarmış gibi. Malesef Cecilia’nın şansı hep böyle iyi gitmiyor.
1591’de Lodovico’dan bir oğlu oluyor ama Lodovico onun yerine bir başka soylu
kadınla evleniyor. Mecburen bir süre sonra saraydan ayrılıyor. Resmin sol üst
köşesinde “La belle ferronnière” ve alt satırda “Leonard Dawinci” yazıyor. Bu
yazı Leonardo tarafından yazılmamış. Resim 1798’de Czartoryski ailesi tarafından
satın alınıyor ve muhtemelen Polonya’ya getirildiğinde bu not ekleniyor. Resime
neden “La belle ferronnière” yazıldığını soracak olursanız, sebebi Leonardo’nun
Louvre’da bulunan La belle ferronnière isimli portresindeki kadına benzetilmesi.
Bu nasıl bir cürret inanılır gibi değil. Adam sırf benzetti diye Leonardo’nun
resminin üzerine bir yazı yazabiliyor, cahilllik diye buna denir. Resmin arka
planında oluşmaya başlayan hasarlar sebebiyle, daha fazla zarar görmemesi için,
bir de restorasyon yapılıyor. Kaynaklarda anlatılana göre mavi-gri olan fon,
siyah olarak yeniden boyanıyor. Tahminler bu işlemi 1830’larda ünlü ressam
Eugène Delacroix'nun yaptığı yönünde. Resimde yapılan incemelerde, Leonardo'nun
parmak izine rastlanmış. Bu dönemde yağlı boya İtalya'da yeni yeni
kullanılıyordu ve Leonardo bir öncü olarak bu yeni boyayı ilk kullanan ve en iyi
şekilde uygulamaya çalışandı. Bu sebeple parmaklarını da kullanıp, boyayı en iyi
şekilde uygulamış olmalı. 9 Kasım 2011-5 Şubat 2012 tarihleri arasında
Londra'daki National Gallery'de bir Leonardo sergisi düzenlendi. Amaç
Leonardo'nun müzelerde bulunan resimlerini bir arada toplamak ve Leonardo'nun
büyüleyici yeteneğini tartışmak, yüceltmekti. Sözkonusu sergi ile ilgili tüm
tanıtım, Mona Lisa ve Lady with an Ermine resimleri arasındaki rekabet öne
sürülerek yapıldı. İki resmi yan yana görenler için tabiki zor bir soruydu. Mona
Lisa'nın gizemli tebessümü ve fondaki manzaranın büyüleyiciliği ortada ama bir
taraftan da Cecilia'nın yüzündeki, elindeki kusursuz detaylar, saflık ve
temizlik çok göz alıcı. Polonyalı müze yöneticileri, doğal olarak “Lady with an
Ermine”in Leonardo'nun en iyi resmi olduğunu ve gelecekte Mona Lisa'dan daha
ünlü olacağını iddia ediyorlar. Ben “Lady with an Ermine”i gözümle görmedim ama,
şuna çok eminim ki, bugün Louvre Müzesi'nde Mona Lisa yerine Lady with an Ermine
asılı olsa, o daha ünlü olurdu. Polonyalılar daha 1800’lerde  bile Louvre’da
bulunan resmin ismini hiç tereddüt etmeden “Lady with an Ermine” üzerine
yazıvermişler, düşünün. Kim daha çok insana ulaşıyorsa, ondaki resim daha ünlü
olacaktır, hiç şüphesiz. Leonardo’nun külkedisi gibi başlayan, eşcinselliği
sebebiyle karmaşıklayan ilginç hayatını Kayalıklardaki Bakire resmi
vesilesiyle 25 Nisan‘da anlatmıştım. 25 Haziran‘da Mona Lisa’yı, 25 Ağustos‘ta
The Last Supper, 25 Ekim‘de oto-portresini, 25 Aralık'ta ise St. John the
Baptist resmini anlatmıştım. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın.  

*** SON ***

 * leonardo da vinci
 * Lady with an Ermine
 * Czartoryski Museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 21 notes


12. AY : GÜNDE 1 RESIM’DE 366.GÜN VE SON

Boğazım düğüm düğüm… Normal, değil mi?

25 Şubat 2011’de Jacques Louis David’in The Coronation of Napoleon resmiyle
başladığım ve 1 yıl boyunca, her gün bir resim seçip anlatma hayalim, bugün 25
Şubat 2012’de, yani 366. gününde son buluyor. 366 gün sonra, ilk kez yarın bir
resim anlatmayacağım, benim için büyük bir boşluk olacak, kesin.

Ne garip, geçtiğimiz 1 yılı düşünüyorum da, “uyumak” bile her gün yaptığım bir
eylem olmadı ama her gün mutlaka Günde 1 Resim’de yazdım, bir resme yer verdim.
Ne kadar da inatçıymışım, kendime verdiğim bir sözden, hem de hayati olmayan,
basit bir sözden, hiçbir şartta dönmemişim. Kendime bu eşsiz hediyeyi
verebildim, başardım, çok mutluyum!

Az önce, geçen sene 25 Şubat’ta yazdığım ilk yazıma baktım da, sırf kısa olsun,
öz olsun diye anlatmak isteyip de anlatmadığım ne çok şey bırakmışım. Sonra gün
gün ilerledikçe, kendimi sınırlandırmaktan vazgeçip aklımdaki herşeyi yazmaya
başlamışım. 25 Şubat’ta 89 kelimeyle anlatttığımı, 25 Mart’ta 465 kelimeyle
anlatmışım.

Bu 366 günün, her gününde, evimde, bilgisayarımın başında ve özgür değildim
elbette. Kimi zaman sofrada misafir beklerken, kimi zaman hastanede moralim
yerlerdeyken, kimi zaman da konserin ortasında zaman yaratıp yazdım, nefes
aldım. Yazdıklarımı geriye dönüp okuduğumda bir sürü imla hatası, öznesi yüklemi
birbirini tutmayan ve daha fenası virgülle uzayan bitmeyen korkunç cümlelerimi
görüyorum. Bu projenin doğası gereği, hataların hepsi öyle kalmalı, onlar
o günün o ruh halinin resimleri ve yazıları.

