www.suleymaniyevakfi.org Open in urlscan Pro
188.114.96.3  Public Scan

Submitted URL: http://www.suleymaniyevakfi.org/
Effective URL: https://www.suleymaniyevakfi.org/
Submission: On April 03 via api from US — Scanned from NL

Form analysis 1 forms found in the DOM

GET https://www.suleymaniyevakfi.org//search_gcse

<form action="https://www.suleymaniyevakfi.org//search_gcse" method="get" class="arama-kutusu-formu">
  <input class="arama-kutusu" type="search" id="arama-kutusu" autocomplete="off" placeholder="Kelime ara…" value="" name="q">
  <label class="Search-label" for="arama-kutusu"><i class="fa fa-search"></i></label>
</form>

Text Content

MENU

 * Araştırmalar
   * Sık Aranan
     * Kadın ve Aile
     * Helal Gıda Araştırmaları
     * Allah’ın Bilgisi ve Kader
     * Namaz
     * Evlenme – Boşanma
   * Kur’an Araştırmaları
   * Fıkıh Araştırmaları
     * Başörtüsü
     * Evlenme – Boşanma
     * Hac
     * Kadın ve Aile
     * Kurban
     * Miras
     * Namaz
     * Ramazan ve Oruç
   * Hadis Araştırmaları
   * Akaid Araştırmaları
     * Allah’ın Bilgisi ve Kader
   * Fıtrat ve Tıp Araştırmaları
   * Tarih Araştırmaları
     * Dinler Tarihi
     * İslam Tarihi
       * Kuran’da Nebiler
     * Osmanlı Tarihi
   * İslam İktisadı
 * Fetva.net
 * Kur’an Meali
 * Takvim
 * Diyanet
 * Eğitim
 * Eleştiriler
   * Hocalara Sorun
 * Gündem
 * Röportajlar
 * Sizden Gelenler
   * Sizden Gelen İmsak ve Vakit Gözlemleri
   * Sizden Gelen Yazılar
 * Allah’ın Bilgisi ve Kader
 * Başörtüsü
 * Evlenme – Boşanma
 * Hac
 * Helal Gıda Araştırmaları
 * Kadın ve Aile
 * Kandil Geceleri
 * Kurban
 * Miras
 * Namaz
 * Ramazan ve Oruç
 * Tarikat ve Cemaatler
 * Uluslararası Çalışmalar
 * * Araştırmalar
     * Sık Aranan
       * Kadın ve Aile
       * Helal Gıda Araştırmaları
       * Allah’ın Bilgisi ve Kader
       * Namaz
       * Evlenme – Boşanma
     * Kur’an Araştırmaları
     * Fıkıh Araştırmaları
       * Başörtüsü
       * Evlenme – Boşanma
       * Hac
       * Kadın ve Aile
       * Kurban
       * Miras
       * Namaz
       * Ramazan ve Oruç
     * Hadis Araştırmaları
     * Akaid Araştırmaları
       * Allah’ın Bilgisi ve Kader
     * Fıtrat ve Tıp Araştırmaları
     * Tarih Araştırmaları
       * Dinler Tarihi
       * İslam Tarihi
         * Kuran’da Nebiler
       * Osmanlı Tarihi
     * İslam İktisadı
   * Fetva.net
   * Kur’an Meali
   * Takvim
   * Diyanet
   * Eğitim
   * Eleştiriler
     * Hocalara Sorun
   * Gündem
   * Röportajlar
   * Sizden Gelenler
     * Sizden Gelen İmsak ve Vakit Gözlemleri
     * Sizden Gelen Yazılar
   * Allah’ın Bilgisi ve Kader
   * Başörtüsü
   * Evlenme – Boşanma
   * Hac
   * Helal Gıda Araştırmaları
   * Kadın ve Aile
   * Kandil Geceleri
   * Kurban
   * Miras
   * Namaz
   * Ramazan ve Oruç
   * Tarikat ve Cemaatler
   * Uluslararası Çalışmalar


 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 

1
2
3
4
1 Mart


KUR’ÂN’DA SALAT KAVRAMI


27 Şubat


TASDİK KONUSU VE ÖNCEKİ KİTAPLAR HAKKINDA ÖZET


1 Şubat


TEFSIRCILER NASIL TARIHSELCI OLDU?


10 Ağustos


GÖKLERE YOLCULUK İSRÂ VE MİRÂC



Salı
2 Nisan, 2024 "Online Yayın"



KURAN SOHBETLERI – İSRA SURESI 23-25. AYETLER

Süleymaniye Vakfı Ana Bina,Saat: 19:00

Cumartesi
30 Mart, 2024 "Online Yayın"



HIKMET ÇALIŞMALARI – DINDE KENDINI MERKEZE KOYMAK

Süleymaniye Vakfı Ana Bina,Saat: 11:00

 * Bağışta bulun
 * Süleymaniye Vakfı Meali
 * Fıtrat TV
 * SUSEM
 * Fıtrat Radyo
 * Kütüphanemiz
 * Süleymaniye Vakfı Takvimi
 * Kitaplarımız
 * Uluslararası


ARAŞTIRMACILARIMIZ

 * Abdulaziz Bayındır
 * Abdullah Bayındır
 * Abdurrahman Yazıcı
 * Aydın Mülayim
 * Ayşe Ulya Özek
 * Ayşe Zeynep Dönmez
 * Cemal Necim
 * Erdem Uygan
 * Fatih Orum
 * Fehmi Çeçen
 * Harun Ünal
 * Hatice Bayındır
 * Hişam Alabed
 * Mustafa Evli
 * Ömer Mahmut Kuzanlı
 * Servet Bayındır
 * Vedat Yilmaz
 * Yahya Şenol
 * Zeki Bayraktar



standard-title Süleymaniye Vakfı


SÜLEYMANIYE VAKFI

Paylaş
 * 
 * 
 * 


SON EKLENENLER

01
Mart


KUR’ÂN’DA SALAT KAVRAMI

Daha çok namaz diye anlam verilen salat (صلَاة) kelimesinin kökü “bir şeyin
arkasında olma” anlamındaki “salâ (صلا)”dır[1]. ٍBir şeyin arkasında olmak, ona
sırt çevirmemektir. Allah’ın verdiği görevleri yerine getirmeyenlerle ilgili şu
ayetler bu anlamı doğrulamaktadır: فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى . وَلَكِن كَذَّبَ
وَتَوَلَّى (O, canını böyle verir) çünkü doğruları kabul etmedi ve salatı
yapmadı, ama yalana sarıldı ve yüz çevirdi.[2] (Kıyamet 75/31-32) İlk ayette
geçen saddaka (صدق) “doğruları kabul etti” fiili ikinci ayetteki kezzebe
(كذب)’nin yani “yalan saydı”nın zıddı,  sallâ (صلى) = salatı yapmadı da tevellâ
(تولى)’nın yani “sırt çevirdi”nin zıddıdır. Bir şeye sırt çevirmek, arkasında
olmamaktır. Bir şeyin arkasında olmamızı isteyen Allah ise o şey, Allah’ın,
yapmamızı istediği görev yani “kulluk görevi” olur. O görevden yüz çevirmen,
büyük bir günaha girer. Şu âyet de Salat (صلَاة) kelimesinin ”bir şeyin
arkasında olma” anlamını desteklemektedir: إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ
يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ
وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا “Allah ve melekleri bu Nebiye salat ederler / onun
arkasında olurlar. Ey inanıp güvenmiş kimseler! Siz de ona salat edin /
arkasında olun, ona tam bir esenlik ve güvenlik dileyin.” (Ahzab 33/56) Allah’ın
ve müminlerin, Muhammed aleyhisselamın arkasında olduğu ile ilgili ayetlerden
ikisi şöyledir: وَإِنْ يُرِيدُوا أَنْ يَخْدَعُوكَ فَإِنَّ حَسْبَكَ اللَّهُ هُوَ
[…]

27
Şubat


TASDİK KONUSU VE ÖNCEKİ KİTAPLAR HAKKINDA ÖZET

TASDİK’İN TANIMI Tasdik, “onaylama, doğruluğunu ortaya koyma” anlamlarına gelir.
KUR’AN’IN TASDİK EDİCİ OLUŞU Allah, Kur’an’ın, “kendisinin yanında bulunanları
(ma beyne yedeyhi)” ve “ehlikitabın yanında bulunanları” tasdik ettiğini pek çok
ayette açıkça bildirmektedir (Bakara 2/41, 89, 91, 97; Âl-i İmran 3/3; Nisa
4/47; En’âm 6/92; Yunus 10/37; Yusuf 12/111; Fâtır 35/31; Ahkaf 46/12, 30).
“Kur’an’ın yanında bulunanlar” kalıbı, ondan önce indirilmiş kitapları anlattığı
için, “ma beyne yedeyhi” ifadesi Türkçeye çoğunlukla “kendisinden öncekiler”
şeklinde tercüme edilmektedir. Bir ayet şöyledir: (Ey Muhammed!) Gerçekleri
içeren bu kitabı sana, kendinden önceki kitapları tasdik edici ve koruyucu
özellikte indirdik. O halde aralarında Allah’ın indirdiği ile hüküm ver. Sana
gelen gerçekleri bırakıp onların arzularına uyma. Her biriniz için bir özel
hüküm ve geniş yol oluşturduk. Allah gerek görseydi sizi tek bir ümmet yapardı.
Böyle olması, verdiği şeylerle sizi yıpratıcı bir imtihandan geçirmek içindir.
Siz iyi işlerde yarışın. Hep birlikte dönüp geleceğiniz yer Allah’ın huzurudur.
Anlaşmazlığa düştüğünüz konuları Allah size bildirecektir. (Maide 5/48) Bu
ayetten, Kur’ân-ı Kerîm’in, indiği zaman halihazırda bulunan kitapları tasdik
edip içlerindeki hükümleri koruduğunu öğreniyoruz. Bu koruma şu şekilde
yapılmıştır: Kur’an, neshedilmiş (bu kitaba önceki kitaplardan aktarılmış) ya da
unutturulmuş (önceki kitapta bulunmayan) hükümlerin daha hayırlısını ya da
dengini getirmiştir:Bir ayeti nesheder veya unutturursak, yerine […]

01
Şubat


TEFSIRCILER NASIL TARIHSELCI OLDU?

Son zamanlarda sıklıkla gündeme gelen tarihselcilik akımının özellikle
tefsirciler arasında yaygınlaşması, bu konudaki duygu ve düşüncelerimi paylaşmak
için bir neden oldu. Tarihselciliğin ortaya çıkış nedenleri arasında “Kur’an
kitap mı hitap mı?” sorusu da yer almaktadır. Zira hitap denildiğinde ayetler
genelde indiği dönemle ilişkilendirilmekte ve günümüzle bağlantısı
kopartılmaktadır. Halbuki Kur’an’daki anlatılar, o dönemdeki insanları muhatap
alsa da konuları itibariyle tüm zamanlara hitap etmekte ve içerdiği hükümler
evrensel olmaktadır. Allah Teala indirdiği vahyi “İşte (beklenen) o Kitap! Onda
hiçbir şüphe yoktur”[1] diyerek kitap olarak isimlendirmekte ve onun gerek
Levh-i Mahfuz’da gerekse öncekilerin kitaplarında olması, onun yazılı olduğunu
vurgulamaktadır.[2] Birçok ayette Allah kitapla birlikte hikmetten
bahsetmektedir. Hikmetten söz ederken de bize onun vahy edildiğini, verildiğini,
indirildiği ve öğretildiğini anlatmaktadır.[3] Hatta bir ayette şöyle
buyrulmaktadır: “Allah hikmeti, gereğini yapana verir; kime hikmet verilirse ona
çok hayırlı bir şey verilmiştir. Bu bilgiye (hikmete) aklı selim sahiplerinden
başkası ulaşamaz”.[4] Hükümle aynı kökten gelen ve çeşit bildiren mastar
formundaki hikmet kelimesinin anlamı, doğru hükümdür. Allah Resulünün hadisleri,
geleneksel deyişle onun sünneti onun kitaptan çıkardığı hükümlerdir. Bu yüzden
bazen hikmet yerine, hüküm kelimesi kullanılmıştır.[5] Hikmet aynı zamanda
Kur’an’ı anlama usulüdür. Bir konuda hüküm içeren ayetler benzerleriyle (muhkem
ve müteşabihler) bir araya getirilince iki ve katlarından oluşan ikişerli bir
[…]

11
Eylül


MÜKEMMELİYETÇİLİK VE KAYGI BOZUKLUĞU

Günümüzün sıkça rastlanan sorunları arasında yer alan bu iki olguya Kur’ânî
açıdan bir bakalım istedik. MÜKEMMELİYETÇİLİK HAKKINDA Mükemmeliyetçilik, her ne
kadar güzel bir haslet gibi bilinse de “sağlıklı” ve “sağlıksız” olarak
tanımlanan mükemmeliyetçilik davranışları olduğunu bilmemiz gerekir. Bir mümin
olarak, bize zararı dokunabilecek herhangi bir davranış tarzından uzak
kalabilmemiz için, mükemmeliyetçilikle ilgili aklımızda bulundurmamız gereken
bazı gerçekleri hatırlatmak isteriz: GÜZEL İŞ YAPMA VE KOLAYLAŞTIRMA Allah, Âl-i
İmran 3/57, Nahl 16/97 ve daha pek çok ayette insanlara “salih ameli” yani “iyi
işler işlemeyi” ve “ihsan”ı yani “her ne yapılıyorsa onu en güzel şekilde
yapmayı” emretmiştir. O, işlerini güzel yapanları da sevdiğini beyan etmiştir
(Âl-i İmran 3/148). Bu nedenle bir işi düzgün ve iyi şekilde yapmaya çalışmak
dinimizce de uygundur; ancak bunu aşırıya götürerek sürekli mükemmeliyetçi
davranmak, hayatı zorlaştırır. Oysa Allah insanlar için zorluk istemez (Bakara
2/185), onların yükünü hafifletmek ister ve zayıf yaratıldıklarını vurgular
(Nisa 4/28). Hayatın her alanını kolaylaştırma prensibi, şu hadislerde de
görülür: “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin!”
(Buhârî, Edeb, 80) “Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer.
O halde, orta yolu tutun, en iyiyi yapmaya çalışın, o zaman size müjdeler olsun.
Günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanın.” (Buhâri,
İman, 29) “Satarken, alırken ve […]


KURAN'DA NEBILER

Loading…


MUSA VE HARUN ALEYHISSELAM

Kitapta Musa’dan da söz et. Çünkü o içten bağlıydı. O bir elçi, bir peygamberdi.
Ona Tur’un sağ yanından seslenmiş ve gizli konuşmak için iyice yaklaştırmıştık.
Ona acıdığımızdan, kardeşi Harun’u da bir peygamber olarak ona bağışlamıştık.
(Meryem19/51-53) Biz, Musa’ya ve Harun’a gerçekten iyilikte bulunmuştuk. O
ikisini ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık Onlara yardım etmiştik
de yenen taraf onlar olmuştu. Her ikisine, o apaçık Kitab’ı vermiştik. Her
ikisini de doğru bir yola çıkarmıştık. Arkadan gelenler içinde onlara şunu
bırakmıştık. “Musa ve Harun’a selam olsun”. İşte biz, iyilere böyle ödül
veririz. Çünkü her ikisi de inanmış kullarımızdandı. (Saffât 37/114-122) O
ikisini Firavun ve ileri gelen adamlarına elçi göndermiştik de onlar hemen
büyüklük taslamışlardı. Onlar zaten mağrur bir topluluktular. Dediler ki, “Tıpkı
bizim gibi olan iki insana mı inanacağız? Üstelik kavimleri zaten bizim
kölelerimizdir. Onları yalan saydılar ve yok edilenlere karıştılar. Biz o Kitabı
Musa’ya, belki yola gelirler diye vermiştik. (Müminûn 23/46-49) Hz. Harun vahiy
almıştır. Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere nasıl vahyettiysek sana da
öyle vahyettik. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlarına,
İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmişizdir. Davud’a da
Zebur’u verdik. (Nisa 4/163) Firavun Kazıklı Firavun’a Rabbinin ne ettiğini
görmedin mi? (Fecr 89/10) Firavun o yerde gerçekten bir […]

Abdulaziz Bayındır
29. Haz 2009


İBLISIN YOLDAN ÇIKIŞI

Secde Emri 28-9. Rabbin meleklere: “Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan
bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın”
demişti. (Hicr 15) 71-2. Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan
yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” (Sad
38) İblis”in Cevabı “Allah, “Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan
nedir?” dedi, “Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm” cevabını
verdi.” (Araf 7/12) “Allah: “Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni
alıkoyan nedir?” dedi. O: “Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın
insana secde edemem” dedi.” (Hicr 15/32-33) “Allah: ” Ey İblis Kudretimle
yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa
gururlananlardan mısın?” dedi. İblis: “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten
yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. Allah: “Defol oradan, sen artık kovulmuş
birisin. Din gününe kadar lanetim senin üzerinedir” dedi.” (Sad 38/75-78) Aldığı
Ceza “Ona, ” İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın
tekisin” dedi. (Araf 7/13) “Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin.
Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır” dedi.” (Hicr 15/34-35) “Oysa Ben
onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında
hazır bulundurdum. Saptıranları hiçbir işte asla yardımcı da edinmedim. O gün
Allah: “Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin” der. […]

Abdulaziz Bayındır
12. May 2009


ÜZEYIR ALEYHISSELAM

Tevbe sûresinin 30. âyetinde geçen ve nebî olduğuna dair açık ifade bulunmayan
Üzeyir’in hem kimliği hem de Yahudilerin ona “Allah’ın oğlu” deyip demedikleri,
sürekli tartışılır. Müslümanların, bu gibi tartışmalarda kesin sonuca
ulaşamamalarının sebebi, hikmeti bulma usulünün unutulmuş olmasıdır. Hikmeti
bulmak için ekip kurarak birbirine benzer (müteşabih) âyetlerden bir küme
oluşturmak gerekir. Üzeyir aleyhisselam gibi önceki kitapları da ilgilendiren
konularda ise o kitapların ifadelerinden de bir küme oluşturup ilgili Kur’ân
ayetleriyle birlikte okumak icap eder. Bu konu; Beyt-i makdis’in yıkılışı, Babil
Sürgünü, Kudüs’e dönüş ve Mescid’in yeniden inşası ile yakından ilgilidir. Bu
yazıda, Kur’ân âyetleri ile Tevrat’ın içinde yer alan Ezra ve Nehemya
kitaplarının ifadeleri birlikte değerlendirilerek bir sonuca ulaşılacaktır. A-
BEYT-İ MAKDİS’İN YIKILIŞI  Kudüs ve Beyt-i Makdis iki kere yıkılmıştır. Birinci
yıkılışından sonra tekrar yapılmış ama ikinci yıkılışından sonra yeniden
yapılmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle demiştir: وَقَضَيْنَا
إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْأَرْضِ مَرَّتَيْنِ
وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا . فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ أُولَاهُمَا بَعَثْنَا
عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَا أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ
وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا. ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ
وَأَمْدَدْنَاكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَجَعَلْنَاكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا . إِنْ
أَحْسَنْتُمْ أَحْسَنْتُمْ لِأَنْفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاءَ
وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا
دَخَلُوهُ […]

