sendika.org Open in urlscan Pro
2606:4700:3037::6815:5db5  Public Scan

URL: https://sendika.org/2013/06/escinsellikle-ilgili-yaygin-yanlislar-bilimsel-dogrular-123995
Submission: On April 29 via manual from TR — Scanned from DE

Form analysis 2 forms found in the DOM

GET search

<form action="search" method="get">
  <div class="input-group"><input placeholder="Ara" id="s" type="search" class="form-control search-input" name="s"><button id="search-button" type="button" class="btn btn-primary"><i class="fas fa-search"></i></button></div>
</form>

GET search

<form action="search" method="get">
  <div class="input-group"><input id="s" type="search" class="form-control" name="s"><button id="search-button" type="button" class="btn btn-primary"><i class="fas fa-search"></i></button></div>
</form>

Text Content

 * 
 * 
 * 
 * 
 * 


SENDIKA.ORG'A DESTEK OL

okurlarından başka destekçisi yoktur DESTEKLE
Menü
 * Anasayfa
 * Haberler
   * Emek-Sermaye
   * Kent - Doğa
   * Kadın - LGBTİ+
   * Hukuk - Adalet
   * 7 İklim 4 Kıta
   * Medya - İletişim
   * Kültür - Sanat
   * Yaşam
   * Bilim
 * Makaleler
   * Sendika.Org Yazıları
   * Sendika.Org Çevirileri
   * Dosya
   * Derlediklerimiz
   * Aktüel Gündem
 * Söyleşiler
 * English
 * Son 24 Saat
   


EŞCINSELLIKLE ILGILI YAYGIN YANLIŞLAR, BILIMSEL DOĞRULAR

26 Haziran 2013 13:26


“Gelecek kuşaklar arasında eşcinsel tercihlerin artmaması” şeklinde ifade edilen
kaygı, insan davranış bilimlerinin gözlemleri ile uyuşmamakta, sadece cinsel
azınlık olan bireyleri kısıtlamak ve yok etmek amacını taşıyan bir önyargıyı
temsil etmektedir



21. LGBT Onur Haftası etkinlikleri 4. Trans Onur Yürüyüşü ile 23 Haziran’da
başladı. Onur Haftası’nın bu yılki teması, Gezi Parkı’ndan başlayıp tüm ülkeye
yayılan sokak isyanlarına atıfla “direniş” oldu. KAOS GL’de 2010 yılında
yayımlanan, “Eşcinsellikle ilgili yaygın yanlışlar, bilimsel doğrular”
makalesini bilim köşesinden tekrar yayımlıyoruz. Eşcinselliğin “hastalık”
olduğunu ve tedavi edilebildiğini öne süren açıklamalara, Homofobiye Karşı Ruh
Sağlığı Girişimi’nden Psikiyatr Dr. Koray Başar, Psikolog Mahmut Şefik Nil,
Psikiyatr Dr. Seven Kaptan, cevap verdi.

Eşcinsellikle ilgili yaygın yanlışlar, bilimsel doğrular

“Gerektiğinde bilimsel bir yetkiyi kullanarak, gerektiğinde dini hassasiyetleri
öne sürerek, gerektiğinde ideolojik kökenlere gönderme yapan zihniyet, sebep
olduğu cinayet/ler nedeniyle hiçbir vicdani sorumluluk hissetmediği gibi nefret
ve ayrımcılık saçmakta hiçbir sakınca görmemektedir.”

Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, 7 Mart 2010 tarihli
Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajında eşcinselliğin biyolojik bir
bozukluk olduğuna inandığını belirterek tedavi edilmesi gereken bir hastalık
olduğu beyanında bulunmuştur. Bu beyanla ilgili olarak kamuoyunda yaşanan
tartışmalar ve verilen tepkilerin yanı sıra ruh sağlığı ve tıpla ilgili yerel
otoriteler kayıtsız kalmamış, karşı görüş belirtmiştir (Türkiye Psikiyatri
Derneği ve CETAD, 2010; Türk Psikologlar Derneği, 2010; Türk Tabipleri Birliği,
2010).

Eşcinselliğin hastalık olarak kabul edilmediğini vurgulayan ve homofobik tutuma
karşı duran bu açıklamalar dışında, insan hakları alanında çalışan bazı
örgütlerin yanı sıra bilim insanı unvanına sahip bazı ruh sağlığı çalışanlarının
Kavaf’ın beyanlarını destekleyen, meslek örgütlerinin açıklamalarını eleştiren
bildirileri olmuştur.

Eşcinselliğin hastalık olduğunu ve tedavi edilebildiğini öne süren benzeri
açıklamalar daha önce de yapılmıştı. Ruh sağlığı çalışanlarının kişisel değer ve
yargılarının mesleki pratiklerine olumsuz yansımaları olabileceği,
bilimsellikten uzak bir takım yargıların bilim insanları tarafından dile
getirildiğinde kamuoyunda bilimsel saptamalar olarak kabul edilme ihtimali
olduğu göz önünde bulundurarak, bu açıklamalarla ilgili bilimsel görüşleri
kamuoyu ve ruh sağlığı çalışanları ile paylaşmayı uygun gördük.

“Eşcinsellik cinsel kimlik bozukluğudur.”

Cinsel kimlik kişinin kendi bedeni ve benliğini belli bir cinsiyet içinde
algılayışıdır; cinsel yönelim kişide cinsel duygu, istek ve davranışların belli
bir cinsiyete çekimidir; cinsel rol ise toplum içinde cinsellik açısından
dışavuran davranışların görünümüdür. Psikiyatrik sınıflandırmalar ve ana kaynak
metinlerde bu kavramlar bu şekilde tanımlanmaktadır (Öztürk ve Uluşahin, 2008;
Drescher ve Byne, 2009; Green, 2009). Dolayısıyla, eşcinsellik cinsel kimlik ya
da cinsel rolle değil cinsel yönelimle ilişkilidir. Eşcinsel yönelim bireyin
cinsel duygu istek ve davranışlarının kendi cinsine dönük olmasıdır, erkek
eşcinsel için gey, kadın eşcinsel için lezbiyen ifadesi kullanılmaktadır. Cinsel
yönelim karşı cinse olduğunda heteroseksüellik, her iki cinse dönük olduğunda
biseksüellik söz konusudur. Bireyin eşcinsel olması biyolojik cinsiyetinden
farklı bir cinsel kimliği (örneğin erkek eşcinselse kendini kadın gibi
hissetmesi ve erkek olmaktan rahatsızlık duyması) olmasına sebep olmaz.
Eşcinsellik cinsel kimlik bozukluğu değildir; cinsel yönelimlerden biridir ve
hastalık ya da bozukluk olarak kabul edilmemektedir.

“Cinsel kimlik bozukluğu hastalık sınıflandırma sistemlerinde yer alan
eşcinselliğin değiştirilip yeniden tanımlanan bölümüdür. Transseksüellik olarak
bilinmektedir. Tedavisi gerektiği ve hastalık olarak tanımlandığı
bilinmektedir.”