Günde 1 Resim, farkında olmadan, şifreli bir günlük gibi olmuş benim için. 366
resmin her birini nerede, ne koşulda yazdığımı hatırlıyorum. Mesela 21 Mayıs’ta
ne yaptın deseniz hatırlamam ama şimdi Günde 1 Resim’de 21 Mayıs’a baktığımda
Helena Knoop’un Despair resmini görüyorum ve hemen hatırlıyorum. O gün
Kıyıköy’de arkadaşlarımızda harika bir gün geçirmiştik. İstanbul’dan Kıyıköy’e
giderken arabada geçen 2 saat içinde yazmıştım bu resmi.

Günde 1 Resim’i ziyaret eden 22bin’den fazla insan, 76bin dakika yazdıklarımı
okumuş. Günde 1 Resim’e gelenlerlerin yaklaşık %20si Türkçe bilmiyormuş. Her
resim için hazırladığım, ressam, resmin adı, boyut ve nerede içerikli etiket
bilgileri evrensel olduğundan her dilden insanın işine yaramış olmalı. Google,
bir ressam ya da resmi arayanları 11bin defa Günde 1 Resim’e yönlendirmiş. 23bin
defa ise siz okuyup, beğenip, tavsiye etmişsiniz. Ne muhteşem bir
şey, teşekkürler! 

Günde 1 Resim projem bugün bitiyor ama seçtiğim 366 resim, okumanız ve
hatırlamanız için her zaman burada sizi bekleyecek. Amacım, konuşma dilinde ve
kişisel düşüncelerimle anlattığım resimleri, günlük hayatın içine sokmak,
resimden anlarım-anlamam algısını yıkmaktı. http://gunde1resim.com/archive ‘e
tıkladığınızda, karşınıza çıkacak 366 resimden hangisini beğeniyorsanız, o artık
sizin de favorilerinizden biri. Hakkında bildiğim ve kayda değer
bulduğum herşeyi size anlattım.

11. ayda bahsetmiştim; en yakın zamanda, daha kolay erişim ve daha sağlıklı bir
kaynak olması için bu içeriği bir web sitesi formatında size sunacağım.
Sonrasında ise bir kitap olarak basılması için elimden geleni yapacağım.

Gelelim son resme, bu ay sıra Leonardo’da :)

1. ay dönümünde Michelangelo’dan”Creation of Adam”

2. ay dönümünde Leonarda’dan “Virgin of the Rock”

3. ay dönümünde Michelangelo’dan “The Last Judgement”

4. ay dönümü için Leonardo’dan “Mona Lisa”

5. ay dönümü için Michelangelo’dan “Prophet Ezekiel”

6. ay dönümü için Leonardo’dan “The Last Supper”

7. ay dönümü için Michelangelo’dan “Original Sin and the Banishment from the
Garden of Eden”

8. ay dönümü için ise Leonardo’dan “Self-portrait in red chalk”

9. ay dönümü için Michelangelo’dan “Delphic Sibyl”

10. ay dönümü için Leonardo’dan “St. John the Baptist”

11. ay dönümü için Michelangelo’dan “Creation of the sun, moon and planets”

12. ay yani son resim için Leonardo’dan  Lady with an Ermine’i seçtim. 

Okuyan, değer veren herkese binlerce kez teşekkürler.

Benim için muhteşem bir serüven oldu!

Sevgilerimle,

Oylum Yüksel



 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 26 notes

High-res

Ressam  : Rembrandt van Rijn (1606-1669)

Resim : Belshazzar’s Feast (1636-38)

Nerede  :  National Gallery, Londra, İngiltere

Boyutu  : 167,6 cm x 209,2 cm

Rembrandt’ın devasa ve etkileyici barok ressamlar arasında ben de varım demek
için yaptığı resim bu. Rembrandt’ı anlatırken bahsetmiştim, rahat resim
yapabilmesi için, para alması gerekirdi. Resim bedava yapılamayacak kadar lükstü
başlangıçta. Ancak para karşılığında resim yapması için, oto-portreler dışında
da yetenekli olduğunu göstermesi gerekiyordu. Artemisia'da yaptığı gibi yine
etkileyici bir konu seçti; Belşazzar'ın Ziyafeti. Konu bahane, maksat ışık ve
gölgelerdeki yeteneğini göstermekti elbette. Daniel Kitabı'nda yer alan hikayeye
göre, Babil'in son kralı Belşazzar, büyük, içkili bir ziyafet verir. Kibirden
gözü dönmüştür. Babası Nebukadnezar'ın kutsal Kudüs tapınaklarından getirdiği
altın, gümüş çanaklarda şarap servis eder, ne büyük saygısızlık. İşte tam o anda
duvarda bir el belirir, bir vücuda bağlı olmayan, havada harekete eden bir el
duvara bir şeyler yazar. Herkes şoktadır! Rembrandt resmine işte tam bu şok
anını yansıtmıştır. Kimse ne yazıldığını anlamaz, kahinler bir şey söyleyemez. O
gece Belşazzar ölür, Babil İmparatorluğu'nun sonu gelmiştir, Persler ve Medler
toprakları bölerler. MENE, MENE, TEKEL, UPHARSIN, duvara yazılan ve kimsenin
çözemediği 4 kelimedir. Anlamını bir tek Daniel çözer; Tanrı krallığını sona
erdirdi, tartıldın ve eksin bulundun, krallığın Medlere ve Farslara verildi.
Resimde Belşazzar'ı hayretler içinde duvara dönmüş görüyoruz.
Babası Nebukadnezar ve annesi de dahil tüm misafirlerle şokta. Resimde yüzü
görünen kadın bana Night Watch'da nereden çıktığı belli olmayan o küçük kızı
anımsatıyor, sizce de andırmıyor mu? Rembrandt'ın ışığı, Belşazzar'ın tüm
açgözlülüğünü, üzerindeki mücevherlerden, altın çanaklarına kadar her şeyi
görünürde bırakmış. Bugün bu hikayede geçen “duvardaki el yazısı” pek çok
kültüre bir deyim olarak girmiş durumda. Talihsiz bir olay karşısında, ya da
kötü haber bekleniyorsa kullanılan bir deyim… Duvardaki el yazısına bakın, yarın
Günde 1 Resim'de son gün! Rembrandt'ı “Gece Devriyesi - Night Watch” resmi
vesilesiyle 2 Mart‘ta anlatmıştım. Artemisia resmine 4 Haziran‘da, 55 yaş
oto-portresine 30 Temmuz’da, The Sampling Officials resmine 12 Eylül'de  ve 22
yaş oto-portresine 30 Kasım‘da ve Isaac and Rebecca resmine 14 Aralık'ta yer
vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın.