Abdulaziz Bayındır
23. Eyl 2016


ADEM ALEYHISSELAM

“Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban
sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen,
“And olsun seni öldüreceğim” deyince, kardeşi: “Allah ancak sakınanların
takdimesini kabul eder” demişti”. (Maide, 5/27) “Beni öldürmek üzere elini bana
uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, alemlerin Rabbi
olan Allah’tan korkarım”. Ben, hem benim hem de kendi günahını yüklenip
cehennemliklerden olmanı isterim, zulmedenlerin cezası budur”. Bunun üzerine,
kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürerek, zarara uğrayanlardan oldu.
Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen
bir karga gönderdi. “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu
karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi de ettiğine yananlardan oldu. Bunun için
İsrailoğullarına şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde
bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim
de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur”. And
olsun ki, onlara belgelerle nebilerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu
yeryüzünde taşkınlık edenler oldu.” (Maide 5/28-32) “Ey Ademoğulları! Her
mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin,
çünkü Allah müsrifleri sevmez.” (Araf 7/31) “İşte bunlar Allah’ın kendilerine
nimetler sunduğu nebiler Adem’in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan;
İbrahim ve İsmail’in neslinden ve doğru yola […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


NUH ALEYHISSELAM

“Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini seçti ve alemlere üstün
kıldı.” (Ali İmran 3/33) “Gerçekten Nuh’u kavmine elçi göndermiştik; aralarında
dokuz yüz elli yıl kaldı. Sonunda azgın sular onları alıp götürdü. Onlar
haksızlardı.” (Ankebut 29/14) 1- Görevi “Onlara acıklı bir azap gelmeden önce
kavmini uyar” diye Nuh’u kavmine elçi gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz
ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” Siz Allah’a kulluk edin; ondan sakının
ve bana boyun eğin. O da sizin için günahlarınızdan bağışlasın ve size belli bir
süre tanısın. Kuşkusuz Allah’ın verdiği sürenin sonu geldi mi artık uzatılamaz.
Keşke bilmiş olsaydınız.” (Nuh 71/1-4) “Nuh’un kavmi elçilerini yalancı saydı.
Kardeşleri Nuh, onlara dedi ki : “Siz korunmak istemez misiniz? İşte ben sizin
için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan korkun ve bana boyun eğin. Bunun
için sizden bir karşılık istemiyorum. Benim karşılığım başkasına değil sadece
varlıkların sahibine aittir. Artık Allah’tan korkun ve bana boyun eğin.” Dediler
ki, “Sana inanır mıyız hiç? En bayağı kimseler peşinden geliyor.” Dedi ki “Ben
onların ne yapmış olduklarını bilmem. Onların hesapları Rabbime aittir. Ah bir
anlasanız! Ben inananları yanından kovacak biri değilim. Ben başka değil, sadece
açıkça uyaran biriyim” (Şuara 26/105-115) 2- Aldığı Vahiy “Allah Nuh’a ne
buyurmuşsa onu sizin için bu […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


HUD ALEYHISSELAM

1- Görevi “Ad kavmine kardeşleri Hud’u gönderdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur. Siz sadece uyduruyorsunuz.”
(Hud 11/50) “Kardeşleri Hud, onlara: “Siz korunmak istemez misiniz?” demişti.
Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah’tan sakının ve bana itaat
edin. “Ben sizden buna bir karşılık istemiyorum. Benim karşılığım yalnız
varlıkların sahibine aittir.”(Şuara 26/124-127) 2- Aldığı Vahiy “Sizden önceki
Nuh, Ad, Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size ulaşmadı
değil mi? Onları Allah’tan başkası bilmez. Onlara elçiler apaçık belgelerle
gelmişlerdi. Ama bunlar ellerini onların ağızlarına tıkamışlar ve şöyle
demişlerdi: “Biz sizin elçiliğinizi tanımıyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden dolayı
da gerçekten, kuşku veren bir şüphe içindeyiz.” Elçiler de şöyle demişlerdi:
“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe edilir mi hiç? O, günahlarınızdan
bağışlamak ve size belli bir süre tanımak için size çağrı yapıyor.”
(İbrahim14/9-10) “Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra ona dönün ki
size gökten bol bol yağmur göndersin, gücünüze güç katsın. Suç işleyen kişiler
olarak yüz çevirmeyin.” (Hud 11/52) “Sizi uyarsın diye, içinizden bir adama
Rabbinizden bir zikir gelmesine şaşıp kaldınız öylemi? Bir düşünsenize, Allah
Nuh kavminden sonra sizi onların yerine getirdi. Sizi boyca bosca onlardan üstün
kıldı. Allah’ın nimetlerini dile getirin ki, başarıya ulaşasınız.” dedi.” (Araf
7/69) […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


SALIH ALEYHISSELAM

“Semud’a kardeşleri Salih’i gönderdik. Onlara dedi ki; “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur. O, sizin oluşumunuzu toprakta
başlatmış ve orada bir ömür sürmenizi istemiştir. Öyleyse sizi cezadan
korumasını isteyin ve ona yönelin. Doğrusu Rabbim yakındır, kabul eder.” (Hud
11/61) 1- Görevi “Semud, gönderilen elçileri yalancı saymıştı. Kardeşleri Salih
onlara şöyle demişti: “Siz korunmak istemez misiniz? Bakın ben sizin için
güvenilir bir elçiyim; Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Ben sizden
buna bir ücret istemem. Benim ücretim kimseye değil, varlıkların sahibine
aittir. Siz, buradaki şeyler içinde güvenli olarak bırakılacak mısınız sanki?
Bahçelerde ve pınar başlarında. Ekinler ve dolgun tomurcuklu hurmalıklar
arasında? Dağları da ustalıkla yontarak evler yapmaya devam mı edeceksiniz yani?
Siz Allah’tan sakının ve bana itaat edin. O aşırılık yapanların isteklerine de
boyun eğmeyin. Onlar bu topraklarda karışıklık çıkarır da düzeltmezler” (Şuara
26/141-152) 2- Aldığı Vahiy “Onlar, “Zikir, içimizden ona mı bırakıldı? Yok, o
yalancı şımarığın tekidir” dediler. Yalancı şımarık kimmiş, onu yarın
öğreneceklerdir.” (Kamer 54/25-26) 3-Deve Mucizesi “Bizi mucize göndermekten
alıkoyan, sadece öncekilerin onlar karşısında yalan söylemiş olmalarıdır.
Semud’a gözle görülen bir dişi deve vermiştik de ona karşı zalimlik etmişlerdi.
Oysa biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz.” (İsra 17/59) “Semud’a
kardeşleri Salih’i elçi göndermiştik. Onlara […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


İBRAHIM ALEYHISSELAM

“Bir zaman Rabbi İbrahim’i bir takım emirlerle imtihana sokmuş, o bunları yerine
getirmişti. Rabbi, “Ben seni insanlara önder yapacağım” demişti. “Soyumdan da
olsun.” deyince o, “Onların zalim olanları için bir sözüm olmaz” buyurmuştu.”
(Bakara 2/124) “İbrahim’i elçi gönderdik. Kavmine dedi ki: “Allah’a kulluk edin,
O’ndan sakının. Eğer bilmiş olsanız, sizin için hayırlısı budur.” (Ankebut
29/16) “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için güzel bir örnek
vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Biz hem sizden hem de Allah’ın
berisinde neye kulluk ediyorsanız ondan uzağız. Biz sizi tanımıyoruz. Bir tek
Allah’a inanmanıza kadar bizimle sizin aranızda ebedi düşmanlık ve hınç baş
göstermiştir.” İbrahim’in, babasına söylediği şu söz bunun dışındadır: “Seni
cezadan korumasını mutlaka isteyeceğim ama sana Allah’tan gelecek her hangi bir
şeyi savmaya benim gücüm yetmez” Rabbimiz! Sana güvendik, sana yöneldik; dönüş
sanadır.” “Rabbimiz! O tanımazlık edenleri bizimle deneme (bizi onların eline
düşürme); bizi cezalandırma, doğrusu güçlü olan, kararını yerli yerinde veren
sensin sen.” Onlarda sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü dileyen herkes için
gerçekten güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse çevirsin. Allah varya, işte
kimseye ihtiyacı olmayan ve en güzelini yapan odur.” (Mümtehine 60/4-6) “İbrahim
Nuh’un yolunda olanlardandı. Nitekim Rabbine temiz bir kalple geldi.” (Saffat
37/83-84) 1- Göklerin ve Yerin Hâkimiyeti […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


LUT ALEYHISSELAM

“Lut eçilerden biridir.” (Saffât 37/133) “Lut milleti de elçileri
yalanlamıştır.” (Şuarâ 26/160) 1- Lut İbrahim’e İnanmıştı “Lut İbrahim’e
inandı.” (Ankebût 29/26) “Onu da, Lut’u da, herkes için kutsal kıldığımız o yere
ulaştırıp kurtardık.” (Enbiya 21/71) 2- Görevi “Lut milleti elçileri yalanladı.
Kardeşleri Lut, onlara şöyle demişti: “Siz korunmak istemez misiniz? Doğrusu ben
size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan sakının ve bana boyun
eğin. Ben sizden buna bir karşılık istemem. Benim karşılığımı başkası değil,
yalnız varlıkların sahibi verir.” (Şuarâ 26/160-164) 3- Kavminin Çirkin
Davranışları “Lut dedi ki; “Siz alemin erkeklerine gelirsiniz öyle mi?
Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri de bırakırsınız ha? Yok, siz çizgiden
çıkmış bir topluluksunuz.” “Bak Lut!” dediler. “Hele bundan vazgeçme, çaresi
yok, sürgün edilmişlerden biri olursun.” Lut dedi ki: “Sizin bu ettiğinize
gerçekten hınç besleyenlerden biriyim.” “Rabbim! Beni ve ailemi bunların
yapmakta oldukları şeyden kurtar.” Biz de onu ve bütün ailesini kurtardık.
Yalnız bir kocakarı geridekiler içindeydi. Diğerlerini yerle bir ettik.
Üzerlerine de bir yağmur yağdırdık. O uyarılanların yağmuru ne kötü idi! Bunda
iyi bir ibret vardır, ama yine de çokları inanmaz. Senin Rabbin gerçekten
güçlüdür, merhametlidir.” (Şuarâ 26/160-175) “Lut’u da elçi göndermiştik.
Kavmine şöyle demişti: “Siz bile bile bu çirkinliğe mi geliyorsunuz?” Yani
kadınları bırakıp erkeklere […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


ALLAH’IN BEŞER RESÛLÜ

Tarih sürecinde peygamberlere karşı geliştirilen yanlış tutumlar, indirgemeci ve
aşırı yüceltmeci olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan birincisine örnek,
Yahudilerdir. Onların birçoğu peygamberlere gereken değeri vermemiş, onlara
iftiralar atmış, sıradan bir insana gösterdikleri sevgiyi, saygıyı onlardan
esirgemişlerdir. Ve nihayetinde onları öldürecek gaddarlığı da
sergileyebilmişlerdir. İkincisine örnek ise Hristiyanlardır. Onlar Yahudilerin
zıddına peygamber (İsa Aleyhisselâm) sevgisinde aşırıya kaçmış ve onu tanrı
edinmişlerdir. Kur’an’da kendilerinden ehli kitap olarak bahsedilen Yahudi ve
Hristiyanlar, peygamberlere karşı gösterilen davranışların iki aşırı ucunu
oluşturmuşlardır.[1] Bu iki grubun dışında kalan milletlere de peygamberler
gönderilmiştir. Genel olarak “inanmayanlar” veya “müşrikler” olarak adlandırılan
bu gruplar, ehli kitabın aksine, kendilerine elçi olarak gönderilen
peygamberlerin beşer olma özelliğini dillerine dolamışlardır. Bu makalede
Hristiyanların İsa Aleyhisselâm hakkında sergiledikleri aşırı tutum ile
inanmayanların peygamberlerin beşer oluşuna karşı geliştirdikleri söylem, İslam
dünyasında karşılaşılan bazı yanlış durumlarla mukayese edilmek suretiyle
incelemeye tabi tutulacaktır. Yahudilerin ve -az da olsa- bazı Müslümanların
gösterdiği indirgemeci peygamber tasavvuruna bu makalede değinilmeyecektir. 1.
MÜŞRİKLERİN BEKLENTİSİ: MELEK PEYGAMBER Dini tebliğ etmek için gönderilen
peygamberlerin birer beşer olmalarını, inanmayanlar bir türlü kabullenmek
istememişlerdir. Tarihi açıdan Nûh Aleyhisselâm zamanına kadar götürülebilecek
bu durum, son nebî Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e kadar böyle devam ede
gelmiştir. Nûh Aleyhisselâm, kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle
itiraz […]

Yahya Şenol
29. Eyl 2009


EYYÜB ALEYHISSELAM

İbrahim Aleyhisselamın Soyundan Bir Nebi İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u armağan
ettik, hepsine doğru yolu gösterdik. Daha önce Nuh’a da doğru yolu göstermiştik.
Onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da
gösterdik. Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya,
İsa’ya ve İlyas’a da… Bunların hepsi iyilerdendir. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a,
Lut’a da doğru yolu gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık. Onların
babalarından, soylarından ve kardeşleri içinden de… Onlardan da seçtik ve doğru
yola yönlendirdik. İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah’ın doğru yoludur. O,
gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk
koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet
ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen
kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, görmezlik
etmeyecek bir topluluğu, onları korumakla görevlendiririz. İşte onlar, Allah’ın
rehber /kitap verdiği kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy. De
ki: “Ben yaptığım bu iş için sizden bir karşılık beklemiyorum. O, alemler için
sadece bir öğüt ve akılda tutulması gereken bilgidir!” (En’am 6/84-90)
Hastalıktan Kurtulması “Eyüb… O bir gün Rabbine şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Ben
(yorgunluk ve acı veren) bir derde düştüm sen ise merhametlilerin en
merhametlisisin.” İsteğini kabul edip derdine derman olduk. Katımızdan ona bir
ikram […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


YUSUF ALEYHISSELAM

(Firavun hanedanından olup imanını gizleyen mümin bir kişi onlara şöyle
demişti:) “Daha önce Yusuf da size o açık belgelerle (mucizelerle) gelmişti.
Getirdiği şeylerde ikileme düşmüş, öldüğü zaman da “Ondan sonra Allah, artık
elçi göndermez” demiştiniz. Allah, böyle saçma sapan düşünceler kurgulayan
kişiyi işte böyle sapık sayar.” Onlar Allah’ın ayetleri hakkında, kendilerinde
bir delil olmadan haklı çıkmaya çalışanlardır. Bu hem Allah katında, hem de
inanıp güvenler katında onlara büyük bir nefret oluşturur. Allah, büyüklük
taslayan her bir zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mümin 40/34-35) YUSUF SÛRESİ
Bismillahirrahmanirrahim ELİF! LAM! RA! Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan
Kitap’ın ayetleridir. Aklınızı kullanasınız diye, biz onu Arapça kümeler hâlinde
indirdik. Şimdi, vahyettiğimiz bu ayet kümeleriyle sana hikâyelerin en güzelini
anlatacağız. Daha önce sen bundan tamamen habersizdin. Yusuf’un Rüyası Bir gün
Yusuf babasına şöyle demişti: “Babacığım! Rüyamda on bir yıldız, güneşi ve ayı
gördüm. Baktım ki hepsi bana doğru eğiliyor.” Dedi ki “Yavrucuğum! Rüyanı
kardeşlerine anlatma; sana bir oyun oynarlar. Çünkü Şeytan insanın açık
düşmanıdır.” “Rabbin, işte bu yolla seni seçecek ve olaylar arasındaki
bağlantıyı  (tevili) öğretecek, daha önce ataların İbrahim’e ve İshak’a olan
iyiliklerini tamamladığı gibi sana ve Yakup ailesine ettiği iyilikleri de
tamamlayacaktır. Senin Rabbin, daima bilen ve kararları doğru olandır.” Kuyuya
Atılışı Kuşkusuz […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


YAKUB ALEYHISSELAM

Yakub Aleyhisselamın Vasiyeti “Kendi değerini düşüren akılsızdan başka kim
İbrahim’in dini yaşama biçimine kayıtsız kalabilir! Biz onu dünyada seçkin
kıldık. O, ahirette de iyiler arasında olacaktır. Rabbi ona “Teslim ol!” demiş,
o da “Varlıkların Rabbine /Sahibine teslim oldum!” demişti. İbrahim bunu
evlatlarına da vasiyet etti. Yakup da öyle yaptı. Şöyle dediler: “Evlatlarım!
Allah sizin için bu dini seçti. Sakın ha, Allah’a teslim olmadan ölmeyin!” Yoksa
siz Yakup ölmek üzere iken orada mıydınız! O sırada evlatlarına, “Benim arkamdan
kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar, “Senin ilahına, ataların İbrahim,
İsmail ve İshak’ın ilahına yani tek ilaha kulluk edeceğiz. Biz, ona teslim olmuş
kimseleriz!” dediler. Onlar gelip geçmiş bir toplumdur. Onların kazandıkları
onlara, sizin kazandıklarınız size! Onların yaptıkları işler size
sorulmayacaktır.” (Bakara 2/130-134) Yakub Aleyhisselamın Haram Kıldığı Şeyler
“(Yahudiler dediler ki) “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram
ettiği yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir.” De ki:
“İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.” Kim bundan
(Tevrat’ı okuduktan) sonra hâlâ bu yalanı Allah’a mal ederse, işte onlar yanlış
yapmış olanlardır.” (Ali İmran 3/93-94) Abdulaziz BAYINDIR  

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


İSHAK ALEYHISSELAM

Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e,
İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş
olana, Rableri /Sahipleri tarafından bütün nebilere verilenlere inandık.
Onlardan birini diğerinden ayırmayız. Biz sadece Allah’a teslim olmuş
kimseleriz. (Bakara 2/136) Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının
Yahudi veya Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi iyi
bilirsiniz, Allah mı?” Allah’ın şahitlik ettiği bir şeyi bile bile gizleyenden
daha büyük yanlışı kim yapabilir? Allah, yaptığınız hiçbir şeye ilgisiz kalmaz.
(Bakara 2/140) İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsine doğru yolu
gösterdik. Daha önce Nuh’a da doğru yolu göstermiştik. Onun soyundan Davud’a,
Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da gösterdik. Biz, güzel
davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da…
Bunların hepsi iyilerdendir. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a, Lut’a da doğru yolu
gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık. Onların babalarından,
soylarından ve kardeşleri içinden de… Onlardan da seçtik ve doğru yola
yönlendirdik. İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah’ın doğru yoludur. O,
gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk
koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet
ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen
kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