Transeksüellik bireyin cinsel kimliğinin biyolojik cinsiyetinden farklı olması,
kişinin yoğun biçimde karşı cinsten olmak istemesi veya karşı cinsten olduğu
gerçeğine inanması durumudur. Dolayısıyla cinsel kimlikle ilgili bir
farklılıktır, cinsel yönelimle değil. Eşcinsellik değiştirilip bu şekilde
tanımlanmamıştır, bu eşcinsellikten farklı bir tanımlamadır. Transeksüellik
halen ruhsal bozukluklar sınıflandırmasında bir tanı kategorisi olarak yer
almaktadır. Transeksüellikle ilgili tek bilimsel tıbbi yaklaşım cinsiyet
değiştirme sürecidir, psikoterapi ya da ilaçlarla cinsel kimlik değiştirilemez
(Öztürk ve Uluşahin, 2008; Green, 2009). Sınıflandırmada bu kategorinin yer
alması, cinsiyet değiştirme sürecinde psikiyatrinin oynadığı birincil rolle
ilgilidir. Bilimsel ve sorumlu meslek pratiğine sahip çıkan ruh sağlığı
klinikleri tarafından cinsiyet değişimi sürecinde uyumu arttırmaya yönelik grup
çalışmaları, bireysel izlemin yanında yürütülmektedir. Transeksüellik tedavi ile
değiştirilen bir cinsel kimlik değildir. Ayrıca halen hazırlık aşamasında olan
DSM V’te transeksüelite kategorisi gözden geçirilmektedir. Mevcut bilimsel
verilerle sınıflandırmalardan çıkarılmasını savunan çok sayıda bilimsel yayın
mevcuttur (Drescher, 2010). Tartışmaya açılmış olan taslak metinde “cinsel
kimlik bozukluğu” yerine “uyumsuzluğu” ifadesi tercih edilmiştir
(http://www.dsm5.org/Pages/Default.aspx).

“Pasif homoseksüeller genellikle “transseksüellik” sınırlarında kabul
edilmektedirler. Kendini karşı cins gibi hissetmeden pasif eşcinsellik yaşamak
ruhsal olarak pek mümkün değildir.”

Aktif ve pasif eşcinsel ifadeleri cinsel yönelim tanımıyla doğrudan ilgili
değildir. Eşcinsel bireyin ağırlıklı olarak tercih ettiği cinsel birleşme türü
ile ilgilidir ve sıklıkla aynı bireyde birlikte bulunabilmektedir. Bir
eşcinselin ağırlıklı cinsel davranışı ne biçimde olursa olsun bunun cinsel
kimlikle ilgisi yoktur. Eşcinsellik cinsel kimlikle ilgili bir farklılık
içermez, yani “cinsel kimlik olarak kendi cinsidir”, cinsel yönelimi kendi
cinsine dönüktür. Pasif eşcinsellerin kendilerini karşı cins gibi hissetmeleri,
karşı cinse özgü davranışları sergilemeleri gerekli değildir. Cinsel kimlik ve
cinsel yönelim birbirinden farklı iki insani boyuttur.

“Aktif eşcinseller cinsel ilişki biçimi hakkında hiç rahatsızlık duymazlar.
“Sonuna kadar erkeğim ama cinselliği kendi cinsimle yaşarım” diyen aktif
eşcinseller ilişkilerinde daha dominant, baskındır.”

Eşcinselliğinin farkına varan birey, ister aktif ister pasif olsun, toplumsal
yargı ve inanışlar doğrultusunda edindikleri homofobi nedeniyle cinsel
yönelimlerinden huzursuzluk ve kaygı duyabilir. Yaşadığı huzursuzluğu nedeniyle
yaşantısını farklı şekillerde yeniden tanımlamaya çalışabilir. Bu tanımlamalar
bir süre bireyin kaygısını azaltabilse de, çekirdek cinsel yönelim değişmediği
için etkinliği geçicidir. Cinsel davranışı nedeniyle aktif olarak tanımlanan
eşcinsellerin kişiler arası ilişkilerinde baskın (“dominant”) olduğu inanışı,
eşcinsellerle ilgili çok yaygın bir yanlış inanış, mittir. Toplumsal cinsiyet
özellikleri olarak daha doğru bir şekilde tanımlanabilecek cinsellikle ilişkili
sosyal davranış ve görünüm cinsel yönelimle doğrudan ilişkili değildir. Bir
eşcinsel erkek birçok heteroseksüel erkekten daha “erkeksi” olabileceği gibi,
yaşadığı dönem ve koşullarda “erkeksi” ya da “kadınsı” kabul edilen erkeklerin
cinsel yönelimi heteroseksüel, biseksüel ya da eşcinsel olabilir.

“Eşcinsellik  insanda doğal olarak var olan bir yönelim değildir. Sosyal öğrenme
ile ve yanlış eğitimle gelişmiş bir durumdur. Biyolojik doğaya uymayan bir
sapmadır.”

İnsanlık tarihi boyunca ve günümüzde hemen her insan topluluğunda, tarihsel
dönem, coğrafi konum, toplumun yapısı ve kültürel özellikleri ne olursa olsun
bireylerin kendi cinslerinden olan kişilere cinsel ve duygusal yakınlık
duydukları ve duymakta olduklarına ilişkin tarihsel ve güncel bilgiler mevcuttur
(Spencer, 1996; Vicinus ve ark., 2001; Drucker, 2001). Cinsel yönelim sadece
cinsel davranışla sınırlı olmayıp bireyin yaşamının geneline hakim olan cinsel
ve duygusal çekim, arzu ve bağlılık ve bunların gerçekleşmesi istek ve
fantezileri ile ilgilidir. Tarih boyunca dönem dönem farklı iktidar odakları
tarafından (siyasi ve dini otoriteler) baskılanmaya çalışılması varolageldiğinin
kanıtları arasında sayılabilir. Bu baskı araçları arasına tıbbın da girmesiyle
eşcinsellik hastalık olarak kabul edilmeye başlamıştır (Crozier, 2001).
Biyolojik ya da genel olarak doğaya uygun olmadığıysa ispatı ya da inkarı mümkün
olmayan, bilimsel olarak yanlışlanamayacak bir iddiadır. Tıbbi görüşün üremeye
yönelik olmayan tüm cinsel davranışları, mastürbasyonu ve heteroseksüel bağlamda
bile olsa üreme dışında –haz ve sevgi ifadesi gibi- amaçlarla yürütülen cinsel
birliktelikleri, sağlıksız kabul etmeleri ile eşcinselliğin hastalık olarak
kabulü eşzamanlıdır (Hart ve Wellings, 2002). “Doğaya aykırılık” iddiası,
cinselliğin insan “doğa”sında sadece üremeyle sınırlı bir yeri olduğu kabulünden
kaynaklanmaktadır; bu ise tıbbın uzun zamandır terk ettiği bir yaklaşımdır.

Cinsel yönelimlerin, eşcinsellik kadar heteroseksüelliğin de, kökenleri henüz
bilimsel olarak gösterilmiş değildir. Her tür cinsel yönelimle ilgili genel
kabul cinsel yönelimin bir seçim/tercih sonucu olmadığıdır, zira bireyler
hayatlarının herhangi bir döneminde hangi cinsiyetten kişilerden
hoşlanacaklarına, aşık olacaklarına, cinsel olarak uyarılacaklarına karar
vermezler. Böyle bir karar süreci heteroseksüel bireyler için geçerli olmadığı
gibi (yani bir erkek hayatının geri kalanında cinsel ve duygusal olarak
kadınlara yöneleceğine karar vermediği gibi), heteroseksüellik dışında cinsel
yönelimi olan kişilerde de söz konusu değildir.