 * Rembrandt van Rijn
 * rembrandt
 * Belshazzar's Feast
 * national gallery
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 12 notes

High-res

Ressam  : Pieter Bruegel the Elder ( 1525 -1569)

Resim  :  The Tower of Babel  (1563)

Nerede  : Kunsthistorisches Museum, Viyana, Avusturya

Boyutu  : 114 cm × 155 cm 

Pieter Bruegel, Rönesans Dönemi’nde Flaman topraklarındaki en önemli
ressamlardan biriydi. Henüz birkaç gün önce anlattığım Bosch'tan da
anımsarsınız, bu kuzey topraklarının ressamlar üzerinde tuhaf bir etkisi olmalı.
Bruegel, Bosch gibi akıl sır ermez kompozisyonlar üretmese de benzerlikleri
vardı; tuhaf bir perspektif, insan tasvirinde bir minyatür etkisi ve gerçekçi
olmasa da feci şekilde detaycılık. Hiç şüphesiz bir üst jenerasyonu olan Bosch'a
O da hayrandı. Bruegel, Antwerp'te ressam Pieter van Aelst'in yanında çalışarak
resim yapmayı öğrendi. İtalya ve Fransa'ya gitti. Burada gördüklerinden, hem
sanat, hem de mimariden çok etkilendi. Açıkhava resimlerini seviyordu. Bir süre
sonra fazlaca köylü kompozisyonlarına yer vermeye başladı. Hatta sırf bu
sebepten kendisine “Pleasant Bruegel” yani “Köylü Bruegel” denilmeye
başlanmıştı. Asıl soyadı Brueghel'di ama ömrünün son 10 yılında soyadından “h”
harfini atarak, kendi tercihi olarak resimlerinin Bruegel olarak imzaladı.
Bruegel sadece 44 yaşına kadar yaşadı. Ustası Aelst'in kızıyla evlenmişti ve
2 oğlu oldu. Her iki oğlu da ressam oldu ancak Bruegel vefat ettiğinde
oğullarından biri 1, diğeri 5 yaşındaydı, bu sebeple kendisi yetiştirmiş olamaz
diye düşünülüyor. Ona “elder” yani büyük olan denilmesi, büyük oğluyla
karışmasını engellemek için. Oğullarının soyadlarında “h” harfi olduğu gibi
duruyor aslında ama bu karıştırmamak için pek dikkat çekici bir fark değil.
Oğullarından biri Pieter Brueghel the Younger, diğeri ise Jan Brueghel the
Elder. Küçük oğlu Jan Brueghel'in de bir “the Elder” lakabı var dikkat
ettiyseniz, bunun sebebi, onun da oğlunun ressam olması; “Jan Brueghel the
Younger”. Şimdi size aileden 4. jenerasyon bir ressam daha çıktığını söylesem
gülmezsiniz değil mi :) Abraham Brueghel de Jan Brueghel the Younger'in ressam
olan oğluydu. Bu ailede ressamlık geleneği, babadan oğula bir güzel geçmiş ama
bana sorarsanız öyle pek de yetenekli oldukları söylenemez. Yine de güzel bir
gelenek olmuş diyelim! Bruegel'in Babil Kulesi resmi, neredeyse Babil Kulesi'nin
kendisi kadar meşhur. Bu resimde Bruegel'in, insanoğlunun böyle büyük mimariler
inşa ederek yaratıcıya kafa tutmakla hata yaptığını, nitekim başarısız
olacağının ortada olduğunu, kuleyi daha bitmeden şehrin üzerine yıkılmak üzere
resmederek bunu vurguladığını düşünenler var. Bruegel'in anlattığı düşünülen
hikaye, zaten Babil Kulesi'nin Tevrat'ta ve Kur'an'da geçen anlamları. Kral
Nemrut yüksek Babil Kulesi'ni inşa ettirerek, yaratıcıyı kızdırmıştır.
İnsanoğlunun yaratıcıya yaklaşmaya çalışmasının cezası büyük olur, kule yıkılır,
insanların dilleri karışır, ortak dil yoktur ve insanlar 72 farklı lisan
konuşurlar, artık anlaşamayacaklardır. Bruegel Babil Kulesi'nin hikayesinden
etkilenmiş olmalı. Ama bunu gerçekçi bir şekilde ortaya koymayı planlamadığı da
ortada. O sadece Roma'da gördüğü Colosseum'dan aldığı ilhamla, Babil Kulesi
hikayesini birleştirmiş. Resimdeki manzara ve liman  Antwerp'den. İnşaatta
kullanılan araçlar, vinçler de hep Buregel'in yaşadığı dönemden. Dikkat
ederseniz sol köşede, kulenin önündeki tepede duran insanlar var, Kral Nemrut ve
onun önünde eğilen işçiler. Ben resmin bir şey anlattığından pek emin değilim.
Gerçekçi olması, anlatması da gerekmiyor zaten. Devasa Babil Kulesi ve
etrafındaki minicik insanlarla çok görkemli görünüyor. Masalsı bir hali var beni
içine çeken. Bugün Babil Kulesi dendiğinde gözümüzün önüne gelen harika bir
tasvir bu. Henüz 7 katı çıkmış Babil Kulesi'nin bulutlara değdiğini hayal etmiş
Bruegel. Bugün Dubai'de 160 katlı Burj Khalifa'nın dikildiğini görse kim bilir
ne düşünürdü. Resmin aynı yıl yapılan bir versiyonu daha var. O boyut olarak
daha küçük olduğundan “Küçük Kule” olarak geçiyor, renkleri daha karanlık ancak
kule 1 kat daha yüksek ve bulutlara daha yakın görünüyor. The “Little” Tower of
Babel resmi ise Rotterdam'daki Boijmans Van Beuningen Müzesi'nde.