İSMAIL ALEYHISSELAM

“O Beyt’i insanların toplanacağı ve güvende olacağı bir yer yaptık. Siz makam-ı
İbrahim’i /İbrahim’in ibadet için durduğu yerleri, ibadet yeri yapın. İbrahim
ile İsmail’e görev verdik, “Beyt’imi tavaf edenler, itikâfta bulunanlar, rükû ve
secde edenler /namaz kılanlar için tertemiz tutun!” dedik. Bir gün İbrahim şöyle
yalvardı: “Rabbim /Sahibim, burayı güvenli bir belde yap! Buranın halkından
Allah’a ve ahiret gününe inananları her üründen rızıklandır!” Allah da şöyle
dedi: “Ayetleri görmezlikte direneni de bir süre nimetlerden yararlandırır, ama
daha sonra onu ateş azabına mahkûm ederim. Ne kötü hale gelmektir o!” İbrahim
ile İsmail, Kâbe’nin temellerini yükselttikleri sırada şöyle yalvardılar:
“Rabbimiz, bu işimizi kabul et, daima dinleyen ve bilen sensin!” “Rabbimiz!
İkimizi de sana teslim olmuş kişiler yap, soyumuzdan gelenlerden sana teslim
olmuş bir toplum oluştur! Bize hac ve umre ibadetlerini yapacağımız yerleri
göster ve tövbemizi /dönüşümüzü kabul et! Tövbeleri /dönüşleri kabul eden ve
ikramı bol olan sensin! “Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir elçi görevlendir
de senin ayetlerini onlara, bağlantılarıyla birlikte okusun, kitabı ve hikmeti
öğretsin ve onları geliştirsin. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan
sadece sensin!” (Bakara 2/125-129) Gelen Vahiy “Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a
inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve
torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


DAVUD ALEYHISSELAM

Hz. Davud, Yakub aleyhisselam’ın oğlu Yehûda’ın soyundandır. İşmuil (Şemuyel =
Samuel) aleyhisselamın ölümünden sonra kendisine nebilik verilmiş, kayınpederi
Talut’un ölümünden sonra da İsrailoğullarına hükümdar olmuştur. Nebiliğinden
Önceki Olaylar “Musa’dan sonra, İsrailoğullarının önde gelen adamlarını gözünde
canlandırmaz mısın? Onlar nebilerine “Bize bir başkomutan görevlendir de Allah
yolunda savaşalım!” demişlerdi. “Ya savaş emredilir de savaşmazsanız?” dedi.
“Kaybedecek neyimiz kaldı ki Allah yolunda savaşmayalım! Hem yurtlarımızdan
çıkarılmışız hem çocuklarımızdan ayrı düşürülmüşüz.” dediler. İstedikleri savaş
üzerlerine farz kılınınca, pek azı dışında hepsi kaçıverdi. O zalimleri bilen
Allah’tır.” (Bakara 2/246) Talut’un (Saul) Hükümdarlığı “Nebileri onlara “Allah,
size başkomutan olarak Tâlût’u görevlendirdi” dedi. “O bize nasıl komutanlık
yapabilir? Komutanlık ondan çok bizim hakkımızdır. Ona fazla bir mal verilmiş de
değil!” dediler. Nebi, “Onu başınıza Allah seçti. Ona, bilgi ve vücut bakımından
üstünlük de verdi. Allah yetkiyi, tercih ettiğine verir.” dedi. Allah, imkânları
geniş olan ve daima bilendir. Nebileri onlara dedi ki: “Ona başkomutanlık
verildiğinin belgesi, size Sandık’ın gelmesidir. İçinde Rabbinizden
/Sahibinizden sizi rahatlatacak bir şey, bir de Musa ve Harun ailelerinin
bıraktığı hatıralar olacak ve onu melekler taşıyacaktır. Eğer inanıyorsanız
bunda sizin için gerçek bir ayet /gösterge vardır.” (Bakara 2/247-248) Ürdün
Nehrini Geçiş “Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, “Doğrusu Allah sizi bir
ırmakla deneyecektir, ondan içen […]

Abdulaziz Bayındır
29. Haz 2009


MUSA VE HARUN ALEYHISSELAM

Kitapta Musa’dan da söz et. Çünkü o içten bağlıydı. O bir elçi, bir peygamberdi.
Ona Tur’un sağ yanından seslenmiş ve gizli konuşmak için iyice yaklaştırmıştık.
Ona acıdığımızdan, kardeşi Harun’u da bir peygamber olarak ona bağışlamıştık.
(Meryem19/51-53) Biz, Musa’ya ve Harun’a gerçekten iyilikte bulunmuştuk. O
ikisini ve kavimlerini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık Onlara yardım etmiştik
de yenen taraf onlar olmuştu. Her ikisine, o apaçık Kitab’ı vermiştik. Her
ikisini de doğru bir yola çıkarmıştık. Arkadan gelenler içinde onlara şunu
bırakmıştık. “Musa ve Harun’a selam olsun”. İşte biz, iyilere böyle ödül
veririz. Çünkü her ikisi de inanmış kullarımızdandı. (Saffât 37/114-122) O
ikisini Firavun ve ileri gelen adamlarına elçi göndermiştik de onlar hemen
büyüklük taslamışlardı. Onlar zaten mağrur bir topluluktular. Dediler ki, “Tıpkı
bizim gibi olan iki insana mı inanacağız? Üstelik kavimleri zaten bizim
kölelerimizdir. Onları yalan saydılar ve yok edilenlere karıştılar. Biz o Kitabı
Musa’ya, belki yola gelirler diye vermiştik. (Müminûn 23/46-49) Hz. Harun vahiy
almıştır. Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere nasıl vahyettiysek sana da
öyle vahyettik. Nitekim İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlarına,
İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmişizdir. Davud’a da
Zebur’u verdik. (Nisa 4/163) Firavun Kazıklı Firavun’a Rabbinin ne ettiğini
görmedin mi? (Fecr 89/10) Firavun o yerde gerçekten bir […]

Abdulaziz Bayındır
29. Haz 2009


İBLISIN YOLDAN ÇIKIŞI

Secde Emri 28-9. Rabbin meleklere: “Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan
bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın”
demişti. (Hicr 15) 71-2. Rabbin meleklere şöyle demişti: “Ben çamurdan bir insan
yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” (Sad
38) İblis”in Cevabı “Allah, “Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan
nedir?” dedi, “Beni ateşten onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm” cevabını
verdi.” (Araf 7/12) “Allah: “Ey İblis! Secde edenlerle beraber olmaktan seni
alıkoyan nedir?” dedi. O: “Balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattığın
insana secde edemem” dedi.” (Hicr 15/32-33) “Allah: ” Ey İblis Kudretimle
yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Böbürlendin mi? Yoksa
gururlananlardan mısın?” dedi. İblis: “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten
yarattın, onu çamurdan yarattın” dedi. Allah: “Defol oradan, sen artık kovulmuş
birisin. Din gününe kadar lanetim senin üzerinedir” dedi.” (Sad 38/75-78) Aldığı
Ceza “Ona, ” İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol, sen alçağın
tekisin” dedi. (Araf 7/13) “Öyleyse defol oradan, sen artık kovulmuş birisin.
Doğrusu hesap gününe kadar lanet sanadır” dedi.” (Hicr 15/34-35) “Oysa Ben
onları ne göklerin ve yerin yaratılmasında ve ne de kendilerinin yaratılmasında
hazır bulundurdum. Saptıranları hiçbir işte asla yardımcı da edinmedim. O gün
Allah: “Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin” der. […]

Abdulaziz Bayındır
12. May 2009


ÜZEYIR ALEYHISSELAM

Tevbe sûresinin 30. âyetinde geçen ve nebî olduğuna dair açık ifade bulunmayan
Üzeyir’in hem kimliği hem de Yahudilerin ona “Allah’ın oğlu” deyip demedikleri,
sürekli tartışılır. Müslümanların, bu gibi tartışmalarda kesin sonuca
ulaşamamalarının sebebi, hikmeti bulma usulünün unutulmuş olmasıdır. Hikmeti
bulmak için ekip kurarak birbirine benzer (müteşabih) âyetlerden bir küme
oluşturmak gerekir. Üzeyir aleyhisselam gibi önceki kitapları da ilgilendiren
konularda ise o kitapların ifadelerinden de bir küme oluşturup ilgili Kur’ân
ayetleriyle birlikte okumak icap eder. Bu konu; Beyt-i makdis’in yıkılışı, Babil
Sürgünü, Kudüs’e dönüş ve Mescid’in yeniden inşası ile yakından ilgilidir. Bu
yazıda, Kur’ân âyetleri ile Tevrat’ın içinde yer alan Ezra ve Nehemya
kitaplarının ifadeleri birlikte değerlendirilerek bir sonuca ulaşılacaktır. A-
BEYT-İ MAKDİS’İN YIKILIŞI  Kudüs ve Beyt-i Makdis iki kere yıkılmıştır. Birinci
yıkılışından sonra tekrar yapılmış ama ikinci yıkılışından sonra yeniden
yapılmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle demiştir: وَقَضَيْنَا
إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ فِي الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِي الْأَرْضِ مَرَّتَيْنِ
وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا . فَإِذَا جَاءَ وَعْدُ أُولَاهُمَا بَعَثْنَا
عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَنَا أُولِي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُوا خِلَالَ الدِّيَارِ
وَكَانَ وَعْدًا مَفْعُولًا. ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ
وَأَمْدَدْنَاكُمْ بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ وَجَعَلْنَاكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا . إِنْ
أَحْسَنْتُمْ أَحْسَنْتُمْ لِأَنْفُسِكُمْ وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا فَإِذَا جَاءَ
وَعْدُ الْآخِرَةِ لِيَسُوءُوا وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُوا الْمَسْجِدَ كَمَا
دَخَلُوهُ […]

Abdulaziz Bayındır
23. Eyl 2016


ADEM ALEYHISSELAM

“Onlara, Adem’in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban
sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen,
“And olsun seni öldüreceğim” deyince, kardeşi: “Allah ancak sakınanların
takdimesini kabul eder” demişti”. (Maide, 5/27) “Beni öldürmek üzere elini bana
uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, alemlerin Rabbi
olan Allah’tan korkarım”. Ben, hem benim hem de kendi günahını yüklenip
cehennemliklerden olmanı isterim, zulmedenlerin cezası budur”. Bunun üzerine,
kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürerek, zarara uğrayanlardan oldu.
Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen
bir karga gönderdi. “Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu
karga kadar olmaktan aciz kaldım” dedi de ettiğine yananlardan oldu. Bunun için
İsrailoğullarına şöyle yazdık: “Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde
bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim
de onu diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur”. And
olsun ki, onlara belgelerle nebilerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu
yeryüzünde taşkınlık edenler oldu.” (Maide 5/28-32) “Ey Ademoğulları! Her
mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için fakat israf etmeyin,
çünkü Allah müsrifleri sevmez.” (Araf 7/31) “İşte bunlar Allah’ın kendilerine
nimetler sunduğu nebiler Adem’in soyundan, Nuh ile beraber taşıdıklarımızdan;
İbrahim ve İsmail’in neslinden ve doğru yola […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


NUH ALEYHISSELAM

“Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini, İmran ailesini seçti ve alemlere üstün
kıldı.” (Ali İmran 3/33) “Gerçekten Nuh’u kavmine elçi göndermiştik; aralarında
dokuz yüz elli yıl kaldı. Sonunda azgın sular onları alıp götürdü. Onlar
haksızlardı.” (Ankebut 29/14) 1- Görevi “Onlara acıklı bir azap gelmeden önce
kavmini uyar” diye Nuh’u kavmine elçi gönderdik. Dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz
ben, sizin için apaçık bir uyarıcıyım.” Siz Allah’a kulluk edin; ondan sakının
ve bana boyun eğin. O da sizin için günahlarınızdan bağışlasın ve size belli bir
süre tanısın. Kuşkusuz Allah’ın verdiği sürenin sonu geldi mi artık uzatılamaz.
Keşke bilmiş olsaydınız.” (Nuh 71/1-4) “Nuh’un kavmi elçilerini yalancı saydı.
Kardeşleri Nuh, onlara dedi ki : “Siz korunmak istemez misiniz? İşte ben sizin
için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan korkun ve bana boyun eğin. Bunun
için sizden bir karşılık istemiyorum. Benim karşılığım başkasına değil sadece
varlıkların sahibine aittir. Artık Allah’tan korkun ve bana boyun eğin.” Dediler
ki, “Sana inanır mıyız hiç? En bayağı kimseler peşinden geliyor.” Dedi ki “Ben
onların ne yapmış olduklarını bilmem. Onların hesapları Rabbime aittir. Ah bir
anlasanız! Ben inananları yanından kovacak biri değilim. Ben başka değil, sadece
açıkça uyaran biriyim” (Şuara 26/105-115) 2- Aldığı Vahiy “Allah Nuh’a ne
buyurmuşsa onu sizin için bu […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


HUD ALEYHISSELAM

1- Görevi “Ad kavmine kardeşleri Hud’u gönderdik. Şöyle dedi: “Ey kavmim!
Allah’a kulluk edin. O’ndan başka tanrınız yoktur. Siz sadece uyduruyorsunuz.”
(Hud 11/50) “Kardeşleri Hud, onlara: “Siz korunmak istemez misiniz?” demişti.
Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim; Allah’tan sakının ve bana itaat
edin. “Ben sizden buna bir karşılık istemiyorum. Benim karşılığım yalnız
varlıkların sahibine aittir.”(Şuara 26/124-127) 2- Aldığı Vahiy “Sizden önceki
Nuh, Ad, Semud kavimlerinin ve onlardan sonra gelenlerin haberleri size ulaşmadı
değil mi? Onları Allah’tan başkası bilmez. Onlara elçiler apaçık belgelerle
gelmişlerdi. Ama bunlar ellerini onların ağızlarına tıkamışlar ve şöyle
demişlerdi: “Biz sizin elçiliğinizi tanımıyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden dolayı
da gerçekten, kuşku veren bir şüphe içindeyiz.” Elçiler de şöyle demişlerdi:
“Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe edilir mi hiç? O, günahlarınızdan
bağışlamak ve size belli bir süre tanımak için size çağrı yapıyor.”
(İbrahim14/9-10) “Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra ona dönün ki
size gökten bol bol yağmur göndersin, gücünüze güç katsın. Suç işleyen kişiler
olarak yüz çevirmeyin.” (Hud 11/52) “Sizi uyarsın diye, içinizden bir adama
Rabbinizden bir zikir gelmesine şaşıp kaldınız öylemi? Bir düşünsenize, Allah
Nuh kavminden sonra sizi onların yerine getirdi. Sizi boyca bosca onlardan üstün
kıldı. Allah’ın nimetlerini dile getirin ki, başarıya ulaşasınız.” dedi.” (Araf
7/69) […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


SALIH ALEYHISSELAM

“Semud’a kardeşleri Salih’i gönderdik. Onlara dedi ki; “Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur. O, sizin oluşumunuzu toprakta
başlatmış ve orada bir ömür sürmenizi istemiştir. Öyleyse sizi cezadan
korumasını isteyin ve ona yönelin. Doğrusu Rabbim yakındır, kabul eder.” (Hud
11/61) 1- Görevi “Semud, gönderilen elçileri yalancı saymıştı. Kardeşleri Salih
onlara şöyle demişti: “Siz korunmak istemez misiniz? Bakın ben sizin için
güvenilir bir elçiyim; Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Ben sizden
buna bir ücret istemem. Benim ücretim kimseye değil, varlıkların sahibine
aittir. Siz, buradaki şeyler içinde güvenli olarak bırakılacak mısınız sanki?
Bahçelerde ve pınar başlarında. Ekinler ve dolgun tomurcuklu hurmalıklar
arasında? Dağları da ustalıkla yontarak evler yapmaya devam mı edeceksiniz yani?
Siz Allah’tan sakının ve bana itaat edin. O aşırılık yapanların isteklerine de
boyun eğmeyin. Onlar bu topraklarda karışıklık çıkarır da düzeltmezler” (Şuara
26/141-152) 2- Aldığı Vahiy “Onlar, “Zikir, içimizden ona mı bırakıldı? Yok, o
yalancı şımarığın tekidir” dediler. Yalancı şımarık kimmiş, onu yarın
öğreneceklerdir.” (Kamer 54/25-26) 3-Deve Mucizesi “Bizi mucize göndermekten
alıkoyan, sadece öncekilerin onlar karşısında yalan söylemiş olmalarıdır.
Semud’a gözle görülen bir dişi deve vermiştik de ona karşı zalimlik etmişlerdi.
Oysa biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz.” (İsra 17/59) “Semud’a
kardeşleri Salih’i elçi göndermiştik. Onlara […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


İBRAHIM ALEYHISSELAM

“Bir zaman Rabbi İbrahim’i bir takım emirlerle imtihana sokmuş, o bunları yerine
getirmişti. Rabbi, “Ben seni insanlara önder yapacağım” demişti. “Soyumdan da
olsun.” deyince o, “Onların zalim olanları için bir sözüm olmaz” buyurmuştu.”
(Bakara 2/124) “İbrahim’i elçi gönderdik. Kavmine dedi ki: “Allah’a kulluk edin,
O’ndan sakının. Eğer bilmiş olsanız, sizin için hayırlısı budur.” (Ankebut
29/16) “İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için güzel bir örnek
vardır. Onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: “Biz hem sizden hem de Allah’ın
berisinde neye kulluk ediyorsanız ondan uzağız. Biz sizi tanımıyoruz. Bir tek
Allah’a inanmanıza kadar bizimle sizin aranızda ebedi düşmanlık ve hınç baş
göstermiştir.” İbrahim’in, babasına söylediği şu söz bunun dışındadır: “Seni
cezadan korumasını mutlaka isteyeceğim ama sana Allah’tan gelecek her hangi bir
şeyi savmaya benim gücüm yetmez” Rabbimiz! Sana güvendik, sana yöneldik; dönüş
sanadır.” “Rabbimiz! O tanımazlık edenleri bizimle deneme (bizi onların eline
düşürme); bizi cezalandırma, doğrusu güçlü olan, kararını yerli yerinde veren
sensin sen.” Onlarda sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü dileyen herkes için
gerçekten güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse çevirsin. Allah varya, işte
kimseye ihtiyacı olmayan ve en güzelini yapan odur.” (Mümtehine 60/4-6) “İbrahim
Nuh’un yolunda olanlardandı. Nitekim Rabbine temiz bir kalple geldi.” (Saffat
37/83-84) 1- Göklerin ve Yerin Hâkimiyeti […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