Egemen ideolojinin heteroseksüelliğin tek meşru, doğru, norm olan cinsel yönelim
olduğunu kabul etmesi (heteroseksizm), kişilerin doğumundan (bazen doğumundan da
önce) itibaren hayatlarının hemen her döneminde en yakın çevreleri ve toplumun
geneli tarafından heteroseksüel yönelimli olduğunun varsayılmasına, bu yönde
eğitilmesi, bu yönelimle ilişkili özellik ve becerilerin kazanılmasına yönelik
öğrenme süreçlerini takip etmesi, bireylerin heteroseksüel cinsel yönelime sahip
olmalarını sağlayamamaktadır. Eşcinselliğin “sosyal öğrenme” bir yana, aşağı
görüldüğü, ölüme kadar varan şekillerde nefret ve şiddete maruz kalmayla
eşleştiği toplumlarda dahi, toplumun bir kısmında diğerlerinden farklı olmayan
oranlarda eşcinsel yönelim görülmektedir. Öğrenme ve eğitim süreçleri, cinsel
yönelimin belirleyenleri olmaktan çok, kişinin toplumsal cinsiyet özellikleri,
kendini açık etme ya da gizlemeyi seçmesi üzerinde etkilidirler. Bu süreç
eşcinsel bireylerde olduğu kadar heteroseksüel yönelimli kişilerde de
işlemektedir; heteroseksüel bir kadının kendi cinselliği ile ilişkisi ve cinsel
duygusal ilişkilerini yaşama biçimi ile ilgili toplumsal etkilere (sıklıkla
olumsuz sonuçlarına şahit olduğumuz) Türkiye toplumundan örnek bulmak hiç zor
olmayacaktır.

Eşcinsellik geçen yüzyılda ruh sağlığı uzmanlarınca öğrenme üzerinden
açıklanmaya çalışılmış, daha doğrusu öğrenme yoluyla geliştiği varsayılarak,
tiksindirme ve duyarsızlaştırma yöntemleri kullanılarak cinsel yönelim
değiştirilmeye çalışılmıştır (McConaghy, 1969; Bancroft, 1969; Tanner, 1973).
Uygulayanların sınırlı başarı iddialarının aksine, bu girişimlerin cinsel
yönelim üzerinde etkili olmayıp, maruz kalan kişilerde kimi yaşamboyu süren
cinsel ve ruhsal sorunlara neden olduğu, dahası bazı yöntemlerin (elektrik
uygulanması ve apomorfin enjeksiyonu gibi) fiziksel hasara, kimi durumlarda
ölüme neden olduğu bildirilmiştir (Smith ve ark, 2004).

“Heteroseksüelliğin geni vardır ancak eşcinselliğin geni yoktur.”

Ruhsal bozukluklarla ilgili olsun olmasın, insanla ilgili birçok özelliğin
genetik bir arkaplanı olduğu günümüzde yaygın kabul görmektedir. Mizaç ve
karakter özellikleri gibi karmaşık insani yapıların genlerle ilişkisine yönelik
çok sayıda bilimsel veri mevcuttur. Yaygın kanı bu özelliklerin tek
belirleyeninin genetik yapı olmadığı, genlerin de çoklu etkileşimler
aracılığıyla rol oynadığıdır. Cinsel yönelim gibi bir insan özelliğinin de tek
bir gen tarafınca belirlenmesi beklenmemektedir. İnsanın biyolojik cinsiyet
özelliklerinin (doğuştan sahip olduğu genital organlar gibi) kromozomlarında
yerleşik genlerce kodlandığı bilinmekteyse de, heteroseksüellik dahil cinsel
yönelim biyolojik cinsiyet özellikleriyle ilgili değildir. Dolayısıyla,
“heteroseksüellik geni” de bilinmemektedir (Rahman, 2005).

Eşcinselliğin genetik kökenleri ile ilgili son 15 yılda birçok çalışma
yapılmıştır. Gey ve lezbiyenlerin yakınlarında eşcinsellik yaygınlığının
toplumdaki yaygınlıktan yüksek olması, eşcinselliğin tek yumurta ikizlerinde
çift yumurta ikizlerinden daha yüksek oranda birlikte görülmesi genetiğin rolü
olduğunu düşündürmüştür (Pillard ve Bailey, 1998; Bailey ve ark, 2000; Kendler
ve ark, 2000). Aile ağaçları incelendiğinde, eşcinsel bireylerin anne tarafında
daha çok eşcinsel bireye rastlanmasından yola çıkarak yapılan DNA analizleriyle
de anne tarafından aktarılan genetik yapının (X kromozomu ya da mitokondriyal
DNA) önemli olduğu öne sürülmüştür (Hamer ve ark, 1993; Sykes, 2003). Ayrıntılı
analizlerle olumlu sonuçlar veren çalışmalar varsa da, tekrarlayan tutarlı
bulgular elde edilen bir “eşcinsellik geni” yoktur. Öte yandan, bir durumun geni
olması ya da olmaması, bu durumun bir patoloji olarak kabul edilip edilmemesiyle
ilgili değildir. İnsanların birçok niteliği genler tarafından kodlanmakta, bu
genlerin etkinliği ve çevresel koşulların etkisiyle nihai durum
şekillenmektedir. İnsan genomuyla ilgili yapılan çalışmalarla her geçen gün
benzeri bağlantılar kurulmaktadır.

“Hastalık olarak tanımlanmayan eşcinsellik egosintonik eşcinselliktir. Yani kişi
bu tercihi özgür iradesi ile seçmiştir. Eşcinselliğini bir sorun olarak görmez.
İkinci grup eşcinsellik egodistonik olarak bilinen eşcinselliktir. Bu grup
eşcinseller tedavi arayışı içindedir ve psikiyatrinin ilgi alanındadır.”

Eşcinselliğin bir ruhsal bozukluk olmadığına yönelik karar Amerikan Psikiyatri
Birliği (APA) tarafından 1973’te alınmışsa da, hastalık sınıflandırmalarından
tam olarak çıkarılması kademeli olmuştur (Ritter ve Terndrup, 2002; Drescher,
2010).  DSM-I’de (1952) “sosyopatik kişilik bozukluğu” kategorisi altında yer
alan eşcinsellik, DSM-II’de (1968) bir cinsel sapma olarak sınıflandırıldı.
1970’lerde psikiyatri topluluğunda yüksek sesle ifade edilmeye başlanılan karşı
görüşler üzerine oluşturulan çalışma gruplarının vardıkları kararlar APA
kurullarında kabul edilerek 1973’te karar resmiyet kazandı. DSM-II’de
eşcinsellik kategorisi yerini “cinsel yönelim bozukluğu” kategorisine bıraktı.
Bu süreçte karara karşı çıkan uzmanların etkisiyle oluşturulan bu kategorinin
geçerliği pratikte heteroseksüel yönelimi nedeniyle ruh sağlığı uzmanlarına
başvuru olmadığı için tartışmalıydı. Bu nedenle DSM-III’te (1980) yerini
“egodistonik eşcinselliğe” bıraktı. Belirgin hale gelmiş kendi cinsine yönelik
uyarılmanın neden olduğu ruhsal sıkıntıyı kapsayan bu kategori, hemen tüm
eşcinsellerin hayatlarının bir döneminde eşcinselliklerinin egodistonik olduğu
bir aşamadan geçmeleri, toplumsal homofobi etkisiyle gelişen içselleştirilmiş
homofobinin neden olduğu bir sıkıntının ruhsal bozukluk olarak tanımlanmasının
yanlış olması gerekçeleriyle DSM-III-R’de (1987) tamamen terk edildi.