 * Pieter Bruegel the Elder
 * The Tower of Babel
 * Kunsthistorisches Museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 19 notes

High-res

Ressam : Vincent Van Gogh (1854-1890)

Resim : Self-Portrait with Felt Hat (1888)

Nerede : Van Gogh Museum, Amsterdam, Hollanda

Boyutu: 44 cm × 37,5 cm

Van Gogh, Arles’e gitmeden önce Seurat'la ve onun geliştirdiği noktacılık
tekniği ile tanışmıştı, bahsetmiştim. Van Gogh, Seurat'ı anlamaya çalıştığını
ancak onu takip etmediğini söylemişti. Van Gogh gibi bir yaratıcının yapacağı
anlama şekli, elbette bunu en üstün şekilde sanatına adapte etmek olacaktı. Bu
portre böyle ortaya çıktı. Seurat'ın noktacılık tekniği o kadar çok emek
istiyordu ki, bir resmi 2 yılda adeta dokur gibi işlediğinden bahsetmiştim,
 izlenimcilik ona göre spontane ve özensizdi. Bu, görmeye çok alıştığımız bir
oto-portre olduğundan, onu popüler bulabilir ve küçümseyebilirsiniz. Lütfen bu
yanılgıya düşmeyin. Şimdi lütfen buraya tıklayın ve Van Gogh’un bu
oto-portresini nasıl dokuduğuna bir bakın. Bu bir şaheser! Van Gogh’un hayatını
“Starry Night - Yıldızlı Gece” resmi eşliğinde 13 Mart‘ta anlatmıştım. Almond
Blossom’a 26 Haziran‘da, Ayçiçekleri’ne 29 Temmuz‘da, The Courtesan’a
 29 Ağustos‘ta, Sarı Ev’e 20 Eylül‘de, “Wheatfield with Crows”a 1 Kasım‘da,
“Trees and Undergrowth”a 26 Aralık‘ta, “The Bedroom”a 21 Ocak‘ta ve “The Church
in Auvers-sur-Oise”a ise 5 Şubat’ta, Cafe Terrace at Night’a ise 14
Şubat'ta yer vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın. 

 * vincent van gogh
 * Self-Portrait with Felt Hat
 * Van Gogh Museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 19 notes

Ressam : Claude Oscar Monet (1840-1926)

Resmin Adi : La cathédrale de Rouen, effet du matin - Rouen Cathedral, morning
effect (1893)

Nerede : Orsay, Paris, Fransa

Boyutu : 106,5 cm x 73,2 cm

Monet, 1892-93 yıllarında Rouen Katedrali’nin 30’dan fazla resmini yapmıştı. 250
tane nilüfer boyayan bir ressam için, bu katedral pek de takıntı sayılmaz. Monet
bu resimleri yapabilmek için katedralin karşısında bir oda kiralamış, sokakta
kenarda köşede yaptığını düşünmeyin. Bu onun için ciddi bir projeydi. Bir
serginin tamamını bu konuya ayırmak istiyordu. Elbette konu olarak bu katedrali
seçmiş görünse de, projenin amacı belliydi; ışığın bir resmi nasıl değiştirdiği.
Bu farklı mevsimlerde ve günün farklı saatlerinde katedralin büründüğü renklerin
bir şöleni. Monet, bu resimleri yaparken, her gün farklı bir ışık, farklı bir
renk keşfettiğinden ve bunun onu nasıl şaşırttığından bahsediyor. Her ne kadar
amacı tüm ışıkları resmetmek olsa da, her geçen gün bunun imkansız bir proje
olduğunu daha çok farkına varmış. Monet bunu kasıtlı olarak mı planlamıştı
bilinmez ama izlenimcilere burun kıvıranlar dahi, dini sebepler bu resimleri pek
bir sevmişler. Hatta resimlerin 8 tanesi sergi sırasında satılmış. Rouen
Katedrali'ni görmek isterseniz 360 derece görüntüsü burada. Serinin resimlerini
günün saatine göre görmek isterseniz o da burada.  Monet’nin hayatını “The Water
Lily Pond” resmi vesilesiyle30 Mart‘ta anlatmıştım. 13 Haziran‘da “The Houses of
Parliement” resmine, 5 Ağustos‘ta “Madame Monet and her Son”
resmine, 31 Ağustos‘ta “The Corner of the Apartment” resmine, 26 Eylül‘de
“Reflections of Clouds on the Water-Lily Pond” resmine ve 18 Ocak‘ta
“Impression : Sun Rise” resmine ve 27 Ocak'ta “San Giorgio Maggiore by
Twilight” yer vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın.

 * Claude Monet
 * claude oscar monet
 * La cathédrale de Rouen effet du matin
 * Rouen Cathedral morning effect
 * Rouen Cathedral
 * orsay
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 9 notes

High-res

Ressam : Caravaggio (1571-1610)

Resmin Adi : The Cardsharps (1595)

Nerede : Kimbell Art Museum, Texas, ABD

Boyutu : 94,2 cm x  130,9 cm

Caravaggio’nun iskambil kağıtlarını konu ettiği resmi, belki bu konudaki diğer
tüm örneklerden daha açık ve net. Bunlar düpedüz hilebazlar. Sağdakinin kağıt
çaldığını görüyoruz, soldaki centilmenin de arkasında biri kağıtlara bakıp,
sağdakinin kağıt çalması yetmezmiş gibi, bir de tüyo veriyor. O iki parmak
havada, belli ki poker oynanıyor ve “arttır” mesajı veriliyor. Solda da bir dolu
para sıralanmış. İskambil oynamak zaten matah bulunan bir hobi değildi, üstüne
parayla oynamak yani bunu kumara çevirmek, bir de işin içine dört koldan hile
katmak.. pes! Hilebazlıklarıyla masum gençleri kandıranlar, ileride kanun kaçağı
bir katil olacağından habersiz olan Caravaggio’yu, 23 yaşındayken rahatsız etmiş
olmalı. Nitekim bu resim Caravaggio’nun kardinal tarafından keşfedilmesini ve
bundan sonra yapacağı muhteşem resimlerin başlangıcı olmuştu. Caravaggio’nun
enteresan hayatını “David with the Head of Goliath” resmi eşliğinde 26 Mart‘ta
anlatmıştım. 22 Eylül‘de “Judith Beheading Holofernes” resmine, 13 Ocak'ta
ise The Musicians resmine yer vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine
tıklayın.  