LUT ALEYHISSELAM

“Lut eçilerden biridir.” (Saffât 37/133) “Lut milleti de elçileri
yalanlamıştır.” (Şuarâ 26/160) 1- Lut İbrahim’e İnanmıştı “Lut İbrahim’e
inandı.” (Ankebût 29/26) “Onu da, Lut’u da, herkes için kutsal kıldığımız o yere
ulaştırıp kurtardık.” (Enbiya 21/71) 2- Görevi “Lut milleti elçileri yalanladı.
Kardeşleri Lut, onlara şöyle demişti: “Siz korunmak istemez misiniz? Doğrusu ben
size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’tan sakının ve bana boyun
eğin. Ben sizden buna bir karşılık istemem. Benim karşılığımı başkası değil,
yalnız varlıkların sahibi verir.” (Şuarâ 26/160-164) 3- Kavminin Çirkin
Davranışları “Lut dedi ki; “Siz alemin erkeklerine gelirsiniz öyle mi?
Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri de bırakırsınız ha? Yok, siz çizgiden
çıkmış bir topluluksunuz.” “Bak Lut!” dediler. “Hele bundan vazgeçme, çaresi
yok, sürgün edilmişlerden biri olursun.” Lut dedi ki: “Sizin bu ettiğinize
gerçekten hınç besleyenlerden biriyim.” “Rabbim! Beni ve ailemi bunların
yapmakta oldukları şeyden kurtar.” Biz de onu ve bütün ailesini kurtardık.
Yalnız bir kocakarı geridekiler içindeydi. Diğerlerini yerle bir ettik.
Üzerlerine de bir yağmur yağdırdık. O uyarılanların yağmuru ne kötü idi! Bunda
iyi bir ibret vardır, ama yine de çokları inanmaz. Senin Rabbin gerçekten
güçlüdür, merhametlidir.” (Şuarâ 26/160-175) “Lut’u da elçi göndermiştik.
Kavmine şöyle demişti: “Siz bile bile bu çirkinliğe mi geliyorsunuz?” Yani
kadınları bırakıp erkeklere […]

Abdulaziz Bayındır
6. Eki 2009


ALLAH’IN BEŞER RESÛLÜ

Tarih sürecinde peygamberlere karşı geliştirilen yanlış tutumlar, indirgemeci ve
aşırı yüceltmeci olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan birincisine örnek,
Yahudilerdir. Onların birçoğu peygamberlere gereken değeri vermemiş, onlara
iftiralar atmış, sıradan bir insana gösterdikleri sevgiyi, saygıyı onlardan
esirgemişlerdir. Ve nihayetinde onları öldürecek gaddarlığı da
sergileyebilmişlerdir. İkincisine örnek ise Hristiyanlardır. Onlar Yahudilerin
zıddına peygamber (İsa Aleyhisselâm) sevgisinde aşırıya kaçmış ve onu tanrı
edinmişlerdir. Kur’an’da kendilerinden ehli kitap olarak bahsedilen Yahudi ve
Hristiyanlar, peygamberlere karşı gösterilen davranışların iki aşırı ucunu
oluşturmuşlardır.[1] Bu iki grubun dışında kalan milletlere de peygamberler
gönderilmiştir. Genel olarak “inanmayanlar” veya “müşrikler” olarak adlandırılan
bu gruplar, ehli kitabın aksine, kendilerine elçi olarak gönderilen
peygamberlerin beşer olma özelliğini dillerine dolamışlardır. Bu makalede
Hristiyanların İsa Aleyhisselâm hakkında sergiledikleri aşırı tutum ile
inanmayanların peygamberlerin beşer oluşuna karşı geliştirdikleri söylem, İslam
dünyasında karşılaşılan bazı yanlış durumlarla mukayese edilmek suretiyle
incelemeye tabi tutulacaktır. Yahudilerin ve -az da olsa- bazı Müslümanların
gösterdiği indirgemeci peygamber tasavvuruna bu makalede değinilmeyecektir. 1.
MÜŞRİKLERİN BEKLENTİSİ: MELEK PEYGAMBER Dini tebliğ etmek için gönderilen
peygamberlerin birer beşer olmalarını, inanmayanlar bir türlü kabullenmek
istememişlerdir. Tarihi açıdan Nûh Aleyhisselâm zamanına kadar götürülebilecek
bu durum, son nebî Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e kadar böyle devam ede
gelmiştir. Nûh Aleyhisselâm, kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle
itiraz […]

Yahya Şenol
29. Eyl 2009


EYYÜB ALEYHISSELAM

İbrahim Aleyhisselamın Soyundan Bir Nebi İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u armağan
ettik, hepsine doğru yolu gösterdik. Daha önce Nuh’a da doğru yolu göstermiştik.
Onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da
gösterdik. Biz, güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya,
İsa’ya ve İlyas’a da… Bunların hepsi iyilerdendir. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a,
Lut’a da doğru yolu gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık. Onların
babalarından, soylarından ve kardeşleri içinden de… Onlardan da seçtik ve doğru
yola yönlendirdik. İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah’ın doğru yoludur. O,
gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk
koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet
ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen
kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, görmezlik
etmeyecek bir topluluğu, onları korumakla görevlendiririz. İşte onlar, Allah’ın
rehber /kitap verdiği kimselerdir. Sen de onların rehberine /kitaplarına uy. De
ki: “Ben yaptığım bu iş için sizden bir karşılık beklemiyorum. O, alemler için
sadece bir öğüt ve akılda tutulması gereken bilgidir!” (En’am 6/84-90)
Hastalıktan Kurtulması “Eyüb… O bir gün Rabbine şöyle yalvarıp yakarmıştı: “Ben
(yorgunluk ve acı veren) bir derde düştüm sen ise merhametlilerin en
merhametlisisin.” İsteğini kabul edip derdine derman olduk. Katımızdan ona bir
ikram […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


YUSUF ALEYHISSELAM

(Firavun hanedanından olup imanını gizleyen mümin bir kişi onlara şöyle
demişti:) “Daha önce Yusuf da size o açık belgelerle (mucizelerle) gelmişti.
Getirdiği şeylerde ikileme düşmüş, öldüğü zaman da “Ondan sonra Allah, artık
elçi göndermez” demiştiniz. Allah, böyle saçma sapan düşünceler kurgulayan
kişiyi işte böyle sapık sayar.” Onlar Allah’ın ayetleri hakkında, kendilerinde
bir delil olmadan haklı çıkmaya çalışanlardır. Bu hem Allah katında, hem de
inanıp güvenler katında onlara büyük bir nefret oluşturur. Allah, büyüklük
taslayan her bir zorbanın kalbini böyle mühürler. (Mümin 40/34-35) YUSUF SÛRESİ
Bismillahirrahmanirrahim ELİF! LAM! RA! Bunlar her şeyi açıkça ortaya koyan
Kitap’ın ayetleridir. Aklınızı kullanasınız diye, biz onu Arapça kümeler hâlinde
indirdik. Şimdi, vahyettiğimiz bu ayet kümeleriyle sana hikâyelerin en güzelini
anlatacağız. Daha önce sen bundan tamamen habersizdin. Yusuf’un Rüyası Bir gün
Yusuf babasına şöyle demişti: “Babacığım! Rüyamda on bir yıldız, güneşi ve ayı
gördüm. Baktım ki hepsi bana doğru eğiliyor.” Dedi ki “Yavrucuğum! Rüyanı
kardeşlerine anlatma; sana bir oyun oynarlar. Çünkü Şeytan insanın açık
düşmanıdır.” “Rabbin, işte bu yolla seni seçecek ve olaylar arasındaki
bağlantıyı  (tevili) öğretecek, daha önce ataların İbrahim’e ve İshak’a olan
iyiliklerini tamamladığı gibi sana ve Yakup ailesine ettiği iyilikleri de
tamamlayacaktır. Senin Rabbin, daima bilen ve kararları doğru olandır.” Kuyuya
Atılışı Kuşkusuz […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


YAKUB ALEYHISSELAM

Yakub Aleyhisselamın Vasiyeti “Kendi değerini düşüren akılsızdan başka kim
İbrahim’in dini yaşama biçimine kayıtsız kalabilir! Biz onu dünyada seçkin
kıldık. O, ahirette de iyiler arasında olacaktır. Rabbi ona “Teslim ol!” demiş,
o da “Varlıkların Rabbine /Sahibine teslim oldum!” demişti. İbrahim bunu
evlatlarına da vasiyet etti. Yakup da öyle yaptı. Şöyle dediler: “Evlatlarım!
Allah sizin için bu dini seçti. Sakın ha, Allah’a teslim olmadan ölmeyin!” Yoksa
siz Yakup ölmek üzere iken orada mıydınız! O sırada evlatlarına, “Benim arkamdan
kime kulluk edeceksiniz?” diye sordu. Onlar, “Senin ilahına, ataların İbrahim,
İsmail ve İshak’ın ilahına yani tek ilaha kulluk edeceğiz. Biz, ona teslim olmuş
kimseleriz!” dediler. Onlar gelip geçmiş bir toplumdur. Onların kazandıkları
onlara, sizin kazandıklarınız size! Onların yaptıkları işler size
sorulmayacaktır.” (Bakara 2/130-134) Yakub Aleyhisselamın Haram Kıldığı Şeyler
“(Yahudiler dediler ki) “Tevrat’ın indirilmesinden önce İsrail’in kendine haram
ettiği yiyecekler dışında bütün yiyecekler İsrailoğullarına helaldir.” De ki:
“İddianızda haklı iseniz Tevrat’ı getirin de okuyun bakalım.” Kim bundan
(Tevrat’ı okuduktan) sonra hâlâ bu yalanı Allah’a mal ederse, işte onlar yanlış
yapmış olanlardır.” (Ali İmran 3/93-94) Abdulaziz BAYINDIR  

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


İSHAK ALEYHISSELAM

Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e,
İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş
olana, Rableri /Sahipleri tarafından bütün nebilere verilenlere inandık.
Onlardan birini diğerinden ayırmayız. Biz sadece Allah’a teslim olmuş
kimseleriz. (Bakara 2/136) Yoksa İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının
Yahudi veya Hristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki: “Siz mi iyi
bilirsiniz, Allah mı?” Allah’ın şahitlik ettiği bir şeyi bile bile gizleyenden
daha büyük yanlışı kim yapabilir? Allah, yaptığınız hiçbir şeye ilgisiz kalmaz.
(Bakara 2/140) İbrahim’e, İshak’ı ve Yakub’u armağan ettik, hepsine doğru yolu
gösterdik. Daha önce Nuh’a da doğru yolu göstermiştik. Onun soyundan Davud’a,
Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da gösterdik. Biz, güzel
davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa’ya ve İlyas’a da…
Bunların hepsi iyilerdendir. İsmail’e, Elyesa’ya, Yunus’a, Lut’a da doğru yolu
gösterdik. Hepsini çağdaşlarından üstün kıldık. Onların babalarından,
soylarından ve kardeşleri içinden de… Onlardan da seçtik ve doğru yola
yönlendirdik. İşte (nebilerin gittiği) bu yol, Allah’ın doğru yoludur. O,
gereğini yapan kullarını doğru yola kabul eder. Eğer onlar da /o nebiler de şirk
koşsalardı bütün yaptıkları boşa giderdi. İşte bunlar kendilerine kitap, hikmet
ve nebilik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu insanlar onları (onlara verilen
kitapları, hikmeti ve onların nebiliğini) görmezlikte direnirlerse, […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


İSMAIL ALEYHISSELAM

“O Beyt’i insanların toplanacağı ve güvende olacağı bir yer yaptık. Siz makam-ı
İbrahim’i /İbrahim’in ibadet için durduğu yerleri, ibadet yeri yapın. İbrahim
ile İsmail’e görev verdik, “Beyt’imi tavaf edenler, itikâfta bulunanlar, rükû ve
secde edenler /namaz kılanlar için tertemiz tutun!” dedik. Bir gün İbrahim şöyle
yalvardı: “Rabbim /Sahibim, burayı güvenli bir belde yap! Buranın halkından
Allah’a ve ahiret gününe inananları her üründen rızıklandır!” Allah da şöyle
dedi: “Ayetleri görmezlikte direneni de bir süre nimetlerden yararlandırır, ama
daha sonra onu ateş azabına mahkûm ederim. Ne kötü hale gelmektir o!” İbrahim
ile İsmail, Kâbe’nin temellerini yükselttikleri sırada şöyle yalvardılar:
“Rabbimiz, bu işimizi kabul et, daima dinleyen ve bilen sensin!” “Rabbimiz!
İkimizi de sana teslim olmuş kişiler yap, soyumuzdan gelenlerden sana teslim
olmuş bir toplum oluştur! Bize hac ve umre ibadetlerini yapacağımız yerleri
göster ve tövbemizi /dönüşümüzü kabul et! Tövbeleri /dönüşleri kabul eden ve
ikramı bol olan sensin! “Rabbimiz! Onlara kendi içlerinden bir elçi görevlendir
de senin ayetlerini onlara, bağlantılarıyla birlikte okusun, kitabı ve hikmeti
öğretsin ve onları geliştirsin. Daima üstün olan ve bütün kararları doğru olan
sadece sensin!” (Bakara 2/125-129) Gelen Vahiy “Siz şöyle söyleyin: Biz Allah’a
inanıp güvendik; bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve
torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilmiş […]

Abdulaziz Bayındır
30. Haz 2009


DAVUD ALEYHISSELAM

Hz. Davud, Yakub aleyhisselam’ın oğlu Yehûda’ın soyundandır. İşmuil (Şemuyel =
Samuel) aleyhisselamın ölümünden sonra kendisine nebilik verilmiş, kayınpederi
Talut’un ölümünden sonra da İsrailoğullarına hükümdar olmuştur. Nebiliğinden
Önceki Olaylar “Musa’dan sonra, İsrailoğullarının önde gelen adamlarını gözünde
canlandırmaz mısın? Onlar nebilerine “Bize bir başkomutan görevlendir de Allah
yolunda savaşalım!” demişlerdi. “Ya savaş emredilir de savaşmazsanız?” dedi.
“Kaybedecek neyimiz kaldı ki Allah yolunda savaşmayalım! Hem yurtlarımızdan
çıkarılmışız hem çocuklarımızdan ayrı düşürülmüşüz.” dediler. İstedikleri savaş
üzerlerine farz kılınınca, pek azı dışında hepsi kaçıverdi. O zalimleri bilen
Allah’tır.” (Bakara 2/246) Talut’un (Saul) Hükümdarlığı “Nebileri onlara “Allah,
size başkomutan olarak Tâlût’u görevlendirdi” dedi. “O bize nasıl komutanlık
yapabilir? Komutanlık ondan çok bizim hakkımızdır. Ona fazla bir mal verilmiş de
değil!” dediler. Nebi, “Onu başınıza Allah seçti. Ona, bilgi ve vücut bakımından
üstünlük de verdi. Allah yetkiyi, tercih ettiğine verir.” dedi. Allah, imkânları
geniş olan ve daima bilendir. Nebileri onlara dedi ki: “Ona başkomutanlık
verildiğinin belgesi, size Sandık’ın gelmesidir. İçinde Rabbinizden
/Sahibinizden sizi rahatlatacak bir şey, bir de Musa ve Harun ailelerinin
bıraktığı hatıralar olacak ve onu melekler taşıyacaktır. Eğer inanıyorsanız
bunda sizin için gerçek bir ayet /gösterge vardır.” (Bakara 2/247-248) Ürdün
Nehrini Geçiş “Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, “Doğrusu Allah sizi bir
ırmakla deneyecektir, ondan içen […]

Abdulaziz Bayındır
29. Haz 2009


NIKAH/EVLILIK

Loading…


KUR’ÂN VE GELENEĞE GÖRE KÜÇÜKLERIN EVLENDIRILMESI

GİRİŞ Erken dönemlerden günümüze dek başta fıkıh kitapları olmak üzere konuyla
doğrudan ya da dolaylı ilgili nerdeyse tüm eserlerde küçüklerin
evlendirilebileceğine hükmedilmiştir.[1] Bu eserlerde konuyu delillendirme
bağlamında özellikle Talâk sûresinin 4. ve Nisâ sûresinin 6. âyetlerine, Hz.
Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetlere, icmâ deliline, fıkhî
kıyas metoduna ve maslahat prensibine atıf yapılmıştır.[2] Konu, fürû-ı fıkıh ve
usul-i fıkıhta Kuran, sünnet ve kıyasın nasıl algılanıp uygulandığı açısından
teorik; varılan sonucun hukuki, sosyal ve psikolojik etkileri açısından da
pratik öneme sahiptir. Bu yazıda, bu hükmün delili olarak öne sürülen âyetlerden
yapılan istidlaller, Hz. Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetler,
icmâ delili, yapılan kıyas işlemi ve maslahat prensibi değerlendirmeye tabi
tutulacaktır. Yanlış hatta vahim olduğunu düşündüğümüz bu hükme varılırken
yapılan hatalara değinilecektir. Bu hükmün sadece yanlış bir hüküm mü yoksa bir
usul ve anlayış meselesi mi olduğu üzerinde durulacak, ilgili âyetlerin nasıl
anlaşılması gerektiği anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamada âyetler arası
ilişkiler üzerinde durulacak, sünnetin konumu ve fonksiyonu hakkında
açıklamalarda bulunulacak ve yapılan kıyas işlemi en azından kendi teorisi
içinde teste tabi tutulacaktır. I- KONUNUN FÜRÛ-I FIKIH ESERLERİNDE ELE ALINIŞI
Furû-ı fıkıh eserlerinde özellikle nikâh ve talâk bölümleri ve bu bölümlerin
ilgili meselelerinde küçüklerin velileri tarafından evlendirilebileceğine
hükmedilmektedir.[3] Bu eserlere göre evlilik akdini […]

Fatih Orum
1. Oca 2014


BABAANNE-TORUN EVLILIĞI

Kur’an’da babaanne-torun evliliğine dair bir hüküm olmadığı, bu konunun hadisler
sayesinde hükme bağlandığı iddia edilir. Kur’an’ın anlaşılmasında hadislerin
oldukça önemli olduğu muhakkaktır. Fakat bu iddia tamamen bir çarpıtmadan
ibarettir. Bunu ortaya atanlar da gayet iyi bilirler ki Kur’an’da geçen “âbâ”
yani “babalar” kelimesi ile kişinin hem babası hem de babasının babası, onun
babası vs. yani yukarıya doğru bütün üst soyu (fıkıh diliyle, usulü) kast
edilir. Nisâ suresinin 22. ayetinde de “Babalarınızın nikahladığı kadınları
nikahlamayın” buyurulmuştur. Bu, kişinin kendi babasının nikahladığı kadınları
kapsadığı gibi dedesinin nikahladığı kadınları da kapsar. Buna göre dedesinin
nikahladığı babaannesi de kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlar sınıfına
girmektedir. Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğün görülememesi, dini anlama ve
uygulamada ardı arkası kesilmez yanlışlara ve sıkıntılara sebep olmuştur.
Sünnetin, vahy-i gayri metluv sayılması, Kitap ile Sünnetin iki ayrı kaynak
kabul edilmesi ve Sünnetin Kitap üzerine hâkim görülmesi bu yanlışların en
önemlilerindendir. Kur’an-Sünnet ilişkisine dair kaleme aldığımız ve sitemizde
yayımladığımız Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızı
aşağıdaki linkten mutlaka okumanızı tavsiye ederiz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.htm