Lezbiyen, gey ve biseksüeller, en az heteroseksüeller kadar çeşitlilik
gösterirler. Beklenilen değişkenliğin farklı eşcinsellik alttipleri tanımlar bir
örüntü sergilediğine ilişkin kanıt yoktur (Wilson ve Rahman, 2005). Farklı
eşcinselliklerle ilgili yürütülen araştırmalar olmakla birlikte, eşcinsel
bireylerde cinsel yönelim kimliği gelişiminin farklı aşamalarını bir
sınıflandırma yöntemi olarak kullanmak yanlış olacaktır. Bu daha çok bir grup
görme özürlünün dokundukları farklı yerlerden yola çıkarak bir fili farklı
şekillerde tanımladığı bilinen öyküdekine benzer bir yöntem hatası olacaktır.

“Eşcinselliği heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak tanımlamanın hiç
bir bilimsel dayanağı yoktur.”

Eşcinselliğin heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak tanımlamamanın
hiçbir bilimsel dayanağı yoktur, bu yönde bilimsel olarak kabul görebilecek
bulgusu olanların bunu kamuoyu ve bilimsel ortamlarla paylaşmalarını öneririz.
Eşcinselliğin ruh sağlığı uzmanlığı alanında bir dönem hastalık olarak kabul
edilmesinin heteroseksist önkabullerden öte bir dayanağı hiçbir zaman
olmamıştır. Freud sonrası psikanalistlerce öne sürülen eşcinselliğin ruhsal
mekanizmanın genel işleyişinde bozukluğa neden olduğu iddiası, terapistlerin
kendilerine başvurmuş bireyler üzerinde yaptıkları gözlemlerden yola çıkarak
yaptıkları genellemelere dayanmaktadır, bu nedenle bilimsel niteliği
tartışmalıdır. Projektif değerlendirme yöntemleri ile yaptığı kontrollü
çalışmayla eşcinsel ve heteroseksüel bireyler arasında farklılık olmadığını
gösteren Evelyn Hooker bu önkabulleri tartışmaya açmış, seksoloji alanında
yürütülen alan çalışmalarının (Kinsey raporları gibi) bulguları ve eşcinselliğin
bir ruhsal bozukluk olmadığını kabul eden psikanalistlerin (Judd Marmor gibi)
çabaları ile eşcinsellik ruhsal bozukluklar sınıflandırmasından çıkarılmıştır.
Bu değişiklik psikiyatride hakim olan heteroseksist ideolojiye karşı bir girişim
sonucunda olduğu için ideolojik olmakla eleştirilmektedir; ancak asıl bilimsel
dayanaktan yoksun olan eşcinselliğin hastalık olarak değerlendirilmesidir.

“Psikiyatri ve psikolojinin eşcinselliğin hastalık olmadığını söylemeleri
eşcinselliği teşvik eder.”

Diğer cinsel yönelimler gibi eşcinsellik de, irade ile yapılan bir tercih sonucu
değildir. Teşvik edilebilir ya da teşvikler sonucu ortaya çıkabilir bir durum
değildir. Eşcinselliğin hastalık olarak kabul edilip edilmemesi kimsenin cinsel
yönelimi üzerinde etki ederek, eşcinselliğin yaygınlığında bir değişikliğe neden
olamaz, olmamıştır. Sadece psikiyatri/psikolojinin eşcinsel bireyler üzerinde
oluşturulan homofobik baskı mekanizmasının payandası olmasına son vermiştir.
Psikiyatr ve psikologların tutum ve söylemleri kimsenin heteroseksüel olmasına
neden olmadığı gibi, kimseyi de eşcinsel kılacak güçte değildir.

“Eşcinselliğin hastalık olmadığı söylenerek tedavi ve yardım kapısı
kapanmaktadır.”

Eşcinselliğin hastalık olmadığı yaygın olarak ifade edilse bile, homofobinin tek
dayanağı psikiyatri olmadığı için, toplumlar arasında farklılıklar olmakla
birlikte (ataerkillik açısından farklılıklar olduğu gibi ve büyük ölçüde paralel
şekilde) heteroseksizm egemen ideoloji olma konumunu korumaktadır. Cinsel
yöneliminin kendi cinsine dönük olma ihtimalini giderek artan şekilde hisseden
eşcinsel bireyler cinsel yönelim kimliği gelişimi sürecine girerler. Eşcinsel
cinsel yönelim kimlik gelişimi ile ilgili çok sayıda model literatürde mevcuttur
(Cass, 1979; Cass, 1984; Troiden, 1989; Coleman, 1981/1982). Bu modellerin
tümünde, bireyin kendi cinsine yönelik ilgisini fark etmesiyle belirginleşen, o
zamana kadar geliştirmiş olduğu heteroseksüel kimlikle uyumsuzluk nedeniyle kafa
karışıklığı yaşadığı, çevrenin homofobik tepkileri ve reddinden kaynaklanan
korku, kaygı, suçluluk ve utanç duyduğu aşamalar tanımlanmıştır. Kişisel gelişim
ve çevre ile etkileşimin imkan verdiği seyirde kişinin bütünlüklü bir kendiliğin
bir bileşeni olarak olumlu bir eşcinsel cinsel yönelim kimliği geliştirdiği
gösterilmiştir. Ruh sağlığı çalışanlarının bu süreçte rolü kişiyi eşcinsel ya da
heteroseksüel “yapmak” değil, karşılaştığı güçlükleri anlamasını, başetmesini
kolaylaştırmak, kendini olduğu gibi kabullenmesini kolaylaştırmak, kendini
homofobik tepkilere karşı savunma becerilerini rasyonel şekillerde kullanıp,
baskı ve inkar gibi mekanizmaların yersiz kullanımıyla yüzleştirme, gelişiminin
doğal seyrini tamamlarken yaşının gerektirdiği olağan becerileri edinmesini
desteklemektir (Düzyürek, 1997; Schneider ve ark, 2002). Bu süreçteki sorun
alanlarının anlaşılması ve çözülmesiyle ile ilgili olarak ruh sağlığı
çalışanlarına düşen müdahalelerle ilgili günümüzde kapsamlı bilgi birikimi
oluşmuştur (Düzyürek, 1997; Schneider ve ark, 2002; Ritter ve Terndrup, 2002;
Bieschke ve ark, 2007). Dolayısıyla, gelişim sürecinde yardım arayışı içinde
olan eşcinsel bireylere ruh sağlığı çalışanlarının kapısı kapalı değildir. Geçen
yıl Amerikan Psikoloji Birliği’nin yayınladığı bir raporda “tedavi” adı altında
bu gelişim sürecine ket vurulması çabalarının (uygulayanlarca “onarım” tedavisi
olarak isimlendirilen cinsel yönelimi değiştirmeye dönük girişimler) etkinlik ve
olası zararları gözden geçirilmiş, uygun terapötik yanıtlarla ilgili öneriler
sıralanmıştır, internetten rahatlıkla ulaşılabilmektedir (APA Task Force on
Appropriate Therapeutic Responses to Sexual Orientation, 2009).