 * Caravaggio
 * the cardsharps
 * kimbell art museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 10 notes

High-res

Ressam : Francisco Goya (1746-1828)

Resmin Adi : The Clothed Maya (1807-1808)

Nerede : Prado Museum, Madrid, İspanya

Boyutu : 95 cm x 190 cm

İspanya’da nü resimlerin yasaklı olmasına ve rütbesi yüksek kişilerin bunları el
altından ressamlara yaptırmasına Velazquez’in The Rokeby Venus resminden
aşinayız. Goya’yı da kıskacı altına alan İspanya Başbakanı Godoy’du. Godoy önce
çıplak bir Maya resmi yaptırdı. Ondan 7-8 yıl sonra da giyinik olanını sipariş
etti. Her iki resimde de poz veren Godoy’un uzun yıllar metresi olan Pepita
Tudo. Goya bu resimleri yaptığında çoktan sağır olmuş, hatta vertigo hastalığına
bile yakalanmıştı. Çıplak Maya ve Giyinik Maya birbirini tamamlayan iki resim.
Çıplak Maya'yı burada görebilirsiniz. Godoy'un eve gelen misafire göre
duvardakini giyinik ya da çıplak olanla değiştirdiği ile ilgili bir dedikodu
bile var, oldukça mantıklı. Her iki resmi yan yana görmek müthiş bir deneyim.
İnsan ister istemez, kıyafetin altında ne olduğu görünce, kolunun  açısından,
belinin ölçüsüne bir kontrol yapmaktan kendini alamıyor. Prado Müzesi'nde
çekilmiş bu fotoğrafta, her iki resmi yan yana görebilirsiniz.  Goya’nın
hayatını The Third of May 1808 resmi eşliğinde 4 Nisan'da anlatmıştım. 26
Ekim'de ise Two Old Men Eating Soup isimli karanlık resimleri örnek olan resmine
yer vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın. 

 * francisco goya
 * The Clothed Maya
 * prado museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 6 notes

High-res

Ressam  : Hieronymus Van Aken “Bosch” ( ? -1516)

Resim  : The Garden of Earthly Delights  (1500-1505)