Suleymaniye Vakfi
17. Ara 2014


NIKÂH SÖZLEŞMESINDE VELI

0

Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf;
güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa
uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine
geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri
onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu
da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine
yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı
geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler
veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise
babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu
yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki
ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik
işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN
YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu
sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez.
Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu
kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden
istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul
etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde
kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile
kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini
elinde […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


TALAK (ERKEĞIN BOŞAMA HAKKI)

Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili
kocalardır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ
بِإِحْسَانٍ. “Geri dönülebilir talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya
marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle ayırmak
gerekir.” (Bakara 2/229) Âyetteki الطَّلاَقُ (el-talaku) ifadesinin başındaki
“ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak”
anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûresinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ
لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا
تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ
بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ
اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ
ذَلِكَ أَمْرًا. فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ
فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا
الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ
وَالْيَوْمِ الْآَخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا.
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ
حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ
قَدْرًا. “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti
sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da
çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın
sınırlarıdır. […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


VELISIZ NIKAH

0

Soru- Gençler ana-babalarından habersiz olarak nikah kıydırıyorlar. Düzenli bir
aile hayatı yaşamıyor, çoğu zaman gerdeğe girmeden ayrılıyorlar. Bu olayı fı­kıh
ve toplumsal açılardan nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap- Hz. Aişe radıyallahu
anha’nın bildirdiğine göre Hz. Peygamber sal­lal­lahu aleyhi ve sellem üç kere
“Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikahla­nırsa nikahı
batıldır.”[1]buyurmuştur. Ebu Musa radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Hz.
Peygamber, “Velisiz nikah olmaz.”buyurmuştur.[2] Hz. Peygamber’in şöyle
buyurduğu da rivayet edilmiş­tir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah
olmaz. Bu şekilde kıyılmayan ni­kah ba­tıldır. Anlaşamaz­larsa sultan velisi
olmayanın velisidir.”[3] Sultan bölgenin yetkili amiri demektir. Bugün
bildiğimiz kadarıyla velisiz nikah kıyılmamaktadır. Nikahı onay­lama yetkisine
sahip makam ister Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi belediye başkan­ları, ister
Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kilise olsun onların böyle bir yetkiye sahip
olmaları velilik yetkisini kullanmaları demektir. Nikah memuru­nun gerekli
incelemeleri yaptıktan ve tarafların onayını aldıktan sonra “Belediye başkanının
verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum.” diyerek evliliği onaylaması
bun­dandır. Bugün anne-babanın onayı, reşit olmayanların evlenme­sinde
aranmaktadır. Evlenmek için Hz. Peygamber’in koyduğu veli şartı nikahın, eşler
dışında yetkili biri tarafından onaylanması şartı demektir. Eğer veli bulunmaz
veya görevini yapmazsa o zaman velilik bölgenin yetkili amirine geçer. İslâm’da
veli yalnızca, bakire kız için aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dulun,
kendisiyle ilgili olarak velisinden önceliği […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


NIŞANLILARIN NIKAHI

NİŞANLI ÇİFTLER KENDİ ARALARINDA NİKAH KIYABİLİRLER Mİ? Soru – Nişanlı çiftlerin
haram işlemeksizin bir araya gelerek ko­nuşabilmeleri ve gezebilmeleri için
kıyılan dinî nikahın, dinî ölçüle­rimize göre geçerliliği nedir? Nişanlılıkla
birlikte kıyılan dinî nikah, nişanlıların cinsel arzu ve eylemlerine meşruiyet
kazandırır mı? Cevap – Nişanlı çiftler arasında kıyılan nikah, tam bir nikahtır.
Bununla nişanlılık dönemi biter, evlilik dönemi başlar. Yalnız kaç-göçün
önlenmesi ve nişanlı çiftlerin haram işlemek­sizin bir araya gelerek
konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikah çeşidi yoktur. Bir
tek nikah vardır ve o nikah kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kızla erkek
birer nişanlı çift değil, evli çift olmuş olurlar. Bu nikahtan sonra erkek
karısını kendi evine götürme hakkını elde eder. Kadın, kocasının evine gitmemek
için, yalnızca mehr-i muaccelinin (yani peşin olarak ödenmesi şart koşulan
mehrin) ödenmemiş olmasını engel gösterilebilir. Bundan başka hiç bir şey ileri
sürülemez. Çeyiz bitmedi, nişan töreni ya da düğün töreni yapı­lacak gibi
engeller ileri sürülemez. Eğer düğün yapılacaksa derhal ya­pılır ve koca
karısını evine götürür. Mehir, bilindiği gibi erkeğin karısına vermek zorunda
olduğu bir maldır. Tarafların anlaşmasına ya da örfe göre bir kısmı peşin bir
kısmı da daha sonra ödenebilir. Tamamının peşin olması veya ta­mamının daha
sonra ödenmesi şartını koşmak da caizdir. Nikah sı­rasında […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


HÜRMET-I MUSAHARE – (BABANIN KIZINI ŞEHVETLE ÖPMESI)

GİRİŞ NİKAH ve MANİLERİ I-Nikahın Kelime Anlamı Nikah kelimesi, Arapça “nekeha”
fiilinden masdardır. “nekeha” fiili; ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’,
‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’[1] ‘kendine çekmek’,
‘birleşmek’, ‘bulûğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir.[2] El-Ezherî:
“Arapların kelamında nikahın aslı, ilişkiye girmektir” demiştir. “Mubah ilişkiye
sebep olduğu için evlilik için de nikah denildiği” söylenmiştir. El-Cevherî
(ö.393/1003) “Nikah, cinsel ilişkidir, bazen de akit manasına gelir.”
[3]demiştir.[4] Nikah kelimesinin cinsel ilişki ve akid manaları üzerine bir
hayli tartışma vardır. Özeti luğatte, cinsel ilişki manasına gelir ve akit
manası mecazendir.[5] Kur’ân’da ise akit manasına gelmektedir. [6] II-Nikahın
Tarifi Nikahın şer’î manası: “Eşler arasında cinsel ilişkiyi helal kılan
akittir”[7] Fakihlere göre ise nikah, “erkeğin nikahlanmasına şer’î bir mâni
bulunmayan kadınla ilişkiye girmesini mubah kılan akittir.”[8] Bu akid ile bir
aile teşekkül eder, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar doğarak
bunların birbirlerinden meşru surette istifadeleri caiz olur. [9] III-Evlenme
Manileri İslam hukukunda (fıkıhta) “muharramât” sözleriyle ifade edilen husus
“evlenmeyi, husûsî şartlar altında, devamlı veya geçici olarak engelleyen” durum
ve münasebetlerden ibarettir. Şahısların kendilerinden ayrılması mümkün olmayan
bazı vasıfları vardır ki ilgili bulundukları diğer şahıslara karşı devamlı bir
evlenme mânii teşkil eder. Bunlar üç nevi olarak tespit edilmiştir: Kan
hısımlığı , […]

Suleymaniye Vakfi
12. Ara 2011


MUT’Â NIKÂHI

Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden
yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla
taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler
geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir. Mut’anın, Nebimiz Muhammed
aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra
yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia
da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya
hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı
ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31) Mut’a, taraflardan
birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı
yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel
ilişkiye girilemez. Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye,
cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: “Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler
yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir.
Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21) Mut’ada erkek,
cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen
birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir. Nisa
22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle
buyrulmuştur: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Mar 2012


KUR’ÂN VE GELENEĞE GÖRE KÜÇÜKLERIN EVLENDIRILMESI

GİRİŞ Erken dönemlerden günümüze dek başta fıkıh kitapları olmak üzere konuyla
doğrudan ya da dolaylı ilgili nerdeyse tüm eserlerde küçüklerin
evlendirilebileceğine hükmedilmiştir.[1] Bu eserlerde konuyu delillendirme
bağlamında özellikle Talâk sûresinin 4. ve Nisâ sûresinin 6. âyetlerine, Hz.
Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetlere, icmâ deliline, fıkhî
kıyas metoduna ve maslahat prensibine atıf yapılmıştır.[2] Konu, fürû-ı fıkıh ve
usul-i fıkıhta Kuran, sünnet ve kıyasın nasıl algılanıp uygulandığı açısından
teorik; varılan sonucun hukuki, sosyal ve psikolojik etkileri açısından da
pratik öneme sahiptir. Bu yazıda, bu hükmün delili olarak öne sürülen âyetlerden
yapılan istidlaller, Hz. Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetler,
icmâ delili, yapılan kıyas işlemi ve maslahat prensibi değerlendirmeye tabi
tutulacaktır. Yanlış hatta vahim olduğunu düşündüğümüz bu hükme varılırken
yapılan hatalara değinilecektir. Bu hükmün sadece yanlış bir hüküm mü yoksa bir
usul ve anlayış meselesi mi olduğu üzerinde durulacak, ilgili âyetlerin nasıl
anlaşılması gerektiği anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamada âyetler arası
ilişkiler üzerinde durulacak, sünnetin konumu ve fonksiyonu hakkında
açıklamalarda bulunulacak ve yapılan kıyas işlemi en azından kendi teorisi
içinde teste tabi tutulacaktır. I- KONUNUN FÜRÛ-I FIKIH ESERLERİNDE ELE ALINIŞI
Furû-ı fıkıh eserlerinde özellikle nikâh ve talâk bölümleri ve bu bölümlerin
ilgili meselelerinde küçüklerin velileri tarafından evlendirilebileceğine
hükmedilmektedir.[3] Bu eserlere göre evlilik akdini […]

Fatih Orum
1. Oca 2014


BABAANNE-TORUN EVLILIĞI

Kur’an’da babaanne-torun evliliğine dair bir hüküm olmadığı, bu konunun hadisler
sayesinde hükme bağlandığı iddia edilir. Kur’an’ın anlaşılmasında hadislerin
oldukça önemli olduğu muhakkaktır. Fakat bu iddia tamamen bir çarpıtmadan
ibarettir. Bunu ortaya atanlar da gayet iyi bilirler ki Kur’an’da geçen “âbâ”
yani “babalar” kelimesi ile kişinin hem babası hem de babasının babası, onun
babası vs. yani yukarıya doğru bütün üst soyu (fıkıh diliyle, usulü) kast
edilir. Nisâ suresinin 22. ayetinde de “Babalarınızın nikahladığı kadınları
nikahlamayın” buyurulmuştur. Bu, kişinin kendi babasının nikahladığı kadınları
kapsadığı gibi dedesinin nikahladığı kadınları da kapsar. Buna göre dedesinin
nikahladığı babaannesi de kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlar sınıfına
girmektedir. Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğün görülememesi, dini anlama ve
uygulamada ardı arkası kesilmez yanlışlara ve sıkıntılara sebep olmuştur.
Sünnetin, vahy-i gayri metluv sayılması, Kitap ile Sünnetin iki ayrı kaynak
kabul edilmesi ve Sünnetin Kitap üzerine hâkim görülmesi bu yanlışların en
önemlilerindendir. Kur’an-Sünnet ilişkisine dair kaleme aldığımız ve sitemizde
yayımladığımız Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızı
aşağıdaki linkten mutlaka okumanızı tavsiye ederiz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.htm

Suleymaniye Vakfi
17. Ara 2014


NIKÂH SÖZLEŞMESINDE VELI

0

Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf;
güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa
uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine
geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri
onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu
da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine
yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı
geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler
veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise
babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu
yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki
ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik
işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN
YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu
sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez.
Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu
kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden
istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul
etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde
kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile
kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini
elinde […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


TALAK (ERKEĞIN BOŞAMA HAKKI)

Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili
kocalardır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ
بِإِحْسَانٍ. “Geri dönülebilir talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya
marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle ayırmak
gerekir.” (Bakara 2/229) Âyetteki الطَّلاَقُ (el-talaku) ifadesinin başındaki
“ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak”
anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûresinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ
لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا
تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ
بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ
اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ
ذَلِكَ أَمْرًا. فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ
فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا
الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ
وَالْيَوْمِ الْآَخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا.
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ
حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ
قَدْرًا. “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti
sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da
çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın
sınırlarıdır. […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


VELISIZ NIKAH

0

Soru- Gençler ana-babalarından habersiz olarak nikah kıydırıyorlar. Düzenli bir
aile hayatı yaşamıyor, çoğu zaman gerdeğe girmeden ayrılıyorlar. Bu olayı fı­kıh
ve toplumsal açılardan nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap- Hz. Aişe radıyallahu
anha’nın bildirdiğine göre Hz. Peygamber sal­lal­lahu aleyhi ve sellem üç kere
“Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikahla­nırsa nikahı
batıldır.”[1]buyurmuştur. Ebu Musa radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Hz.
Peygamber, “Velisiz nikah olmaz.”buyurmuştur.[2] Hz. Peygamber’in şöyle
buyurduğu da rivayet edilmiş­tir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah
olmaz. Bu şekilde kıyılmayan ni­kah ba­tıldır. Anlaşamaz­larsa sultan velisi
olmayanın velisidir.”[3] Sultan bölgenin yetkili amiri demektir. Bugün
bildiğimiz kadarıyla velisiz nikah kıyılmamaktadır. Nikahı onay­lama yetkisine
sahip makam ister Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi belediye başkan­ları, ister
Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kilise olsun onların böyle bir yetkiye sahip
olmaları velilik yetkisini kullanmaları demektir. Nikah memuru­nun gerekli
incelemeleri yaptıktan ve tarafların onayını aldıktan sonra “Belediye başkanının
verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum.” diyerek evliliği onaylaması
bun­dandır. Bugün anne-babanın onayı, reşit olmayanların evlenme­sinde
aranmaktadır. Evlenmek için Hz. Peygamber’in koyduğu veli şartı nikahın, eşler
dışında yetkili biri tarafından onaylanması şartı demektir. Eğer veli bulunmaz
veya görevini yapmazsa o zaman velilik bölgenin yetkili amirine geçer. İslâm’da
veli yalnızca, bakire kız için aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dulun,
kendisiyle ilgili olarak velisinden önceliği […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


NIŞANLILARIN NIKAHI

NİŞANLI ÇİFTLER KENDİ ARALARINDA NİKAH KIYABİLİRLER Mİ? Soru – Nişanlı çiftlerin
haram işlemeksizin bir araya gelerek ko­nuşabilmeleri ve gezebilmeleri için
kıyılan dinî nikahın, dinî ölçüle­rimize göre geçerliliği nedir? Nişanlılıkla
birlikte kıyılan dinî nikah, nişanlıların cinsel arzu ve eylemlerine meşruiyet
kazandırır mı? Cevap – Nişanlı çiftler arasında kıyılan nikah, tam bir nikahtır.
Bununla nişanlılık dönemi biter, evlilik dönemi başlar. Yalnız kaç-göçün
önlenmesi ve nişanlı çiftlerin haram işlemek­sizin bir araya gelerek
konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikah çeşidi yoktur. Bir
tek nikah vardır ve o nikah kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kızla erkek
birer nişanlı çift değil, evli çift olmuş olurlar. Bu nikahtan sonra erkek
karısını kendi evine götürme hakkını elde eder. Kadın, kocasının evine gitmemek
için, yalnızca mehr-i muaccelinin (yani peşin olarak ödenmesi şart koşulan
mehrin) ödenmemiş olmasını engel gösterilebilir. Bundan başka hiç bir şey ileri
sürülemez. Çeyiz bitmedi, nişan töreni ya da düğün töreni yapı­lacak gibi
engeller ileri sürülemez. Eğer düğün yapılacaksa derhal ya­pılır ve koca
karısını evine götürür. Mehir, bilindiği gibi erkeğin karısına vermek zorunda
olduğu bir maldır. Tarafların anlaşmasına ya da örfe göre bir kısmı peşin bir
kısmı da daha sonra ödenebilir. Tamamının peşin olması veya ta­mamının daha
sonra ödenmesi şartını koşmak da caizdir. Nikah sı­rasında […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


HÜRMET-I MUSAHARE – (BABANIN KIZINI ŞEHVETLE ÖPMESI)

GİRİŞ NİKAH ve MANİLERİ I-Nikahın Kelime Anlamı Nikah kelimesi, Arapça “nekeha”
fiilinden masdardır. “nekeha” fiili; ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’,
‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’[1] ‘kendine çekmek’,
‘birleşmek’, ‘bulûğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir.[2] El-Ezherî:
“Arapların kelamında nikahın aslı, ilişkiye girmektir” demiştir. “Mubah ilişkiye
sebep olduğu için evlilik için de nikah denildiği” söylenmiştir. El-Cevherî
(ö.393/1003) “Nikah, cinsel ilişkidir, bazen de akit manasına gelir.”
[3]demiştir.[4] Nikah kelimesinin cinsel ilişki ve akid manaları üzerine bir
hayli tartışma vardır. Özeti luğatte, cinsel ilişki manasına gelir ve akit
manası mecazendir.[5] Kur’ân’da ise akit manasına gelmektedir. [6] II-Nikahın
Tarifi Nikahın şer’î manası: “Eşler arasında cinsel ilişkiyi helal kılan
akittir”[7] Fakihlere göre ise nikah, “erkeğin nikahlanmasına şer’î bir mâni
bulunmayan kadınla ilişkiye girmesini mubah kılan akittir.”[8] Bu akid ile bir
aile teşekkül eder, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar doğarak
bunların birbirlerinden meşru surette istifadeleri caiz olur. [9] III-Evlenme
Manileri İslam hukukunda (fıkıhta) “muharramât” sözleriyle ifade edilen husus
“evlenmeyi, husûsî şartlar altında, devamlı veya geçici olarak engelleyen” durum
ve münasebetlerden ibarettir. Şahısların kendilerinden ayrılması mümkün olmayan
bazı vasıfları vardır ki ilgili bulundukları diğer şahıslara karşı devamlı bir
evlenme mânii teşkil eder. Bunlar üç nevi olarak tespit edilmiştir: Kan
hısımlığı , […]

Suleymaniye Vakfi
12. Ara 2011


MUT’Â NIKÂHI

Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden
yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla
taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler
geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir. Mut’anın, Nebimiz Muhammed
aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra
yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia
da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya
hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı
ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31) Mut’a, taraflardan
birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı
yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel
ilişkiye girilemez. Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye,
cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: “Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler
yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir.
Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21) Mut’ada erkek,
cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen
birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir. Nisa
22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle
buyrulmuştur: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Mar 2012


FIKIH ARAŞTIRMALARI

Loading…


HAYDI HEP BIRLIKTE NAMAZA!