“Eşcinsellik, hayvanlara cinsel sevi (zoofili), eşyaya cinsel sevi (fetişizm)
gibi bir cinsel sapma (parafili)  olarak değerlendirilmelidir.”

Parafili terimi cinsel dürtülerin nesnesi veya hedefi olarak sapkın veya
zorlantılı davranış ve fantezinin varlığına işaret eder. DSM-IV-TR sapkın cinsel
imge ve davranışların olağan dışı veya garip olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Doğru tanı parafilik fantezi ve törensel davranışın saptanmasına dayanır.
Tanının konulabilmesi için cinsel uyarılmanın, sapkın fantezilerin davranışsal
dışavurumu  veya zihinsel tasarımının varlığına bağlı olması; bu davranış,
cinsel dürtü ve fantezilerin klinik olarak belirgin sıkıntı ya da sosyal,
mesleki veya işlevselliğin diğer önemli alanlarında bozukluklara yol açması
gerekir.

Eşcinsellik 1968 yılı DSM-II basımında parafili (egzibisyonizm, zoofili,
transvestik fetişizm gibi) grubu ile cinsel  sapma  sınıflaması altında yer alsa
da APA’nın 1973’te aldığı resmi kararla DSM-II’de eşcinsellik kategorisi
parafili sınıflandırmasından çıkarılmış ve yerini “cinsel yönelim bozukluğu”
kategorisine bırakmıştır. Parafili kategorisinden çıkarılmış olması şu nedenlere
bağlıdır:

1) Eşcinsellerin temel düşlemleri heteroseksüellere benzer, genellikle garip ya
da tuhaf değildir;

2) Eşcinsel dürtüler heteroseksüel dürtülerden farklı ölçüde zorlayıcı değildir;

3) Eşcinsel ve heteroseksüel davranışın parafiliklerde kaçınılmaz biçimde
bulunduğu şekilde ritüelleşmiş ve stereotipik olması gerekmez;

4) Eşcinsel ve heteroseksüel bireylerin fantezi dünyaları parafililerde olduğu
gibi fakirleşmemiştir;

5) Eşcinsel düşüncelerin zihinsel yaşamı değişmez biçimde ve aşırı olarak meşgul
ettiği, herhangi bir eşcinsel etkinliği bastırmanın yüksek düzeyde kaygı veya
disforik duygulanıma yol açtığı, veya eşcinselliğin heteroseksüellikten daha
fazla bir oranda kişilik bozukluğu ile bağlantılı olduğu gösterilmemiştir;

6) DSM-IV-TR parafili tanısı için ‘karşılıklı, sevecen, sevgi içeren cinsel
etkinlik kapasitesinin’ olumsuz etkilenmesini bir gereklilik olarak ortaya
koymaktadır. Bilindiği üzere eşcinsel ilişkiler tıpkı heteroseksüel ilişkiler
gibi bu olumsuz etkilenmeleri taşımamaktadır.

“Eşcinselliğin hastalık olarak kabul edilmesi, tedavi girişimleri koruyucu ruh
sağlığı kapsamında değerlendirilmelidir.”

Koruyucu ruh sağlığı uygulamaları, hastalıklarla ilişkili risk etkenleri olduğu
ve bunlara yönelik politikalar geliştirilmesi gerektiği düşüncesiyle yürütülen,
ruhsal bozuklukların başlanmasının önlenmesi ya da geciktirilmesi, süresinin
kısaltılması ve bozuklukla ilişkili yetiyitiminin azaltılmasını amaçlayan
çalışmalar bütünüdür (Aksaray ve ark, 1999). Lezbiyen, gey ve biseksüel
bireylerin heteroseksüellerle karşılaştırıldığında, birinci basamak sağlık
hizmetlerine ruhsal sorunlarla daha sık başvurduğu, ruhsal bozukluklar, intihar
ve madde kötüye kullanımı riskinin heteroseksüellerden yüksek olduğu
gösterilmiştir (King ve Nazareth, 2006; King ve ark, 2009). Bu nedenlerle
heteroseksüalite dışında cinsel yönelimi olan bireylere yönelik sağlık
hizmetleri koruyucu ruh sağlığı çalışmaları alanında değerlendirilmelidir. Zira,
çok sayıda çalışma bu bozuklukların varlığını yordayan etkenin cinsel yönelim
değil kişilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve baskı, sözel ve fiziksel şiddet,
bulundukları bölgede hakim olan homofobik politika ve uygulamalar olduğunu
göstermektedir (Diaz ve ark, 2001; Warner ve ark, 2004; Lewis, 2009). Yaftalama,
önyargılar ve ayrımcılığın neden olduğu tehditkar ve stresli sosyal çevrenin
ruhsal bozukluk yaygınlık ve şiddeti üzerinde etkisi azınlık stresi modeli ile
açıklanmaktadır (Meyer, 2003). Ruh sağlığı çalışanlarının cinsel yönelim kimliği
gelişimi sürecinde olumlayıcı terapi yaklaşımı ile lezbiyen, gey ve biseksüel
bireylerle heteroseksizmin neden olduğu psikolojik sorunlarla baş etme güçlerini
desteklemeleri, içselleştirilmiş homofobinin ele alınması ve kamusal homofobik
uygulamalara karşı durmaları önerilmektedir (Meyer, 2003; Herek ve Garnets,
2007; Matthews ve Adams, 2009).

“Homofobi yani eşcinselleri  aşağılamak, dışlamak, şiddet uygulamak doğru
değildir. Eşcinsellere saygı gösterilmeli ancak onaylanmadığı da
belirtilmelidir.”

“Fobi” kavramı,  tanımı açısından rasyonel (mantıklı ya da gerçekçi) olmayan ve
yüksek düzeyli ürkme, korkma ve kaçınma davranışlarına neden olan yaşantıları
tarifler. Bir kavram olarak homofobi ise, eşcinsellerden korku duyulması
anlamında kullanılsa bile herhangi bir kişinin, kendisinin ya da bir başkasının
eşcinsel duygular hissedebilmesi durumunda yaşadığı derin korkuyu tanımlar.
Fobiler, nedenleri ve tedavi edilmeleri amacı ile ruh sağlığı alanında önemli
bir yer tutar. Çünkü sağlıklılık tanımı “uyumlu ve aksamayan” bir işleyişi de
kapsar.