Nerede  : Museo del Prado, Madrid, İspanya

Boyutu  : 220 cm x 389 cm 

Rönesans döneminde, Michelangelo ve Leonardo gibi dahiler İtalya’da şaheserler
yaratmaktayken, Avrupa’nın başka yerlerinde birkaç ressam’da dahiliğin
sınırlarını zorluyordu. Bunlardan biri Alman ressam Albrecht Dürer'di, diğeri de
Hollandalı  Bosch! Hollanda'dan böyle tuhaf yeteneklerin çıkmasına aşinayız
gerçi, tüm bu ressamlardan 100 yıl kadar önce yaşayan 14.yy'ın dahisi Jan Van
Eyck de yağlı boya tekniğini geliştiren, resme ilk imza atan ve ilk kez soylu
olmayan insanların resimlerini yapan ilginç bir ressamdı. (Bilinen ilk
oto-portreyi yapan Dürer ama Van Eyck’in de oto-portresi olduğu zannedilen bir
resim var, bahsetmiştim.) “The Garden of Earthly Delights” yani “Dünyevi
Zevklerin Bahçesi” isimli resmiyle beni büyüleyen Bosch’u tek resimle
anlatacağımdan, itinayla sona bırakmıştım. Bosch’un doğum tarihi hiçbir yazılı
kaynakta yok, tahminler 1450’li yıllarda doğduğu ile ilgili.
Hollanda’nın s-Hertogenbosch isimli şehrinde doğup yaşadığı ve Avrupa’da başka
şehirlerde de tanındığından ona memleketinin adı ile hitap edilmeye başlanmış.
Hatta İspanyollar ona “El Bosco” diyormuş. Bosch’un ailesinde çok ressam olduğu,
bu sebeple eğitimini aile içinde aldığı tahmin ediliyor. Bosch ile ilgili
bilinen bir başka şey ise ailesinin ve kendisinin, yine s-Hertogenbosch
şehrinden çıkan  ”Meryem Ana Kardeşlik Örgütü”nün aktif bir üyesi olduğu.
Örgütün amacı Meryem Ana’ya karşı hissettikleri hürmetlerini daha fazla kişiye
yaymaktı. Bu örgütün Avrupa çapında binlerce üyesi vardı ve bu da sağlam
bağlantılar ve birbirini kollayan insanlar grubu demekti.  İspanyollar, kralları
Felipe II Bosch’un değerini anlayıp, onun resimlerini aldığı için çok şanslılar,
bu sayede bu müthiş resim bugün İspanya’da. Dünyanın sonunun geldiği film
sahneleri vardır ya, Sistina Şapel’in yıkıldığı, Adem ile Tanrı’nın ellerinin
sonsuza kadar ayrıldığı o dokunaklı sahneler, işte bu resim de bence o
sahnelerde yer alması gereken, dünya miraslarından bir tanesi. İlk bakışta resim
minyatür benzeri, gerçekçilikten uzak ve teknik olarak zayıf gelebilir. Öyle de,
doğruya doğru… Ama asıl olay kompozisyonda. Bosch triptik yani 3 panelden oluşan
resimler yapmayı çok seviyormuş. Hikaye anlatmayı sevdiği ortada, dine olan
yakınlığından ve bu konudaki düşüncelerini yaymak konusundaki örgütlenmesini de
bildiğimizden, bu konu hiç şaşırtıcı değil. Yaratılış (Genesis ) kitabındaki
öykü, Adem ve Havva’nın yaratılışı, cennetten kovulmaları Michelangelo da dahil
pek çok ressamın sevdiği konulardı.  Ancak dikkatli bakınca göreceğiniz
tasvirler, o dönemden kalan tasvirlerle uzaktan yakından ilişkili değil. Bosch,
okuduklarını, zihninde apayrı canlandırmış ve çok başka bir dünya yaratmış.
1500’lerde böyle bir hayal dünyası nasıl ortaya çıkmış, anlamak mümkün değil.
Sanki uzaylılar kaçırmış ve dünyaya resim yapması için geri bırakmış gibi.
Soldaki kompozisyon Cennet’ten, Adem’in Havva ile Tanrı tarafından
tanıştırılması. Tanrı Havva’nın elinden tutmuş, onu kutsuyor ve Adem’e takdim
ediyor, Adem’e karşı temkinli, parmaklarıyla bir uyarı işareti var. Etraf ilginç
hayvanlarla dolu, elmalarla dolu ağaçlar, canlılara hayat veren su ve çeşme.
Ortadaki kompozisyon ise Adem ve Havva’nın bir araya gelmesi sonucu dünyanın
insanlar tarafından adeta istila edilmesi, dev meyveler, tuhaf hayvanlar,
fazlasıyla cinsellik, dünyada var olan zevklerin tamamını sonuna kadar
tüketmeleri. Ve en sağda, Cehennem. Kendine hakim olamayan insanların hazin
sonu. Bugüne kadar gördüğümüz ilginç tasvirler Cennet’te melekler, Cehennem’de
zebaniler iken, Bosch burada Sauron’un hükümdarlığındaki Mordor’u yaratmış gibi.
Cehennem yukarıda karanlık başlıyor, zebani kılıklı tuhaf yaratıklar yakıyor,
yıkıyor, cehenneme gelenlere korkunç bir karşılama yapıyorlar. Ama aşağıdaki
olaylar cehennemin girişinden de beter. Uzay mekiğini andıran bir kadının
kaburgaları içinde kumar oynayanlar ve şarap düşkünleri, insanları ezen dev
kulaklar. Sahte bir rahibe cezasını fena çekiyor, garip hayvanlar insan gibi iki
ayak üzerinde, kıyafet giyinmişler ve ellerinde ateş insanları acı sonu
sürüklüyor. Pardon? Bizim hala sürrealizm denince aklımıza Dali geliyor değil
mi? Müzikle eğlenenlere ne demeli, hepsi cezasını çekiyor, biri davulun içine
hapsolmuş, diğerine fülüt saplamışlar. Kurbağa gibi yeşil bir yaratığın
poposunda bir ayna. Mavi dev bir kuş, kral gibi oturmuş, bir bir günahkarları
yemekte, altındaki mavi balondan bir bir insanlar çukura düşüyor. Bir günahkara
yediği paralar, o çukurun içine dışkı olarak boşalttırılıyor, bir şarapçı ise
içtiği şarabı üstlerine kusuyor. Sembolizm mi dediniz? Ve daha neler neler, tek
tek bakmak, keşfetmek, şaşırmak serbest… Günümüzde bile biri böyle bir resim
yapsa, deli muamelesi yapılır, tıpkı Dali’ye yapılan gibi. Peki bu neyin nesi,
bu tuhaf dünyanın ilhamı sadece yaratılış hikayesi olabilir mi? Cevaplamak
imkansız, tuhaf olan böylesi bir çılgın resmin, bir kral tarafından beğenilip
satın alınmış olması. Yani pek de deli muamelesi yapılmışa benzemiyor. Resmin
tadını çıkartmak için Prada müzesindeki sayfadan yakınlaştırarak bakabilirsiniz.
Ancak çok detaylı kompozisyon olduğu için bu bile yeterli olmaya bilir.
Wikipedia’daki bu resme tıklarsanız, 97mb büyüklüğündeki resmi bilgisayarınıza
indirebilirsiniz. 

 * Hieronymus Bosch
 * Bosch
 * Hieronymus Van Aken Bosch
 * Museo del Prado
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 9 notes

High-res

Ressam  : Johannes Vermeer (1632-1675)

Resim  : The Allegory of Painting - The Art of Painting (1668)

Nerede  : Kunsthistorisches Museum, Vienna, Avusturya

Boyutu  : 120 cm x 100 cm 

Vermeer’in, Delft şehrinde ressamlar kurulunda yöneticilik yaptığından
bahsetmiştim. Bu göreve tam 3 kez seçilmişti. Ressamlar ona ve sanatına saygı
duyuyordu belli ki. Vermeer de resim sanatına olan inancını ve saygısını
olabilecek en doğru yoldan anlatmış, resimde konu olarak bir ressamı resim
yaparken tasvir etmiş. Resimdeki kadın Clio, yani Yunan mitolojisinde ilham
perisi. Bu ilham perisi, ressama poz vermiş, ressam da aldığı ilhamla detayları
bir bir resmine işliyor. Vermeer, resimdeki ressamı onurlandırırken, bir
taraftan da kendi ressamlığını konuşturuyor. Yine camdan gelen bir ışık, ilham
perisini ve odayı mükemmel şekilde aydınlatıyor. Duvardaki ise Hollanda
haritası.  Vermeer’in hayatını “İnci Küpeli Kız” eşliğinde 8 Mart‘ta
anlatmıştım, “The Milkmaid” resminden 3 Haziran‘da, The Little Street
resimden 30 Eylül‘de ve View on Delf resminden ise 23 Kasım'da bahsetmiştim.
Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın.