Kur’an-ı Kerim’de cemaatle namazın önemine işa­ret eden bazı ayetler
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra hadis kitaplarında yer alan sahih rivayetlerden
anlaşıldığına göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de cemaatle namaz
kılmaya büyük önem vermiştir. İlgili ayetler ve Resûlullâh’ın uygulamaları
sebebiyle sa­habe döneminde özürsüz yere cemaate katılmayanlara neredeyse
münafık gözü ile bakıldığı rivayetlere yansımıştır. Mesela ashâb-ı kirâm’ın önde
gelenlerinden Abdulah İbn Mes’ud’un bu konuda şöyle söylediği rivayet
edilmiştir: “Allah’a yemin ederim ki ben, münafık olduğu (ayan beyan ortada
olduğu için) bilinenler veya hastalardan başka hiçbirimizin cemaatle namaza
katılmaktan geri kaldığını görmedim! Hatta hastalar bile iki adamın arasına
girerek/onların omuzlarına tutunarak da olsa mutlaka namaza gelirlerdi…”[1]
Ashab-ı kirâm’ın namazlarını cemaatle birlikte kılmaya olan bu düşkünlükleri hiç
şüphesiz ki Nebîmizi örnek almalarından kaynaklanıyordu. Zira O, farz namazlarda
cemaatten hiç geri kalmadığı gibi vefatına sebep olan hastalığa yakalandığında
bile Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah İbn Abbas’ın kolları arasında ayakları yerlere
sürünür bir vaziyette dahi cemaate iştirak etmiştir.[2] Onun beş vakit namazın
farzlarını cemaatle kılmasına ve kıldırmasına sıcak, soğuk, yağmur, fırtına gibi
tabiat olayları ile yolculuk veya savaş durumları gibi hiçbir zorluk ve
sıkıntılı durum engel olamamıştır.[3] Aşağıda görüleceği gibi Nebîmizin cemaatle
birlikte namaz kılmaya bu denli önem göstermesi konuyla ilgili ayetler sebebiyle
olmalıdır. Asr-ı […]

Yahya Şenol
12. Şub 2021


KADININ BOŞANMA YETKISI (MASTER TEZI)

Bakara Suresi’nin boşanma ile ilgili 228. ayetinin sonu şöyledir: “…Mâruf
ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı
olan hakkına denktir. Erkeklerin onlara karşı bir dereceleri vardır. Allah
azizdir hâkimdir.” (Bakara 2/228) Ayetlerde talak, hul’ ve iftida kararı diye üç
ayrı boşanma şekli hükme bağlanmıştır. Talak, erkeğin tek taraflı kararı ile
yaptığı boşamadır. Talâkın geçtiği ayetlerde kadına yetki verilmemiştir. Talakta
bulunan erkeğin, eşine verdiği mehirden ve diğer mallardan bir şey alamaması
(Bakara 2/229), kadının bekleme süresi (iddet) bitinceye kadar onunla aynı evi
paylaşma mecburiyeti ve süre bitinceye kadar yine tek taraflı kararı ile
talaktan vazgeçme hakkı (Talak 65/1-2) boşanmanın önüne konmuş tabii
engellerdir. Hul’, evliliği yürütemeyeceklerine kanaat getiren kadın ile
erkeğin, karşılıklı anlaşmalarıyla evliliğe son vermeleridir. Burada istek daha
çok kadından geldiği için kadın evlenirken aldığı mehirden kocasına vermesi
gerekir. Buna hul’ bedeli denir. Üçüncüsü iftidâdır. İftidâ, şartları
gerçekleşdiği taktirde kadının tek taraflı iradesiyle evliliğe son vermesidir.
Bakara Suresi‘nin 229. ayetinde şöyle buyurulur: “Karı-kocanın Allah’ın hududunu
yerine getiremeyeceklerinden siz korkarsanız kadının fidye vermesinde her eşe de
bir günah yoktur.” Evliliğin yüklediği sorumlulukları yerine getirememe
korkusuna kapılan kadın, durumu yetkili makama bildirir. Çünkü ayetteki “..siz
korkarsanız…” ifadesi bunu gerektirir. Bu korkunun tespitinden sonra kadına
iftidâda bulunabileceği bildirilir. Bundan sonra […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


ABDEST VE HAYIZ

Son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri de cünüplük, hayız ve nifas
hallerinde Kur’an okunup okunmayacağı ile bu durumlarda ve abdestsiz olarak
Kur’an’a dokunulup dokunulamamasıdır. Aşağıda Nursen KIŞLAKÇI adında bayan
öğrencime konu ile ilgili olarak yaptırdığım bir araştırmayı bulacaksınız.
Araştırmanın bu konuda okuyanlara faydalı olacağını umarım. Abdulaziz BAYINDIR
FIKHİ YORUMLARLA ABDEST İBADET İLİŞKİSİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM
ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM OKUMAK A) Kur’an’ın Abdestsiz Okunması B) Kur’an’ın Boy
Abdesti Olmadan Okunması C) Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A)
Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri
Mezhebi F) Diğer Görüşler İKİNCİ BÖLÜM ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM’E DOKUNMAK
Kur’an’a Abdestsiz Dokunulması Kur’an’a Boy Abdesti Olmadan Dokunulması Konuyla
İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C)
Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM ABDESTSİZ MESCİTLERE GİRMEK Mescitlere Abdestsiz Girilmesi Boy Abdesti
Olmadan Mescitlere Girilmesi Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A)
Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri
Mezhebi F) Diğer Görüşler DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ABDEST-KUR’AN, ABDEST-MESCİT
İLİŞKİSİNDE MEZHEPLERİN ROLÜ Rasulullah’dan Bu Yana Mezhep Anlayışı SONUÇ
——————————————————————————– DERLEMECİNİN NOTU: Bu çalışma sadece (oku) emriyle
başlayan Kur’an-ı okuyabilmeyi kolaylaştırmak, Allah’ın kullarıyla Allah’ın
kelâmı ya da […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


NIKÂH SÖZLEŞMESINDE VELI

0

Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf;
güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa
uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine
geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri
onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu
da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine
yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı
geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler
veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise
babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu
yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki
ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik
işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN
YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu
sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez.
Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu
kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden
istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul
etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde
kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile
kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini
elinde […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İNSAN CESEDI VE OTOPSI

0

Otopsi, ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme anlamına
gelir. Ölüm sebebinin belirlenmesi, çoğu zaman bir ihtiyaç olur. Bir insan
cesedinin keyfi olarak incelenmesi insana hakaret olur. Ama ihtiyaç haline
gelince dini bakımdan böyle bir incelemenin yapılması caiz olur. Kur’an’da bunun
bir örneği vardır. Bakara Suresinde katilin belirlenmesi için ölünün kabrinden
çıkarıldığı anlatılmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. Musa zamanında yaşayan
İsrailoğulları ile ilgili olarak şöyle buyurur: “Bir gün bir kimseyi
öldürmüştünüz de suçu birbirinize atmıştınız. Oysaki Allah gizlemiş olduğunuz
şeyi ortaya çıkarır. Sonra o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah
ölüleri işte böyle diriltir ve size belgelerini gösterir, belki aklınızı
kullanırsınız.” (Bakara, 2/72-73)[1] Ceset kabirden çıkarılarak katil
belirlenmiştir. Olay, Hz. Musa zamanında, bir mucize olarak gerçekleşmiştir.
Bunun bizi ilgilendiren yanı, katilin belirlenmesi için cesedin kabirden
çıkarılmasıdır. Burada ceset kabirden çıkarken ona can verilmiştir. Arkasında
“Allah ölüleri böyle diriltir” ifadesi yer almıştır. Bu ifadenin de konumuzla
ilgisi vardır. Bu, Kur’an’ın insan cesedine bakışını göstermektedir. Ceset ruhun
yuvasıdır. O, ruhu taşıyabildiği sürece canlı kalabilir. Bunu doğru anlamak için
ilgili ayetleri görmek faydalı olacaktır. İNSAN ÇAMURDAN (TÎN) YARATILMIŞTIR
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı
yaratmaya çamurdan (tîn) başlamıştır. Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden,
[…]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


İSLAM HUKUKUNDA YENI METOD ARAYIŞLARI VE FAIZ ÖRNEĞI

Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin
olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat
etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine
göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır,
büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış
ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla
yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve
evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde
gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu
özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için
mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği
üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel
olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz
yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan
farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir”
de­meleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır.
Her kime, Rabbinden bir öğüt ula­şır da faize son verirse geçmişte olan
kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de de­vam ederse, işte onlar
cehen­nemliktir. Onlar orada temelli kala­caklardır. Allah faizi eksiltir,
sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İSLAM FIKHI AÇISINDAN BORÇLANMALARDA ENFLASYON FARKI

Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye
ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî
kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan
paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve
üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve
dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında
çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde
değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir.
O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır.
Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı
çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın
ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin
değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul
edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini
korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır.
Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk
zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen
veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat
edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü
[…]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KREDI KARTININ TAKSITLENDIRILMESI

Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin
belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi ‎kabul ederek ona
kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü
‎takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya
hizmetler sunar ve ‎karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman,
alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart ‎sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin
gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi
kartları ‎bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe
ayrılabilir. ‎ ‎1- Normal Kredi Kartı‎ Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine
faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu ‎geciktirme imkânı
verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar.‎ Faizsiz
finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan
gecikme ‎cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden
çözmek mümkün olduğu halde ‎henüz uygulanmamaktadır.‎ ÖDEMEYİ GECİKTİREN
BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık
altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan
görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya
yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm
arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür,
biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


TALAK (ERKEĞIN BOŞAMA HAKKI)

Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili
kocalardır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ
بِإِحْسَانٍ. “Geri dönülebilir talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya
marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle ayırmak
gerekir.” (Bakara 2/229) Âyetteki الطَّلاَقُ (el-talaku) ifadesinin başındaki
“ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak”
anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûresinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ
لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا
تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ
بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ
اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ
ذَلِكَ أَمْرًا. فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ
فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا
الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ
وَالْيَوْمِ الْآَخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا.
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ
حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ
قَدْرًا. “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti
sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da
çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın
sınırlarıdır. […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


HANEFI MEZHEBINE GÖRE CUMA NAMAZI

Hanefi mezhebinde Cuma namazının kılınmasının farz olması için bazı şartlar
koşulmuştur. Bu şartlardan birisi de Cumayı kıldıracak olan imamın sultan veya
onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Hanefî mezhebinin böyle bir görüşe
varmasının sebeplerini okumamış olan bir kısım müslümanlar, burada sözü
edilen sultan kelimesini devlet başkanı olarak anlamışlardır. Bu sebeple Cuma
namazını ya müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kimsenin
kıldırması gerektiği zannedilmektedir. Bu görüşe, bazı hayali gerekçeler de
eklenerek, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye’de
oluşmadığı öne sürülmektedir. Bu yanlış iddia şu şekilde özetlenebilir: “Türkiye
laik bir ülkedir. Burada devlet başkanının Cuma namazını bizzat kıldırması söz
konusu değildir. Cuma namazı İslâmî egemenliğin bir simgesidir. Fakat laik
yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin
görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.” Allah’ın emrini
yerine getirmekten başka arzusu olmayan ve çoğunluğu gençlerden oluşan
kardeşlerimizden bir kısmı bu görüşün doğru olduğuna inanmışlardır. Günümüzde,
bu sebeple Cuma namazını kılmayan ve bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan
bir cihat sanan insanlar ortaya çıkmıştır. Hanefî mezhebi böyle bir görüşü asla
kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkan kişiler, Cuma namazı gibi bir ibadete
engel oldukları için çok ağır bir vebale girmektedirler. Bu yanlış yoldan
dönmedikleri sürece hem kendi günahlarını hem de onların görüşlerine dayanarak
Cuma namazı kılmayanların günahları kadar […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İSLAM’DA MÜZIK

KONUNUN ÖZETİ Müzik konusu tarih boyu hemen bütün medeniyetlerin konusu ve
problemi olmuş bir konudur. İnsanlar tarihin her döneminde müziğin gizemli
dünyasından istifade etmeye çalıştıkları gibi, müzik sebebiyle meydana gelen bir
takım olumsuzluklardan da şikayetçi olmuş ve bunun önünü almaya çalışmışlardır.
İslâm tarihinde de tarih tekerrür etmiş, insanlar müziğin gizemli dünyasından
kendilerini alamamışlar, bununla beraber çeşitli sebeplerden dolayı olumsuz
sonuçlarından da kaçınamamışlardır. Bu da müziğin meşruluğunu tartışma konusu
yapmıştır. Yaptığımız araştırmada konu ile ilgili vardığımız sonuçları şu
şekilde özetleyebiliriz: I- Kur’ân-ı Kerim’de ses sanatı olarak “müzik”
kavramını ifade eden özel bir kelime ve kavram bulunmamaktadır. Ancak müziğin
muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendiren ve bu hususlarda temel ölçü
sayılacak kurallardan söz eden bir çok ayet-i kerime yer almaktadır. Bu
kuralları şu şekilde özetleyebiliriz: 1- Müziğin, insanları Allah yolundan
alıkoymaması. 2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu
etmemesi. 3- Dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması. 4-
Dini değerlere aykırı konularda propoganda özelliği taşımaması. 5- Söz veya
icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan husus­ların yer
almaması. 6- İbadet gibi telakki edilmemesi. 7- Kur’ân okuma ve dinleme
kültürünün önüne geçmemesi. 8- İnsanları nefsânî arzularına esir edecek bir
icra, muhteva ve seviyede olma­ması. 9- insanları dini ya da […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


PEYGAMBERIMIZIN HAC VE UMRESI

0

Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), (üç
kere hacc yaptı. Şöyle ki:) Hicret et­mezden önce iki, hicretten sonra da bir
hacc ve bununla birlikte bir umre yaptı. Bu hacc sırasında (Medine’den) altmışüç
deve sevketti. O sırada Hz. Ali (radıyallahu anh) Yemen’den geldi [beraberinde,
Resûlullah (aleyhisselâtu ves­selâm)’ın kestiği kurbanların] geri kısmı da
vardı. Bunlar arasında (Ebu Cehl’e ait olup Bedir sava­şında ganimet olarak
alınan) burnunda gümüş halka bulu­nan deve de vardı. Resûlullah (aleyhisselâtu
vesselâm) hepsini kesti. Resûlul­lah (aleyhisselâtu vesse­lâm) her deveden bir
parça alınmasını emretti. Bunlar (bir kapta) pişirildi. Efendimiz suyundan
içti.” [Tirmizî, Hacc 6, (815)] Abdullah İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)
anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), saçlarını tarayıp yağladıktan,
rida ve iza­rını giydikten sonra Medine’den ashabıyla birlikte ayrıldı. Rida ve
izâr çeşit­lerinden, vücudun cildine boyası geçen za’feranla boyanmış olanlar
dışında hiçbir şeyi yasak­lamadı. Böylece Zülhuleyfe’ye geldi. Orada devesine
bindi. De­vesi onu Beydâ sırtına çıkarınca O (aleyhisselâtu vesselâm) da, ashabı
(radıyallahu anhümâ) da telbiye ge­tirdiler. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)
kurbanlığın takısını takıp nişanladı. Bu iş, Zilkade ayının sondan beşinci
gü­nünde cereyan etmişti. Mekke’ye Zilicce’nin dördünde indi. (İlk iş)
Beytullah’ı tavaf etti. Safa ve Merve arasında sa’yde bulundu. Kurbanlığı
sebebiyle ihram­dan çıkmadı. Çünkü ona (kurbanlık alameti olan takıyı) takmıştı.
sonra Mekke­’nin Hacûn yanındaki […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


AYET VE HADISLERLE HAC (ÖZET)

0

1- Haccın Farz Olması “Oraya bir yol bulabilenin Beyt’i haccetmesi Allah’a karşı
insanların görevidir.” (Âl-i İmrân 97) Afra’ b. Hâbis Nebi sallallahu aleyhi ve
selleme sordu: “Ya Resulellah hac her sene midir, yoksa bir tek kere midir?”
Buyurdu ki, ” Bir tek keredir. Kimin gücü yeterse nafilesini yapar.[1] 2- İhram
a- Ayet “Hac bilinen aylardadır. O aylarda hacca girişen kimse bilmelidir ki,
hacda kadına yaklaşmak, sövüşmek, dövüşmek yoktur. Ne iyilik yaparsanız Allah
onu bilir. Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur.
Ey akıl sahipleri! Benden korkun.” (Bakara 2/197) b- Elbise Bir adam, “Ey
Allah’ın Elçisi ihramlı ne giyer?” diye sordu, o şu cevabı verdi: “İhramlı ne
ömlek, ne sarık, ne şalvar ne bornos[2], ne mest giyer. Kim ayakkabı bulamazsa,
mestin topuktan aşağısını kessin. Vers[3] veya zaferân bulaşmış bir giysi
giymeyin. ” [4] c- Koku “Aişe şöyle dedi: “Sanki ben şimdi, Allah’ın Elçisi
sallallahu aleyhi ve sellemin ihramlı iken, ( daha önce süründüğü) kokunun saç
ayrımlarındaki parlamasına bakı­yor gibiyim.” [5] 3- Telbiye Allah’ın Elçisi
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bana Cebrail geldi ve dedi ki, “Ya
Muhammed ashabına emret telbiyede seslerini yükseltsinler. Çünkü o haccın
simgesidir.” İbn Abbas anlatıyor: “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem
umrede […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


VELISIZ NIKAH

0

Soru- Gençler ana-babalarından habersiz olarak nikah kıydırıyorlar. Düzenli bir
aile hayatı yaşamıyor, çoğu zaman gerdeğe girmeden ayrılıyorlar. Bu olayı fı­kıh
ve toplumsal açılardan nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap- Hz. Aişe radıyallahu
anha’nın bildirdiğine göre Hz. Peygamber sal­lal­lahu aleyhi ve sellem üç kere
“Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikahla­nırsa nikahı
batıldır.”[1]buyurmuştur. Ebu Musa radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Hz.
Peygamber, “Velisiz nikah olmaz.”buyurmuştur.[2] Hz. Peygamber’in şöyle
buyurduğu da rivayet edilmiş­tir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah
olmaz. Bu şekilde kıyılmayan ni­kah ba­tıldır. Anlaşamaz­larsa sultan velisi
olmayanın velisidir.”[3] Sultan bölgenin yetkili amiri demektir. Bugün
bildiğimiz kadarıyla velisiz nikah kıyılmamaktadır. Nikahı onay­lama yetkisine
sahip makam ister Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi belediye başkan­ları, ister
Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kilise olsun onların böyle bir yetkiye sahip
olmaları velilik yetkisini kullanmaları demektir. Nikah memuru­nun gerekli
incelemeleri yaptıktan ve tarafların onayını aldıktan sonra “Belediye başkanının
verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum.” diyerek evliliği onaylaması
bun­dandır. Bugün anne-babanın onayı, reşit olmayanların evlenme­sinde
aranmaktadır. Evlenmek için Hz. Peygamber’in koyduğu veli şartı nikahın, eşler
dışında yetkili biri tarafından onaylanması şartı demektir. Eğer veli bulunmaz
veya görevini yapmazsa o zaman velilik bölgenin yetkili amirine geçer. İslâm’da
veli yalnızca, bakire kız için aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dulun,
kendisiyle ilgili olarak velisinden önceliği […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