Homofobi ruh sağlığı alanında önceleri herhangi bir fobi gibi bireysel düzeyde
ele alınmış ve herhangi bir fobi gibi üstesinden gelinmeye çalışılmıştır
(Göregenli, 2003). Oysa sosyal psikologların ve konu ile ilgili çalışan bilim
insanlarının çalışmaları homofobinin, sadece bireysel bir korku olmaktan öte
toplumsal bileşenleri olduğunu ortaya koymuştur (Herek, 1984; Sakallı, 2002;
Madureira, 2007). Örneğin bir toplumda etkin olan sistemler herhangi bir
yaşantıyı, kötü, günah, ayıp gibi değerlendirmelerle ele alıyorsa, insanların bu
davranışları yaparken kendileri ile çatışmaya girmeleri, dışlanmak veya
cezalandırılmaktan korkmaları ve bu korku ile başa çıkamayacaklarını
anladıklarında kaçınma ve ürkme davranışları geliştirmeleri kolaylıkla
gözlenebilen bir süreçtir. Homofobi, heteroseksüel yönelimli bir kişide
olabileceği gibi farklı cinsel yönelimi olan kişilerde de görülebilir. Kadın ya
da erkek bir eşcinsel, bir biseksüel, bir travesti, transseksüel ya da aseksüel
bireyler de homofobi geliştirmiş olabilirler.

Bir tutumun homofobik olduğunu söylediğimizde, eşcinsel insanlar
hakkındaki önyargıların ve/veya ayrımcılığınvarlığından bahsetmiş oluruz.
(Benzer bir şekilde transseksüel insanlara dönük önyargı ve ayrımcılık da
transfobi olarak tanımlanır.) Bu durumda homofobiyi anlamak için önyargı ve
ayrımcılık kavramlarına kısaca değinmek gerekecektir.

Önyargılar ortak bir niteliği bünyesinde barındıran bir insan topluğu hakkındaki
düşünce kalıplarımızı anlatır. Önyargılar olumlu ya da olumsuz olabilirler.
İnsanlar, olumlu ya da olumsuz olan bu önyargıları, karşılaştığı insanların
gerçek özelliklerini anlayana kadar referans olarak kullanır. Ve çoğunlukla
önyargı kalıpları yeni tanışılan insanı temsil etmez.

Homofobiyi anlamak için kullandığımız bir diğer kavram olan “ayrımcılık” ise
kendi grubunun avantajlarını ön planda tutma ve/veya diğer grubun
dezavantajlarını görmezden gelme eğilimimizdir (Göregenli, 2003). Ayrımcılık,
bir gruba ait olarak algıladığımız insanlara karşı olan tutumlarımızda belirir.
Oysa önyargı bir grup insana dair olan fikirlerimizdir. Buradan hareketle
ayrımcılığı eyleme dökülen önyargı olarak tanımlarız. Önyargılarımızı oluşturan
özsel inançlarımız zemininde, farklı gruplar arasında hiyerarşi oluşturmaya
başladığımızda, örneğin cinsel yönelimlerden birinin diğerinden daha iyi, üstün,
sağlıklı olduğunu kabul ettiğimizde, ayrımcılığa doğru ilk adımı atmış oluruz.
Homofobiyi temelde, ister kişinin kendisinde olsun ister başka bir kişide
rastlasın; sapık, günahkar, ahlaksız, kaçınılması ya da yok edilmesi gereken
eşcinsellik algısı için kullanıyoruz. Belirli bir cinsel yönelimin diğerinin
“onaylamak”, “hoşgörmek” eyleminin nesnesi olarak kabul etmek, aralarında bir
hiyerarşik ilişki kurmaktır. Dolayısı ile eşcinsellik bir normdan (geçerli kabul
edilen bir doğrudan) sapma olarak algılandığında homofobi ortaya çıkar. Homofobi
kendisini her zaman ölüme kadar varan fiziksel şiddet, aşağılama, küfür, mizah
yolu ile sözel şiddet ya da yok sayma ile göstermez; bu homofobik eylemlerin
öncülü olan homofobik bilişler de homofobi kapsamındadır.

Eşcinselliğin saptığı norm ise ‘heteroseksüel olma’ normudur. Bu durumda
homofobiyi anlamaya çalışırken heteroseksizm adını verdiğimiz yeni bir kavrama
ihtiyacımız vardır. Gordon Marshall, ‘Sosyoloji Sözlüğü’nde heteroseksizmi,
heteroseksüelliğe atfedilen ayrıcalıklı konum ve toplumsal pratikler olarak
tarifler. Bu tanım, heteroseksüellerin toplumsal avantaj ve üstünlüklerine,
heteroseksüeller için kazanımları olan toplumsal uygulamalara yani bu konudaki
olumlu önyargılara dikkatimizi çeker. Kuşku yok ki heteroseksizm kavramına
duyulan ihtiyacın kaynağı, toplumun sadece heteroseksüel bireylerden oluşmadığı
gerçeği ama heteroseksüel insanlardan oluştuğu ya da oluşması gerektiği
ideolojisidir.

Heteroseksizm kavramı doğal olarak heteronormatiflik dediğimiz normlarını
(geçerli doğru kabul edilen kurallarını) heteroseksüellikten alan bir diğer
kavramla karşılaşmamızı sağlar. Heteronormatiflik, farklı cinsel yönelimi olan
insanlara heteroseksüel gibi davranmaları yönünde dayatılan kuralları tanımlar.
İlginç olan heteronormatif dayatmalarının sadece farklı cinsel yönelimi olan
insanlara değil heteroseksüellere de dayatılmasıdır.

Özetlersek; homofobi, diğer fobiler gibi bireysel bir korku olmaktan öte
eşcinsellik hakkındaki önyargılı fikirler ve ayrımcı tutumlar nedeniyle
insanların eşcinsellikten duyduğu korku olarak tanımlanabilir. Tarihsel
kayıtlar, güncel araştırmalar ve farklı toplumsal yapılanmalara dair
gözlemlerimizden hareketle söyleyebileceğimiz; müdahale edilmesi gerekenin
eşcinsel olmak değil homofobi yani bu korkunun altında yatan toplumsal zemin ile
bireysel farklılık arasında kurulan ilişkinin niteliği olduğudur. Çünkü insanlar
önyargı ve ayrımcılığa maruz kalmadıkları takdirde heteroseksüellik dahil tüm
cinsel yönelimleri ile sağlıklı, mutlu ve üretken bir şekilde yaşayabilirler.

“Gelecek kuşaklar arasında eşcinselliğin  artmaması için  sağlık ve eğitim
politikalarında düzenlemeler yapılmalıdır.”

Mevcut sağlık ve eğitim politikaları kişilerin cinsel yönelimlerinin
heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel olarak belirlenmesinde rol oynamamaktadır.
Eğitim sistemi heteroseksüellik dışındaki cinsel yönelimleri görmezden gelmekte,
yok saymakta, eğitim pratiğinde eşcinsellik aşağılama, mizah ve genel kabul
görenden farklılık gösteren bireylerin baskılanması dışında gündeme
gelmemektedir. Bu tutumun eşcinselliği ortadan kaldırmadığı ve daha katı
uygulandığında da kaldıramayacağı (İran örneğinde olduğu gibi), aksi yönde
eşcinselliği olumsuzlamayan bir yaklaşımın da eşcinselliğin toplumdaki
yaygınlığını arttırmadığı (Avrupa ve Kuzey Amerika’da eşcinselliğe toplumsal
yaklaşımın değişmesine rağmen yaygınlıkta artış görülmemesi örneğinde olduğu
gibi) bilinmektedir. Eğitim ve sağlık uygulamalarında homofobik tutumlar,
eşcinsel bireylerin açılma süreçlerini baskılamakta, kendilerini açık olarak var
etmelerine engel olmaktadır. Dolayısıyla artan ya da azalan eşcinsellik değil,
eşcinsellerin görünürlüğüdür.