 * Johannes Vermeer
 * The Allegory of Painting
 * The Art of Painting
 * Kunsthistorisches Museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 9 notes

High-res

Ressam  : Edouard Vuillard (1868-1940)

Resim :   Jeanne Lanvin (1933)

Nerede  :  Orsay, Paris, Fransa

Boyutu  : 124,5 cm x 136,5 cm

Vuillard, kendisini Nabiler Grubu* ressamlarından biri olarak o kadar net
tanıtmıştı ki, tüm resim tarihi gözünün gördüğünüyle Vuillard’ı anlatmak yerine,
O’nu Nabiler Grubu’nda sıkıştırdı bıraktı. Halbuki O, izlenimci dahilerden
biriydi. Üstelik nasıl nilüfer konusunda Monet, balerin konusunda Degas üstadsa,
o da iç mekan tasvirinde en iyiysiydi. Bu sebeple bir ilki gerçekleştirip
Vuillard’ı anlatmaya “Fransız izlenimci ressam” tanımıyla başlamak istiyorum.
Vuillard 10 yaşındayken, ailecek Paris’e taşındılar. Henüz 6 yıl geçmişti ki
babası vefat etti. Okulu burslu olarak okudu. Annesiyle birbirlerine
kenetlendiler. Annesi korse dikiyordu, bu sebeple Vuillard kumaşları, renkleri
çok iyi tanıdı.  Sanat çevresinden iyi arkadaşlıklar edindi. Bu onun resim
konusundaki yeteneğini de ortaya çıkarmasını sağladı. Bir ressamın stüdyosunda
çalışarak kendini geliştirdi. 4. denemesinde Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul
edildi. 1890’da Pierre Bonnard ve Paul Serusier ile tanıştı ve birlikte Nabiler
akımına kendilerini kaptırdılar. *Nabiler akımı, ilhamını Gauguin’den alıyordu.
Ancak Gauguin o yıllarda Tahiti’de harikalar yaratırken, bu grup tüpten çıkan
ana renklere, gerçekçilikten çok uzak tasvirlere ve perspektif içermeyen
komposizyonlara takılıp kalmıştı. Bugüne kadar Nabiler grubundan sadece Félix
Vallotton'a yer vermiştim, o da perspektif konusundaki farklı yaklaşımını, bana
göre en başarılı şekilde yansıtan ve gerçekten yeni bir şeyler sunan bir ressam
olduğundan. Nitekim, Vuillard da içindeki yeteneği farkındaydı ve 1900'lerden
itibaren, renklerini yumuşattı ve gittikçe fotoğraf kadar detay içeren ama net
olmayan kompozisyonlara yöneldi. İç dekorasyon konusuna çok ilgiliydi, duvar
kağıtları, objeler, duvardaki resimler, danteller her şey onun için önemli ve
olmazsa olmaz detaylardı. Hatta şöyle söylemişti : “Ben portre yapmam, odaların
içinde insanların resmini yaparım”. Vuillard'ın 1890’da yaptığı bu resme bir
bakın, şimdi bir de 1932’de yaptığı bu resme bakın. Bu adamı sadece 20’li
yaşlarda bir grup arkadaşla biz Nabiciyiz dedi diye Nabilerden ilan edemezsiniz.
Nabilermiş, izlenimciymiş farkeder mi diyeceksiniz. Kategorize etmek konuşurken
pek mühim değil belki ama bugün izlenimcilik bu popüler ve sevilen bir akımken,
Vuillard’ın da izlenimci adledilip, daha çok insana ulaşmasını, daha çok insan
tarafından tanınmasını dilerdim. Gelelim yukarıdaki portreye, evet bugün bir
moda devi olan Lanvin’in kurucusu Jeanne Lanvin. Jeanne, Vuillard’a  çalışma
masasında poz vermiş. Bu resim yapıldığında Lanvin, çoktan bir moda devi
olmuştu, sadece giyimde değil, parfümleriyle de en önemli lüks markalardan
biriydi. Bu resim, belki o günlerden kalan fotoğraflardan bile daha iyi bir
tasvir. Taslakları, kumaş örnekleri, en sevdiği heykeli, kitapları, dağınıklığı
ve düzeniyle, ama en önemlisi zarafetiyle efsane Lanvin karşımızda. Eğer
Vuillard’ı sevdiyseniz size bir sürprizim var. “Mme. Gillou chez elle”
isimli  diğer favorim olan muhteşem resmini yakından görmek isterseniz doğru
İzmir’e. Arkas Koleksiyonu’nun Post-Empresyonizm isimli sergisinde sadece
Vuillard değil, Renoir, Vallotton, Toulouse-Lautrec, Derain, Van Dongen gibi
benim de hayranı olduğum ve defalarca resimlerine ver verdiğim ustaların da
resimlerini görebileceğiz. 31 Mart’ta sergi bitiyor, bu sebeple bir an önce
program yapmak ve sergi saatleri, adres, telefon konusunda bilgi edinmek
isterseniz burada. 

 * Edouard Vuillard
 * Jeanne Lanvin
 * orsay
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 5 notes

High-res

Ressam : Pierre Auguste Renoir (1841-1919)

Resmin Adı : Jeanne Samary - La Reverie (1877)

Nerede : The Pushkin Museum of Fine Arts, Moskova, Rusya

Boyutu : 56 cm x 46 cm

Renoir, Fransız aktrist Jeane Samary’nin birden fazla portresini yapmıştı. Ama
bu en özeli, hatta Renoir’in en dokunaklı portresi bu bence. Yağlı boyayı adeta
pastel boya kullanır gibi kesik kesik kullanmış ve sadece gözlerde fazladan bir
keskinlik, tilt-shift etkisi. İnsanı içine çekiyor. Renoir ile Samary’nin bir
aşk yaşadığı ile ilgili dedikodular var.  Nitekim böyle bir portrenin aşık
olmadan yapılamayacağını düşünüyorum. Ancak Samary, Renoir ile 3 yıl kadar
çalıştıktan sonra, Renoir’ı yeterince iyi bulmadığını ve akademik yönü güçlü
başka ressamlarda çalışacağını söylemiş. Affınıza sığınarak Samary’ye “sen ne
anlarsın” diye seslenmek istiyorum, sonuç olarak Samary’nin Renoir’ı beğenmeyip,
1880’de yaptırdığı portre bu. Bu durum Renoir’ı fazlasıyla kırmış olmalı.
“Luncheon of the Boating Party" resmini anlatırken bahsetmiştim, Renoir solda
kucağında köpeğiyle oynayan Aline ile 1890’da evlenmişti. Bu resimde sağda,
siyah eldivenler içindeki elini yüzüne götürmüş olan kadın ise Samary. Renoir
normalde başrol verdiği bu kadından ister istemez uzaklaştığı belli oluyor.
Samary’nin 1880’de poz verdiği tam boy portresine ve bir de aynı yıl Luncheon of
the Boating Party’de 13 kişiden biri olarak dahil olduğu resimlere tekrar bakın.
Bugün hangisi bir şaheser kabul ediliyor?  Renoir’in hayatından bahsederken,
sadece bir 10 yıl kadar izlenimci üslupta resim yaptığını, ancak izlenimcilikte
de dahil olmak istemediği kurallar çıkınca (Renoir’e göre), kendine başka bir
yön çizmişti. Bu saygı duyulacak bir karar olmakla beraber beni her zaman
şaşırtmıştı. Bilmiyoruz ki, belki de bu kadın, yani Samary, onun için gerçekten
özeldi, çok incinmişti ve sadece onun akademik ressamları kendisinin üstünde
tutması, bir çeşit hırsa sebep olmuştu. Ancak laf aramızda, Renoir’ın
izlenimcilik sonrası yaptığı resimler, bana göre oldukça başarısız… Hele o nüler
benim hep gözümü tırmalamıştır. Renoir’ın hayatını Dance at Le Moulin de la
Galette resmi eşliğinde 12 Mart‘ta kısaca anlatmıştım. 6 Kasım‘da Luncheon of
the Boating Party, 11 Aralık‘ta The Theather Box ve 17 Ocak’ta ise Two
Sisters resmine yer vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih linklerine tıklayın.