DÂRU’L-HARP’TA FAIZ

0

Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İs­lam, yani İslam ülkesi, egemen
olmadığı ülke­lere de dâru’l-harp, yani düş­man ülkesi adı verilir. Bunların
içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış an­laşması yap­mış olanlara
dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Ha­nife ile
İmam Muhammede göre gayrimüslim­lerin ülke­sinde (dâru’l-harp) bulunan bir
Müs­lüman, o ül­ke­nin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse
orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun.
Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine gir­mesine müsade
etti­ğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem
ya­pamayacağına göre bir müslü­man­ da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz.
Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde ya­saktır. Çünkü
faizi yasaklayan ayet ve ha­dis­lerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer
yiyor­larsa, dâru’l-harp ahalisine öl­müş hayvan eti ve do­muz satmada ve
onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam
Mu­hammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un
rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا
ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında
faiz ol­maz.” Bu hadis hakkında çok söz söy­lenmiş ve bir çokları böyle bir
hadisin varlığını ka­bul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


NIŞANLILARIN NIKAHI

NİŞANLI ÇİFTLER KENDİ ARALARINDA NİKAH KIYABİLİRLER Mİ? Soru – Nişanlı çiftlerin
haram işlemeksizin bir araya gelerek ko­nuşabilmeleri ve gezebilmeleri için
kıyılan dinî nikahın, dinî ölçüle­rimize göre geçerliliği nedir? Nişanlılıkla
birlikte kıyılan dinî nikah, nişanlıların cinsel arzu ve eylemlerine meşruiyet
kazandırır mı? Cevap – Nişanlı çiftler arasında kıyılan nikah, tam bir nikahtır.
Bununla nişanlılık dönemi biter, evlilik dönemi başlar. Yalnız kaç-göçün
önlenmesi ve nişanlı çiftlerin haram işlemek­sizin bir araya gelerek
konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikah çeşidi yoktur. Bir
tek nikah vardır ve o nikah kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kızla erkek
birer nişanlı çift değil, evli çift olmuş olurlar. Bu nikahtan sonra erkek
karısını kendi evine götürme hakkını elde eder. Kadın, kocasının evine gitmemek
için, yalnızca mehr-i muaccelinin (yani peşin olarak ödenmesi şart koşulan
mehrin) ödenmemiş olmasını engel gösterilebilir. Bundan başka hiç bir şey ileri
sürülemez. Çeyiz bitmedi, nişan töreni ya da düğün töreni yapı­lacak gibi
engeller ileri sürülemez. Eğer düğün yapılacaksa derhal ya­pılır ve koca
karısını evine götürür. Mehir, bilindiği gibi erkeğin karısına vermek zorunda
olduğu bir maldır. Tarafların anlaşmasına ya da örfe göre bir kısmı peşin bir
kısmı da daha sonra ödenebilir. Tamamının peşin olması veya ta­mamının daha
sonra ödenmesi şartını koşmak da caizdir. Nikah sı­rasında […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


DOMUZ DERISI

Soru- Tabaklanmış domuz derisi ve ondan yapılan eşyalar alınıp satılabilir mi?
Bunlar giyili olarak namaz kılınabilir mi? Cevap- Tabaklanan deri temiz olur.
Abdullah b. Abbas, ona dua ve selam olsun, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini
bildirmiştir: “Hangi deri tabaklanırsa temiz olur.” (Nesei, Fer’, 4) Kur’an’da
ve hadislerde domuz derisinden bahsedilmez. Kur’an’ın dört ayetinde[1] domuz
etinin haram olduğu bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyledir: “De ki: “Bana gelen
vahiyde yiyen kişiye, şunlardan başka yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum:
Ölü (leş), akmış kan, domuz eti ki bir pisliktir ya da üzerine Allah’tan
başkasının adı anılarak kesildiği için fısk olan hayvan. Kim çaresiz kalır da
birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse
şüphesiz Rabbin, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.” (el- En’am 6/145) Domuz
eti necis, yani pis sayılmıştır. Onun pis olduğu, ayette geçen domuz eti (لحم
الخنزير) ki, o gerçekten pisliktir ifadesinden anlaşılır. Bu iğrençliğin domuz
eti ile ilgili olduğu açıktır. Ama fakihlerin çoğu, buradaki “o” zamirinin domuz
etini değil, domuzu gösterdiğini söylemiş ve domuzun, eti gibi derisinin de
necis olduğu, tabaklama ile temizlenemeyeceği görüşüne varmışlardır. Bunların
dayanaklarını yazının sonunda bulacaksınız. Bunun zorlama bir yorum olduğu
bellidir. Çünkü “domuz eti ki, o gerçekten pisliktir” ayetini okuyan herkes,
buradaki “o” zamirinin domuzu değil, domuz […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


DELILLERLE CUMA NAMAZI

CUMA NAMAZI Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Müminler ! Cuma günü
namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı
bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın
ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ın adını da çokça anın ki, umduğunuza
kavuşasınız.”(Cuma, 62/9-10) Ebu Hureyre radiyellahü anh Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Namaz kılınacağı zaman
koşarak gelmeyin, sükunetle gelin. Yetiştiğiniz rekatları kılın,
yetişemediğinizi de tamamlayın.” (Buhârî, Cuma, l8) Cuma Kimlere Farzdır?
Abdullah b. Ömer radiyellahü anh, Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle
buyurduğunu rivayet ediyor: “Cuma namazı nidayı (müezzinin sesini) işiten
herkese farzdır.” (Ebû Davud, Cuma, l056)[1] Tarık b. Şihab, Resulullah
sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Cuma namazı,
bir topluluk içindeki her müslümana farzdır, köle, kadın, çocuk ve hasta olursa
o başka.” (Ebû Davud, Cuma, l067)[2] Ebu Davud, Tarık b.Şihab’ın Resulüllah
sallallahü aleyhi ve sellemi gördüğünü ancak ondan bir şey işitmediğini bu
hadisin arkasına not etmiştir. Cuma Gününün Fazileti Ebu Hureyre radiyellahü
anh, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor.
“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o
gün Cennete konmuş ve o gün Cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de başka bir günde
değil, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


ORUÇLA İLGILI GENEL BILGILER

Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Farsça “ruze” kelimesinden Türkçe’ye
geçmiştir. Önceleri “Oruze” (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra “Oruç”
şeklinde telaffuz edilmeye başlamıştır. Arapça karşılığı “savm” ve “sıyam”dır.
Savm; ‘yiyip-içmemek’, ‘hareketsiz kalmak’ ve ‘her şeyden el etek çekmek’
anlamlarına gelir. Terim olarak oruç, “ibadet niyetiyle tan yerinin ağarmasından
güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak”tır. Orucun
farz kılındığını bildiren ayet şöyledir: “Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere
farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de farz
kılındı.”(Bakara, 2/183) Nebîmiz sallallahu aleyhi selem de orucun önemi
hakkında şöyle buyurmuştur: “Oruç, insanı koruyan bir kalkandır.” [1] Ramazan
kameri aylardandır. Yani ayın hareketlerine göre belirlenir. Bu sebeple Ramazan,
her yıl bir önceki yıla göre on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyla bazen
kışın, bazen yazın oruç tutulur. Böylece Müslüman, soğukta, sıcakta ve her
mevsimde Allah’ın oruç emrini yerine getirme fırsatını yakalar. Oruç,
davranışlara olumlu etki etmelidir. Nebîmiz şöyle buyurmuştur: “Yalan söylemeyi
ve yalanla iş görmeyi bırakmayan bir kimsenin, yemeği ve içmeyi bırakmasına, aç
kalmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur!”[2] “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki,
kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.”[3] “Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü
söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene ‘ben oruçluyum, ben
oruçluyum’ desin ve onunla dalaşmasın.” […]

Yahya Şenol
29. Eyl 2009


ORUCA BAŞLAMA VE TAKVIMLERIMIZ

Soru: Çeşitli takvimler, değişik imsak vakitleri vermekte, aralarındaki fark 20
dakikaya kadar çıkmaktadır. Bunlardan hangisine uymak gerekir? Cevap: Oruca
ikinci fecrin doğmasıyla başlanır, akşam güneş batıncaya kadar devam edilir.
Güneşin yuvarlağının ufukta kaybolmasıyla iftar edilir. Dağlık arazide
bulunanlar, dağların üzerinden güneş ışıklarının çekilmesini beklerler.
Bulutlardaki ışıklara bakılmaz. Sabahleyin doğu ufkunda iki çeşit ağarma olur.
Birincisi, gökyüzünün ortasına doğru uzanan, üst tarafı daha parlak, altı ufuk
çizgisine kadar inmeyen, ortası oval biçimde bir aydınlıktır. Bu, bir müddet
sonra keskin bakışlı kimseler dışındakilerin fark edemeyeceği kadar azalır ve
bazı bölgelerde tamamen görülmez olur. Bu anda ne sabah namazı vakti girer ne
sahur vakti sona erer. Bununla bir dini hüküm sabit olmayacağı için ‘fecr-i
kâzib’ yani ‘yalancı tan’ adı verilmiştir. İmsak vakti yaklaşmıştır ama yemeye
içmeye devam edilebilir. Bilal Habeşi bu vakitte ezan okuduğu için Peygamber
sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur: “Bilal’ın okuduğu ezan ve dikey
olarak beliren fecir sahurunuza engel olmasın, fakat ufukta enine yayılan fecir
böyle değildir.” ((Müslim, Sıyâm, 41 (1094), 42-44)) İkinci fecir, doğuda gökle
yerin birleştiği çizgi boyunca yayılan aydınlıktır. Bu anda yemeye içmeye son
verilir ve oruca başlanır. Bununla sabah namazı vakti de girmiş olur. Bu
hususlarda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. ((Hanefi Mezhebi’nden İbrahim
el-Halebi, Halebi-i Kebir, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


AILE ADINA TEK KURBAN

KURBANIN FERT YA DA AİLE ADINA KESİLMESİ TARTIŞMALARI Kurban kesmenin vacip
olduğunu söyleyen İslâm hukukçuları aynı zamanda kurbanın tek tek fertlere dönük
bir ibadet olduğu kanaatindedirler (aynî vacip). Kurban kesmenin sünnet olduğunu
söyleyenlerden bazılarına göre (Ebû Yûsuf (182/798) gibi) de, bu ibadet aynî bir
sünnettir. Dolayısıyla aile bireylerinden birinin kurban kesmesi yeterli
değildir; yükümlülük şartlarını taşıyan herkesin kesmesi gerekir. ((Mergînânî,
el-Hidâye, IV,71; Kadızâde Şemsüddîn Ahmed, Netâicü’l-efkâr, IX,510-1)) Kurban
kesmenin müekked sünnet olduğu görüşünde olan İmam Mâlik (179/795)’e göre ise,
bir davar, sığır veya deveyi, kişinin kendisi ve şer’an nafakalarını sağlamakla
yükümlü bulunduğu aile bireyleri adına kesmesi caizdir. Ancak Mâlik’in görüşü,
adına kurban kesilen bireylerin kurbanlık hayvana iştiraki yönüyle değil, sırf
kendi adına satın almakla birlikte söz konusu kişileri de buna ortak etmesi
bakımından yani sevap itibariyledir. Diğer bir ifadeyle Mâlikî hukukçulara göre,
kurban kesen kimsenin niyet etmesi halinde aynı kurbanın sevabına nafaka halkası
içinde bulunan birlikte oturduğu yakınlarını da iştirak ettirebilir ve bu kurban
onlar için de yeterli olur. (İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I,351-352)) Bununla
birlikte İmam Mâlik, maddî durumu iyi olanların ayrı ayrı her bir fert için
kurban kesmelerinin daha uygun olacağını belirtmektedir. ((Mâlik, el-Müdevvene,
I,547; Bâcî, el-Müntekâ, Beyrut 1403/1983, III,97)) Şâfiî ve Hanbelî fakihler de
benzer bir yaklaşımla kurbanın […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


NAMAZLARIN BIRLEŞTIRILMESI

Öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının birlikte kılınabileceğine dair ha­dis-i
şerifler vardır. Kur’an-ı Kerim’de de buna engel bir hüküm yoktur. Ayetler öğle
ile ikindi vaktini birbirinden, kesin çizgilerle ayırmamaktadır. فَاصْبِرْ عَلَى
مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ
الْغُرُوبِ “Ne derlerse desinler sen sabret. Güneş doğmadan önce ve batmadan
önce, her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine (Sahibine) ibadet et.”( Kaf 50/
39) Güneş doğmadan önce sabah namazı, batmadan önce de öğle ve ikindi na­mazları
kılınır. فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ. وَلَهُ
الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ  “Akşama girdiğinizde
ve sabaha çıkarken Allah’a ibadet edin.Göklerde ve yerde, yaptığını güzel yapmak
Allah’a mahsustur. İkindi ve öğle vaktinde de O’na ibadet edin.” (Rum 30/ 17-18)
Ayetlerde akşam ile yatsı vaktini ayıran açık ifadeler de yoktur. فَاصْبِرْ
عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ
وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ
لَعَلَّكَ تَرْضَى “Onlar ne derlerse desinler, sen sabret. Güneşin doğuşundan
önce, batmasında önce ve gecenin bölümlerinde her şeyi güzel yaptığından dolayı
Rabbine ibadet et. Gündüzün iki tarafında da ibadet et; belki memnun kalırsın.
“(Taha 20/130) “ Akşama girdiğinizde ve sabaha çıkarken Allah’a ibadet
edin. (Rum 30/17) أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ
وَقُرْآنَ الْفَجْ,رِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا “Namazı, güneşin
zevalinden (batı […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


BORSA

Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler bor­sası adı verilir.
Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer.
Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senet­leridir. Bunların alım satımı faizli
işlem kapsamına girer. Hisse senet­leri ise şirketlerin ortaklık senetleridir.
Bunları alanlar, ilgili şirketin or­tağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından
A.Ş.’nin büyük ortakla­rının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye
Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye
çalışıl­mıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan,
yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu
tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu
haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler
yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6.
maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler
izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve
tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili
maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka
arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan
edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas
sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır.
Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne ger­çeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı
bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak
yorumlanmasına yol açacak […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İÇ DENETIM

(Bu yazı, Caferilik İnancını Tanıtma, Araştırma ve Eğitim Derneği’nin 14-15
Nisan 2007 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Fikirde Uzlaşı, Eylemde Birlik”
uluslararası sempozyumunda sunulmak üzere hazırlanmıştır.) Hıristiyanlıkta şirk
en büyük günahtır. “Birinci emir şirki yasaklar. Allah’tan başka ilahlara
inanmak ve Tek ilahtan başka ilaha saygı göstermek yasaktır. Putları reddetmek
gerekir. ((Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, İstanbul 2000, paragraf 2112.
(Papa 14. Lui’nin (Episkopos II. Jean Paul) emriyle 1986’da Kardinal Joseph
Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik bir heyetin altı yıllık çalışmasıyla
meydana getirilmiş ve Vatikan Kilisesi tarafından kabul edilmiş öğretileri
içerir. Dominik PAMİR Türkçe’ye çevirmiş, Türkiye Episkoposlar Konferansı adına
neşredilmiştir.)) İncil’de şöyle geçer: فَأَجَابَهُ يَسُوعُ:«إِنَّ أَوَّلَ كُلِّ
الْوَصَايَا هِيَ: اسْمَعْ يَا إِسْرَائِيلُ. الرَّبُّ إِلهُنَا رَبٌّ وَاحِدٌ.
وَتُحِبُّ الرَّبَّ إِلهَكَ مِنْ كُلِّ قَلْبِكَ، وَمِنْ كُلِّ نَفْسِكَ، وَمِنْ
كُلِّ فِكْرِكَ، وَمِنْ كُلِّ قُدْرَتِكَ. هذِهِ هِيَ الْوَصِيَّةُ الأُولَى. (
مرقس اصحاح 12/29-30) “Dinle ey İsrail, Allah’ımız Rab, bir olan
Rab’dir”. (İncil, Markos 12/29)   فَأَجَابَهُ يَسُوعُ وَقَالَ:«اذْهَبْ يَا
شَيْطَانُ! إِنَّهُ مَكْتُوبٌ: لِلرَّبِّ إِلهِكَ تَسْجُدُ وَإِيَّاهُ وَحْدَهُ
تَعْبُدُ». لقا اصحاح /48 “Tanrın olan Rabb’e secde et ve yalnız ona kul ol.” 
(İncil/Luka 4: 8) İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır. Ama
bugünkü İncil’in büyük bölümü Pavlus’un, bir kısım havarilerin ve kimliği
bilinmeyen kişilerin mektuplarından oluşur. Bu sebeple şirki […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KADININ DÖVÜLMESI

GİRİŞ Nisa 34. âyette “Nüşuzundan korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin/güzel
sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (oraya) darb edin” emirleri yer
alır. Nüşûz =نُشُوزً, gideceği zaman oturduğu yerden hafifçe kalkmaktır[1]. Darb
=ضرب, bir şeyi bir şeyin üstüne vurmak veya sabitlemektir[2]. Hemen hemen her iş
için kullanılan[3]darb kelimesinin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre
değişir. Türkçede, darb’a en yakın olan “vurmak” fiilinin de otuz civarında
anlamı vardır. Damga vurma, ayağını yere vurma, silahla, yumrukla veya sopayla
vurma, ışık vurması, karaya vurma gibi kullanımlar, “bir şeyi bir şeyin üzerine
vurma” anlamındadır. Duvara boya vurma, ata eğer vurma, başörtüyü boyuna vurma,
binaya çatı vurma, kafayı vurup yatma, kapıya kilit vurma, soğuk vurması, dolu
vurması ve birine vurulma gibi kullanımlar da “bir şeyi bir şeyin üstüne
sabitleme” anlamındadır[4]. Gelenekte Nisa 34. âyetteki nüşûz’a baş kaldırma,
darb’a da dövme anlamı verilmiştir. İlgili hadislere de bu anlam verilince
İslâm’ın erkeğe, eşini dövme yetkisi verdiği kanaati oluşmuştur. Türkiye Diyanet
Vakfı meâli şöyledir: الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ
اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ
وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي
الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ
سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا. “Allah’ın insanlardan bir
kısmını diğerlerine üstün […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KADINLARIN ŞAHITLIĞI