Eşcinselliğin görünür hale gelmesinden kaygı duyulmasının altında, eşcinselliğin
model alınarak yaygınlaşabildiği miti yatmaktadır. Çocuk gelişiminde rol model
alma çocuğun davranışları, dünyayı adlandırışı ve dış dünya ile nasıl ilişki
kuracağı konusunda etkili olmakta ancak cinsel yönelim üzerinde etkili
olmamaktadır. Bununla ilgili en doğrudan kanıtlar gey ve lezbiyenlerin ebeveyn
oldukları ailelerle yapılan çalışmalardan edinilmektedir (Gottman, 1989; Flaks
ve ark, 1995; Bailey ve ark, 1995; Golombok ve Tasker, 1996). Ebeveyni lezbiyen
veya gey olan çocuklarla ondört yıla varan izlem süreleriyle yapılan kontrollü
çalışmalarda, cinsel kimlik, cinsel yönelim ve sosyal uyumla ilgili
heteroseksüel ve eşcinsel ebeveyni olan çocuklar arasında farklılık
saptanmamıştır. Çocuklar arasındaki tek fark lezbiyen anneler tarafından
yetiştirilen çocukların kendi cinsiyetlerinden ya da karşı cinsiyetten biri ile
cinsel yakınlık kurabilecekleri fikrine, anneleri heteroseksüel olan çocuklardan
daha toleranslı yaklaşmaları olarak bulunmuştur (Golombok ve Tasker, 1996). Bu
nedenle “gelecek kuşaklar arasında eşcinsel tercihlerin artmaması” şeklinde
ifade edilen kaygı, insan davranış bilimlerinin gözlemleri ile uyuşmamakta,
sadece cinsel azınlık olan bireyleri kısıtlamak ve yok etmek amacını taşıyan bir
önyargıyı temsil etmektedir.

Bu ifade heteroseksüel anne babaların nasıl olup da gey, lezbiyen, biseksüel,
transseksüel ya da travesti çocuklara sahip olduklarını açıklamak konusunda ise
oldukça yetersiz ve güncel araştırmalar tarafından çürütülmüş bir bakış
açısıdır. Güçlü anne, zayıf baba miti, çocuğun cinsel yönelimi üzerinde etkili
olduğu kanıtlanmış bir gerçek değil, eşcinselliği açıklamak için psikanalizin
erken döneminden kalma, halen psikanaliz çevrelerinde yaygın kabul görmeyen bir
iddiadır. Ayrıca kusurlu ve hasta saydığı cinsel azınlık bireylerin varlığını
açıklamak için anne-babaları suçlu ilan etmekte ve onları da “yetersiz
ebeveynlik yaptıkları” gerekçesi ile cezalandırmakta, dışlamakta ve
gizlenmelerine ya da “Ahmet Yıldız” olgusunda olduğu gibi çocuklarını
öldürmelerine sebep olmaktadır.

Dikkat çeken bir önemli nokta ise bu zihniyetin, sebep olduğu cinayet/ler
nedeniyle hiçbir vicdani sorumluluk hissetmemesi ancak suskun (ve muhtemelen
memnun) bir şekilde ortalıktan sıvışmasıdır. Ancak cinsel azınlık varlığından
söz edilince yine aynı strateji ile bir araya gelip ve aynı argümanı ile nefret
ve ayrımcılık saçmakta hiçbir sakınca görmemektedir. İronik olan ise,
gerektiğinde bilimsel bir yetkiyi kullanarak, gerektiğinde dini hassasiyetleri
öne sürerek, gerektiğinde ideolojik kökenlere gönderme yaparak ileride yaratmaya
çalıştığı barışçıl ve mutlu dünyayı kendi elleri ile yok etmesidir.

Kaynaklar

Aksaray G, Kaptanoğlu C, Oflu S (1999) Koruyucu ruh sağlığı. Yeni Symposium
37:55-59.

APA Task Force on Appropriate Therapeutic Responses to Sexual Orientation (2009)
Report of the Task Force on Appropriate Therapeutic Responses to Sexual
Orientation. American Psychological Association, Washington, DC.

Bailey JM, Bobrow D, Wolfe M, Mikach S (1995) Sexual orientation of adult sons
of gay fathers. Developmental Psychology 31:124-129.

Bailey JM, Dunne MP, Martin NG (2000) Genetic and environmental influences on
sexual orientation and its correlates in an Australian twin sample. J
Personality Soc Psychology, 78:524-536.

Bancroft J (1969) Aversion therapy of homosexuality: a pilot study of 10 cases.
Br J psychiatry 115: 1417-1431.

Bieschke KJ, Perez MP, DeBord KA (2007) Handbook of Counselling and
Psychotherapy with Lesbian, Gay, Bisexual, and Transgender Clients. APA,
Washington, DC.

Cass VC (1979) Homosexual identity formation: a theoretical model. Journal of
Homosexuality 4:219-235.

Cass VC (1984) Homosexual identity formation: testing a theoretical model.
Journal of Sex Research 20:143-167.

Coleman E (1981/1982) Developmental stages of the coming out process. Journal of
Homosexuality 7:31-43.

Crozier (2001) The medical construction of homosexuality and its relation to the
law in nineteenth-century England. Medical History,  45:61-82.

Diaz RM, Ayala G, Bein E, Henne J, Marin BV (2001) The impact of homophobia,
poverty, and racism on the mental health of gay and bisexual latino men:
findings from 3 US cities. Am J Public Health 91:927-932.

Drescher J (2010) Queer diagnoses: parallels and contrasts in the history of
homosexuality, gender variance, and the diagnostic and statistical manual. Arch
Sex Behav 39:427-460.

Drescher J, Byne WM (2009) Homosexuality, Gay and Lesbian Identities, and
Homosexual Behavior, s.2060, Comprehensive Textbook of Psychiatry (Ed., Sadock
PJ, Sadock VA, Ruiz P), Cilt II, 11. Baskı, Lippincott Williams & Wilkins, ABD.
Drucker P (2001) Different Rainbows, GMP, Birleşik Krallık.

Düzyürek S (1997) Eşcinsel bireylerle psikoterapi. Nöropsikiyatri Arşivi
34:192-213.

Flaks DK, Ficher I, Masterpasqua F, Joseph G (1995) Lesbians choosing
motherhood: A comparative study of lesbian and heterosexual parents and their
children. Developmental Psychology 31: 105-114.

Golombok S, Tasker, F (1996) Do parents influence the sexual orientation of
their children? Findings from a longitudinal study of lesbian families.
Developmental Psychology, 32: 3-11.