 * pierre auguste renoir
 * Jeanne Samary
 * The Pushkin Museum of Fine Arts
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 12 notes

High-res

Ressam : Vincent Van Gogh (1854-1890)

Resim : Cafe Terrace at Night (1888)

Nerede : Kröller-Müller Museum, Otterlo, Hollanda

Boyutu: 80,7 cm × 65,3 cm

İşte Van Gogh’u gece resimlerine ve özellikle yıldızları resmetmeye motive eden
Cafe Terrace. Van Gogh ilk kez bu resimde yıldızlara yer vermişti, sonrası
biliyorsunuz adeta bir patlama yaşadığı “Starry Night”a kadar gitti. Van Gogh bu
resmi yapmaya, bu cafeyi gece gördüğünde karar vermiş. Renklerinden çok
etkilendiği için, resmi gözünün gördüğü şekilde, az ışık altında gece yapmaya
karar vermiş. Normalde yapılan elbette gündüz gözü bir güzel taslağını çizip,
geceden kalanlarla gün ışığında rahat rahat boyamaktır. Van Gogh mektubunda bu
resimden şöyle bahsediyor; “Şu bir gerçek ki, gece ışığında yeşil yerine mavi
görebilirim, lilayı mor seçebilirim. Ama beyaz ışıktan, mum ışığına geçtiğin
zaman en zengin sarıları ve turuncuları yakalayabiliyorsun.” Bu resmi bahsettiği
şekilde bir mum ışığında, gözünün o an gördüğü ve onu etkileyen renklerle
resmetmiş. Zaten olay da bu değil mi, bu bir fotoğraf değil ki, olay bir saniye
deklanşöre basmaktan ibaret değil. Bir ressamın gördüğü bir şeyi resmetmek için
ne kadar motive olması gerektiğini düşünün. Bu cafe, o gece o saatlerde, işte
tam da Van Gogh’un resmettiği şekilde görünüyordu.  O yüzden bu kadar muhteşem
ve etkileyici. Terasın alt kısmı sapsarı, gözyüzü mavi, arnavut kaldırımları
lilaya çalıyor, sağda yemyeşil bir ağaç. Bugün bu cafe elbette bir Van Gogh
Cafe’ye dönüştürülmüş durumda, bu durumu turistik ve itici bulmuyorum. Ben de
Arles’e kadar gitsem, bu cafenin artık bugün bir bakkal olmasındansa cafe olarak
kalmasını ve Van Gıgh ile dolup taşmasını tercih ederdim, bir güzel de kahvemi
içerdim. Cafe bugün nasıl görünüyor derseniz, burada.  Van Gogh’un hayatını
“Starry Night - Yıldızlı Gece” resmi eşliğinde 13 Mart‘ta anlatmıştım. Almond
Blossom’a 26 Haziran‘da, Ayçiçekleri’ne 29 Temmuz‘da, The Courtesan’a
 29 Ağustos‘ta, Sarı Ev’e 20 Eylül‘de, “Wheatfield with Crows”a 1 Kasım‘da,
“Trees and Undergrowth”a 26 Aralık‘ta, “The Bedroom”a 21 Ocak‘ta ve “The Church
in Auvers-sur-Oise”a ise 5 Şubat’ta  yer vermiştim. Hatırlamak isterseniz tarih
linklerine tıklayın. 

 * vincent van gogh
 * Cafe Terrace at Night
 * Kröller-Müller Museum
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 11 notes

High-res

Ressam : Kees van Dongen (1877-1968)

Resmin Adi : Woman in Black Hat (1908)


Nerede : Hermitage Museum, St. Petersburg, Rusya

Boyutu : 100 cm x 81,5 cm

Hollandalı fovizm ustasından, bir muhteşem kadın portresi daha. Kees van
Dongen’in hayatındaki en önemli dönüm noktası, Paris’e taşınıp, Matisse ile tam
adına “fovizm” denecek olaylı resimlerini sergilediği dönemde tanışmasıydı.
Fovizm’i damardan alıp, hiç vazgeçmedi ve geride dokunaklı portreler bıraktı. Bu
resimlerin her biri adeta fovizm dersi gibi. 19 Mayıs'ta The Corn Poppy resmi
eşliğinde, hayatını anlatmıştım. 30 Ekim'de ise Picasso'nun başına bela olan
eski sevgilisi Fernande Olivier'in portresine yer vermiştim. Hatta hızımı
alamayıp, Fernande Olivier'in hayatını da anlatmıştım.  Hatırlamak isterseniz
tarih linklerine tıklayın.

 * Kees Van Dongen
 * woman in black hat
 * hermitage
 * art
 * painting

 * 
 * 

 * 3 years ago
 * 10 notes

 * Prev Page
 * 1
 * 2
 * 3
 * 4
 * 5
 * Next Page

FIND ME ON

 * Facebook

Follow @loylum

 * Oylum Yuksel 2011
 * Cadence created by Style Hatch
 * Powered by Tumblr