Gottman JS (1989) Children of gay and lesbian parents, Marriage & Family Review
14:177-196.
Göregenli, M (2003) Gruplararası ilişki ideolojisi olarak homofobi. Lezbiyen ve
Geylerin Sorunları: Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Kaos GL Sempozyumu,
Ankara, s.142.
Green R (2009) Gender Identity Disorders, s.2099, Comprehensive Textbook of
Psychiatry (Ed., Sadock PJ, Sadock VA, Ruiz P), Cilt II, 11. Baskı, Lippincott
Williams & Wilkins, ABD.
Hamer DH, Hu S, Magnuson VL, Hu N, Pattatucci, AML (1993) a linkage between DNA
markers on the X chromosome and male sexual orientation.  Science, 261:321-327.

Hart G ve Wellings K (2002) Sexual behaviour and its medicalisation: in sickness
and in health. BMJ, 324:896-900.
Herek GM (1984) Beyond “homophobia”: a social psychological perspective on
attitudes toward lesbians and gay men. J Homosex 10:1-21.
Herek GM, Garnets LD (2007) Sexual orientation and mental health. Annu Rev Clin
Psychol 3:353-375.

Kendler KS, Thornton LM, Gilman SE, Kessler RC (2000) Sexual orientation in a US
national sample of twin and nontwin sibling pairs. Am J Psychiatry,
157:1843-1846.

King M ve Nazareth I (2006) The health of people classified as lesbian, gay and
bisexual attending family practitioners in London: a controlled study. BMC
Psychiatry 6:127-139.

King M, Semylen J, Tai SS, Killaspy H, Osborn D, Popelyuk D, Nazareth I (2009) A
systematic review of mental disorder, suicide, and deliberate self harm in
lesbian, gay and bisexual people. BMC Psychiatry 8:70-87.

Lewis NM (2009) Mental health in sexual minorities: recent indicators, trends,
and their relationships to place in North America and Europe. Health Place
15:1029-1045.
Madureira AF (2007) The psychological basis of homophobia: cultural construction
of a barrier. Intgr Psychol Behav Sci 41:225-247.
Matthews CR ve Adams EM (2009) Using a social justice approach to prevent the
mental health consequences of heterosexism. J Primary Prevent 30:11-26.

McConaghy N (1969) Subjective and penile plethysmograph responses following
aversion-relief and apomorphine aversion therapy for homosexual impulses. Br j
Psychiatry 115: 723- 730.

Meyer IH (2003) Prejudice, social stress, and mental health in lesbian, gay, and
bisexual populations: conceptual issues and research evidence. Psychol Bull
129:674-697.

Pillard RC, Bailey JM (1998) Human sexual orientation has a heritable component.
Human Biology, 70:347-365.

Rahman Q (2005) The neurodevelopment of human sexual orientation. Neurosci
Biobehav Rev, 29:1057-1066.

Ritter KY ve Terndrup AI (2002) Handbook of Affirmative Psychotherapy with
Lesbians and Gay Men. Guilford Press, New York.

Öztürk MO, Uluşahin, A (2008) Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Cilt II, 11. Baskı,
s.584.
Sakallı, N (2002) Application of the attribution-value model of prejudice to
homosexuality. J Soc Psychol 142:264-271.
Schneider MS, Brown LS, Glassgold JM (2002) Implementing the resolution on
appropriate therapeutic responses to sexual orientation: a guide for the
perplexed. Professional Psychology Research and Practice 33:265-276.

Smith G, Bartlett A, King M (2004) Treatment of homosexuality in Britain since
the 1950s- an oral history: the experience of patients. BMJ, 328: 427-429.

Spencer C (1996) Homosexuality in History. Houghton Mifflin Harcourt, Florida,
ABD.

Sykes B (2003) Adam’s Curse. Bantam, New York.

Tanner BA (1973) Shock intensity and fear of shock in the modification of
homosexual behaviour in males by avoidance learning. Behaviour Research and
Therapy 11:213-218.

Troiden RR (1989) The formation of homosexual identities. Journal of
Homosexuality 17:43-73.

Türkiye Psikiyatri Derneği, CETAD (2010) “Eşcinsellik Hastalık Değildir”, 10
Mart 2010.
http://www.psikiyatri.org.tr/Press.aspx

Türk Psikologlar Derneği (2010) “Eşcinsellik (homoseksüellik) Ruhsal Bir
Bozukluk Değildir”, 23 Mart 2010.
http://www.psikolog.org.tr/ayrinti_haber.php?id=51

Türk Tabipleri Birliği (2010) “Kavaf’ın açıklaması bilimsel tıp ve insan
haklarına aykırıdır”, 16 Mart 2010.
http://www.ttb.org.tr/index.php/haberler/179-ttb/1918-etik

Warner J, McKeown E, Griffin M, Johnson K, Ramsay A, Cort C, King M (2004) Rates
and predictors of mental illness in gay men, lesbians and bisexual men and
women. Br J Psychiatry 185:479-485.

Wilson G, Rahman Q (2005) Born Gay: The Psychobiology of Sex Orientation. Peter
Owen Publishers, London.

Vicinus MJ, Duberman MB, Chauncey Jr G (2001) Traihten Gizlenenler: Gey ve
Lezbiyen Tarihine Yeni Bir Bakış (Çev: Göktaş S), Phoenix Yayınevi, İstanbul.


 


SENDIKA.ORG'U DESTEKLE

Okurlarından başka destekçisi yoktur
Son Eklenenler


 * SOSYALISTLERDEN TAKSIM ÇAĞRILARI: HALKEVLERI BEŞIKTAŞ’TAN; SOL PARTI, EMEP,
   TİP VE TKH SARAÇHANE’DEN YÜRÜYECEK
   
   29 Nisan 2024 19:15


 * 1 MAYIS- V. I. LENIN
   
   29 Nisan 2024 18:32


 * YIL 1909, OSMANLI’DA 1 MAYIS: AMELEYI EFKAR-I HÜRRIYET EFKAR-I SOSYALIZM
   SARDI
   
   29 Nisan 2024 18:24


 * 1 MAYIS’IN KÖKENI VE SIK TEKRARLANAN YANLIŞLAR
   
   29 Nisan 2024 17:58


 * GABONLU DINA’NIN DAVASINDA YARGILANAN TEK SANIĞIN TUTUKLULUĞUNA DEVAM KARARI
   VERILDI: DAVA 5 AĞUSTOS’A ERTELENDI
   
   29 Nisan 2024 17:36


 * 1 MAYIS 2024 TAKTIĞI ÜZERINE
   
   29 Nisan 2024 15:47


 * SEYHAN LIVANELI ÖYKÜ YARIŞMASI’NIN BU YILKI KAZANANI RUHSAN ÇARPADAN ÖDÜLÜNÜ
   ALDI
   
   29 Nisan 2024 15:28


 * ESENYURT DEVLET HASTANESI ÖNÜNDEN SESLENDILER: “SENDIKAL FAALIYET
   ENGELLENEMEZ!”
   
   29 Nisan 2024 15:15


 * 1 MAYIS MARŞININ ÖYKÜSÜ: BIR TIYATRO OYUNU IÇIN BESTELENDI, 77’DEN BERI
   MEYDANLARDA
   
   29 Nisan 2024 15:00


 * KADINLAR VE LGBTİ+’LARIN 1 MAYIS AFIŞLERI: “PATRIYARKAYA, YOKSULLUĞA,
   GERICILIĞE…”
   
   29 Nisan 2024 14:58

 * Hakkımızda
 * Destekçilerimiz
 * Künye
 * İletişim

Kapat