“ …Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa, kabul edeceğiniz
şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa, diğeri
hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük,
ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi Allah
katında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha
uygun olur…” (Bakara 2/282) Kur’ân, şahitlik konusunda kadın-erkek ayırımı
yapmadığı halde, fıkıh geleneğinde ayrım yapılmış hatta had ve kısas davalarında
şahitlerin tamamının erkek olması şart koşulmuş, diğer davalarda iki erkek veya
bir erkek ile iki kadın yeterli görülmüştür. Borç doğuran hukuki ilişkileri
tespit ile ilgili âyette şöyle buyurulmuştur: “…Erkeklerinizden iki kişiyi şahit
tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın da
olabilir. Biri yanılırsa diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282) Bağlantılarına
bakmayınca âyetin şahitlik konusunda kadın erkek ayırımı yaptığı kanaatine
varılabilir. Nitekim eski fakihler bu kanaatle hareket etmişlerdir. Âyetin
devamı şöyledir: “…Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister
büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi;
Allah yanında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için
daha uygun olur….” “…Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” ifadesi, borcu
yazıyla tespit açısından da şahitlik nisabı açısından da değerlendirilebilir.
“Daha sağlam” sözü “sağlam”ın karşıtıdır. Sağlam olan iki şey karşılaştırılınca
birine […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


BAŞÖRTÜSÜ VE ÖRTÜNME

0

İslâmiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez,
kadınlar da erkeklerden sakınmazlardı. Başörtülerini enselerine bağlar veya
geriye doğru bırakırlardı. Yakaları önden açı­lır, boyunları ve gerdanlıkları
ortaya çıkar, süsleri gözükürdü. Erkek­lerin ilgisini çekmek için süslenen, açık
saçık kıyafetler giyinen, ba­kışlarıyla ilgi toplamaya çalışan düşük ahlaklı
kadınlar da vardı. ((Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili,
İstanbul 1936, C. IV, s.3506 ve C. V, s.3927 (Nur Suresi 31, Ahzab 59).))
Ev­lilik dışı ilişkiler peşinde koşan bir kısım erkekler, kadınların arka­sına
takılır ve onları zan altında bırakırlardı. ((Fahreddin er-Râzi Ebu Abdillah
Muhammed b. Ömer (öl. 606 h. /1210 m.) et-tefsîr’ül-kebîr, Mısır, C. XXV, s.230
(Ahzab 59).)) Örtünme ile ilgili emirler Ahzab Suresi ile Nur Suresi’ndedir. Her
iki surenin de Medine-i Münevvere’de indiği hususunda tam bir görüş birliği
vardır. ((el-Kurtubî Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (öl. 671 h. /1273 m.), tahkik
eden Ebu İshak İbrahim Etfiş, el-Cami li Ahkam’il-Kur’an, Kahire 1387 h. 1967 m.
C. XII, s.158 ve C. XIII, s.113.)) İslâm’ın bir çok emir ve yasağı gibi örtünme
emri ile buna ilişkin yasaklar da Medine-i Münevvere’de gelmiştir. Kadınlar
Medine-i Münevvere’de de günahkâr erkekler tarafın­dan rahatsız ediliyorlardı.
Durum Muhammed aleyhisselama şikayet edilince Ahzab Suresi’nin 59. ayeti nazil
oldu. ((el-Kurtubî, a.g.e., C.XIII, s.243 (Ahzab […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KADIR GECESI VE İTIKÂF

“Doğrusu Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir kadir
gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve
melekler, her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar
bir esenliktir.”(Kadr, 97/1–5) Kadir gecesinin Ramazanda olduğu bellidir. Çünkü
Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o ayda, insanlara
doğruyu gösteren ve doğruyu yanlıştan ayıran belgeler halinde indirilmiştir…”
(Bakara, 2/185) Ama Ramazanın hangi gecesinin Kadir Gecesi olduğu belli
değildir. Peygamberimizin (sav) tavsiyesi onu Ramazan ayının son on gününün tek
gecelerinde aramaktır. Buna göre kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç,
yirmi beş, yirmi yedi ve yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir.
Kadir gecesi ile ilgili hadisler şöyledir: “Her kim sevabına inanıp onu kazanmak
ümidiyle Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları affedilir.”[1] Aişe (r.
anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, diğer
aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha
çok çaba gösterirdi. Son on günde geceyi ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası
için) uyandırırdı…”[2] Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve derdi
ki: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın.”[3] Ebu Saîd (ra)
anlatıyor: “Biz Peygamberimiz (aleyhissalâtu […]

Yahya Şenol
29. Eyl 2009


ŞARTA BAĞLANAN TALÂK (MASTER TEZI)

ÖZET Aile, iki temel üzerinde kurulmuştur. Temelin biri erkek diğeri kadındır.
Eşlerin hür iradelerine ve karşılıklı isteklerine dayanan nikâh akdi ise aile
yuvasının kurulmasını sağlayan önemli bir akittir. İslâm Hukuku, evlilik
birliğinin sürekli olması için sağlam temellere oturtulmasını hedeflemiş ve buna
yönelik düzenlemeler yapmıştır. Bununla birlikte karı-koca, evliliği
sürdüremeyecek derecede anlaşmazlığa düşerse bu durumda İslâm Hukuku en son çare
olarak boşamaya cevaz vermektedir. Ancak bunu da belli bir düzene koymuştur.
Allah c.c. talâkın nasıl yapılacağını Kur’an’da bizlere açıklamıştır. Allah c.c.
bu konuda bir sure indirmiş, bununla birlikte yaklaşık otuz üç ayette doğrudan
veya dolaylı olarak talâktan söz etmiştir. Kur’an’da bu kadar geniş yer alan
talâk konusu, İslâm âleminde, ayet ve hadisler açısından yeterince ele
alınmamış, Kur’an ve sünnete aykırı içtihatlarda bulunulmuş, bu içtihatlar ise
birçok aileyi felâkete sürüklemiştir. Bu içtihatlardan biri de şarta veya belli
bir zamanın gelmesine bağlanan talâk, konusudur. Böyle bir talâk, kadına gözdağı
vermenin bir ihtiyaç olduğu düşüncesiyle geçerli sayılmıştır. Biz de böyle
önemli bir konunun Kur’an ve Sünnet ışığında araştırılmasının gerekli olduğunu
düşünerek, danışman hocamın da tavsiyesiyle bu çalışmayı yapmaya karar verdik.
Çalışmamız giriş hariç üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde talâkı Kur’an
ve Sünnete göre genel olarak anlatmaya çalıştık. Şarta veya zamana bağlanan
talâkın, fıkıh kitaplarında […]

Suleymaniye Vakfi
30. Eyl 2009


KADINLARIN YOLCULUĞU – 2

KADINLARIN MAHREMSİZ OLARAK YOLA ÇIKMASI Mahremsiz bir kadının bazen görev
gereği, bazen de gezmek amacıyla tek başına veya hanımlardan oluşan bir grupla,
sefer müddeti ve mesafesinde şehirlerarası yolculuklara çıkmasını; yolculuk ve
yol güvenliği başlıkları altında incelemek uygun olacaktır. A- YOLCULUK Allah
Teâlâ, bazı sebeplerle yolculuk yapmayı emretmektedir. Bunlar: 1- Kültür amaçlı
yolculuk: أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ
بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن
تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “(Kafirlik edenler) Yeryüzünü gezip
dolaşmadılar mı ki kendisiyle doğru bağlantı kuracakları kalpleri,
dinleyecekleri kulakları oluşsun! Şu bir gerçek ki, gözler kör olmaz ama
göğüslerdeki kalpler kör olur.”  (Hac 22/46) 2- Bilim ve araştırma amaçlı
yolculuk قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ
اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bir bakın!”
Sonra Allah, yaratmayı son kez yapacaktır. Allah her şeye bir ölçü
koyar.”(Ankebut 29/20) 3- Dinler tarihi amaçlı yolculuk وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي
كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ
فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ
فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
“Kulluğu Allah’a yapın ve tağutlardan uzak durun!” desinler diye her ümmete bir
elçi gönderdik. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu,
sapıklığı […]

Abdulaziz Bayındır
30. Eyl 2009


KADIN ERKEK TOKALAŞMASI

Kadın Erkek Tokalaşması Haram mıdır? İslâm Dini’nin ana kaynakları Kur’ân-ı
Kerim’dir ve de O’nun açıklaması ve uygulaması niteliğindeki Muhammedî
Sünnet’tir. Bir sözü, davranışı ve işi haramlıkla vasıflandırabilmek için haram
hükmünün doğrudan bu iki kaynağa veya bu iki kaynaktan birine dayanması gerekir.
Yüce Rabbimiz Kur’ânımızın İsra sûresinin 32. âyetinde şöyle buyurmaktadır:
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, apaçık bir çirkinliktir ve kötü bir yoldur.” Bu
âyet zinayı yasaklamanın yanı sıra zinaya yaklaştırıcı eylemleri de
yasaklamaktadır. Sevgili Peygamberimizin ilgili sözlerinden hareketle zinaya
yaklaştırıcı eylemleri çıplaklık, aralarında mahremiyet bağı bulunmayan kadınla
erkeğin gözlerden ırak beraberliği, iradeli ve arzulu bakış ve bedenî temas
olarak özetleyebiliriz. Bedenî temasın bir şekli de tokalaşmadır. İslâm
literatüründe müsâfaha olarak isimlendirilen tokalaşmanın yükümlülük yönünden
Mubah, Sünnet ve Haram türleri vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de tokalaşma, mübâya’a
masdarından fiil ve emir kipleriyle fakat çağrışımı yapılan soyut tokalaşma
manasında değil, siyasî otoriteye bağlılık anlamında kullanılmaktadır. ((Fetih
10; Mümtahine 12.)) Bu sebeple açıklamalarımızı sözlü ve fiilî sünnet merkezli
olarak yapacağız. a- Müslüman erkeklerin ve kadınların karşılaştıklarında erkek
erkeğe ve kadın kadına tokalaşmaları yükümlülük bakımından Sünnet’tir. Bir diğer
anlatımla Hz. Peygamberin uygulamasını izlemektir. Bu konuda İslâm bilginlerinin
görüş birliği vardır. Çünkü Peygamberimiz bizzat kendileri tokalaşmışlar,
tokalaşmaya yönlendirici buyruklarında da şöyle buyurmuşlardır: “Allah,
karşılaştıklarında müsafaha eden (tokalaşan) iki […]

Ali Rıza Demircan
30. Eyl 2009


MESCID-I NEBÎ’DE KIRK VAKIT NAMAZ

Peygamberimizin şöyle dediği iddia edilir: “Kim, bir tek namaz kaçırmaksızın
benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa ona cehennem ateşinden uzak oluş ve
azaptan kurtuluş yazılır. O, nifaktan uzak olur.” ((Ahmed İbni Hanbel,
el-Müsned, III, 155; Taberânî, el-Evsat, VI,210; No.5540: من صلى فى مسجدى اربعين
صلاة لاتفوته صلاة كتب له براءة من النار و نجاة من العذاب و برىء من النفاق الجهد:
بلوغك غاية الأمر الذي لا تألو عن الجهد فيه)) Namaz, bütün müminlere farzdır ve
her yerde kılınabilir. Mescit, namazın cemaatle kılındığı yerdir.
Peygamberimizin mescidi, bu açıdan diğer mescitler gibidir. Kur’an-ı Kerim,
yeryüzündeki ilk mabedin Mekke’de olduğunu, oraya girenin güven içinde
olacağını, o mabedi ziyaretin oraya yol bulabilen her mümine farz olduğunu
bildirir. Ama onu, başka konularda diğer mescitlerden ayırmaz. Mescid-i Haram’a
ve hacılara hizmetle övünen Mekkeli müşriklerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “Müşrikler, kendi kâfirliklerini bilip dururken Allah’ın
mescitlerine hizmete yetkili değillerdir. Onların çalışmaları boşunadır. Onlar
hep ateş içinde kalacaklardır. Allah’ın mescitlerine hizmeti sadece, Allah’a ve
ahiret gününe inanan; namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından
korkmayanlar yapabilirler. Bunların doğru yolda olmaları umulur.” (Tevbe
9/17-18) Mekkeli müşrikler Mescid-i Haram derken, Allah Teâlâ’nın bütün
mescitleri içine alacak şekilde “Allah’ın mescitleri” demesi önemlidir. Daha
önemlisi, Allah’a ve ahiret gününe inanan, […]

Suleymaniye Vakfi
30. Eyl 2009


ORUÇ FIDYESI

Allah Teâlâ şöyle buyurur: اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ
مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ
يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ
لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “(Size yazılan
oruç) sayılı günlerde tutulur. Sizden kim, hasta veya yolculuk halinde olursa,
tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Orucu tutabilecek olanların 
bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) vermesi de gerekir. Kim bir iyiliğin
fazlasını yaparsa onun için iyi olur. Oruç tutmanızın ne kadar iyi olduğunu
bilseniz, (hasta ve yolcu olmanıza rağmen) tutarsınız. …” (Bakara 2/184) Âyette
geçen (الذين يطيقونه وعلى ) = ve alellezîne yutîkûnehû) ifadesi “…onu
tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “…onu
tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur.
Şimdi olumlu anlam ile ortaya çıkan hükümleri ve anlamı olumsuza çevirmenin
sebep ve sonuçlarını görmeye çalışalım: 27.1. Olumlu Anlam Bakara 184. âyetteki
( الذين يطيقونهوعلى ) ibaresine “..onu tutabilenlere..” şeklinde olumlu anlam
verince, “onu” zamiri ya bu âyette sözü edilen hasta ve yolcuların,
tutamadıkları Ramazan orucunu kaza etmeleri halini ya da 183. âyette yer alan
orucu (الصيام es-sıyâm) gösterir. 27.1.1. Zamirin Orucu (الصيام) Göstermesi 184.
âyette olan “onu” zamirinin 183. âyetteki orucu gösterdiğini söyleyenlere göre
yolcu ve hasta olmayıp oruç tutabilenler önceleri serbestti; isteyen […]

Abdulaziz Bayındır
30. Eyl 2009


HACDA TICARET VE SOSYAL ETKINLIK

Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselama şöyle demişti: “Hac için insanlara çağrı yap
da yaya olarak ve bitkin binekler üzerinde derin vadilerden geçip sana
gelsinler. Gelsinler de kendi menfaatleri bizzat görsünler ve onlara rızık
olarak verdiği küçük ve büyük baş hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın
adını ansınlar. Onlardan yiyin, eli darda olan yoksula da yedirin. Sonra Arafat
vakfesini[1] tamamlasınlar, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atîki
(Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac 22/27–28) Dikkat edilirse âyetlerin iki faklı
şeye vurgu yaptığı görülür; biri elde edilecek menfaat, diğeri
yapılacak ibadettir. Bunların ikisi de menfaattir; biri din ile diğeri de dünya
ile ilgilidir. Şu âyette de buna benzer bir vurgu vardır: “(Hac mevsiminde)
Rabbinizin ikramını aramanızda bir günah yoktur. Arafat’tan boşalıp aktığınız
zaman Meş’ar-i Haram yanında Allah’ı anın. Size nasıl gösterdiyse onu öyle anın.
Doğrusu, bundan önce siz gerçekten, yanlış yolda idiniz.” (Bakara 2/198)
Sahabeden Abdullah İbn Abbas diyor ki: “Hac ibadeti başlamadan önce insanlar
Mina’da, Arafat’ta, Zü’l-mecaz panayırında ve diğer panayırlarda alım satım
yaparlardı. Sonra ihramlı ilken alım satım yapmaktan korkar oldular. Bunun
üzerine Allah Teâlâ yukarıdaki âyeti indirdi.” ((Ebu Davud, Sünen, Menasik 7,
hadis no 1734.)) Bu panayırlar İslâm’dan sonra da kurulmaya devam etti. İlk
terke uğrayan Ukâz panayırı oldu. Hâricîler zamanında (hicri 129 yılında)
kurulamadı ve ondan sonra tamamen bırakıldı. […]

Suleymaniye Vakfi
30. Eyl 2009


FIRSATLAR AYI RAMAZAN

Kur’an-ı Kerim’de oruçla ilgili hükümlerin anlatıldığı ayetler, Bakara sûresinin
183 ilâ 187. ayetleridir. Bu ayetler okunduğunda bazı kavramların ön plana
çıktığı görülmektedir. Aşağıda bu ayetlerde ramazan ayının Müslümanlara sunduğu
fırsatlar olarak değerlendirilen “takvâ”, “Kur’an”, “şükür” ve “dua” kavramları
üzerinde durulacaktır: 1. Fırsat: Takvâ Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de orucun
amacını şöyle belirtmiştir: “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere
yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183)
Mealde altı çizili olan yer, ayet metnindeki (لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ) “leallekum
tettekûn” ifadesinin karşılığıdır. “Tettekûn” kelimesi, takvâ (تقوى)
kelimesinden türemiştir. Bu durumda ayetin anlamı; “takvâlı olasınız diye” demek
olur. ‘Bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar veren şeylere karşı korumak’
anlamındaki vikâye kelimesinden türeyen takvâ ‘kişinin kendisini korktuğu bir
şeye karşı koruma altına alması’ yani kısaca ‘korunmak’ demektir.[1]
Günahlardan, haramlardan, şirke düşmekten vs. her türlü kötülükten korunmak… Bu
yüzden oruç insanları aç bırakmak için değil, onları takvâlı birer kul haline
getirmek, Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve otokontrol melekesi kazandırmak
için farz kılınmıştır. Zaten Farsça rûze kelimesinden dilimize geçen orucun
Arapça karşılığı da savm/sıyâm’dır. Bu da ‘tutmak’ anlamına gelir: Kendini
tutmak. Oruçluyken yemeye, içmeye ve cinsel ilişkiye karşı kendini tutmak. İşte
insan oruçluyken aynı zamanda Allah’ın yasakladığı diğer şeylere karşı da
kendini koruduğu vakit orucun […]

Yahya Şenol
30. Eyl 2009


KADIR GECESI

Kadir Gecesi’ni, kader gecesi diye tercüme edebiliriz. Kadr veya kader, ölçü
koyma ve ölçü anlamlarına gelir. Kadir gecesi, bir yıllık ölçülerin belirlendiği
ve görevli meleklere emirler halinde verildiği gecedir. Yaratılacak her şeyin
önce ölçüsü oluşturulur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz, her şeyi bir kadere
(ölçüye) göre yaratırız.”. (Kamer 54/49) Kadir gecesi Ramazan ayı içerisindedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ramazan Kur’ân’ın indirildiği aydır.” (Bakara
2/185) “Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sen nereden
bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, Rablerinin
izniyle, her konudaki ruhlarla (kendilerine verilmiş görevlerle) inerler.  O,
tanyeri ağarıncaya kadar güvenlik ve esenlik gecesidir.” (Kadr Suresi) “Hâ, Mîm.
Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitap önemlidir. Onu bereketli bir gecede (kadir
gecesinde) indirdik. Onunla uyarılarda bulunmaktayız. Karara bağlanmış her iş
için o gece görev paylaşımı yapılır. Paylaşım tarafımızdan yapılır. Biz, elçiler
(melekler) göndeririz.   Rabbinin /Sahibinin bir ikramı olarak… O, her şeyi
dinler ve bilir.  ” (Duhân 44/1-6) Kadr suresi 4. ayetteki melekler, ruh ve emir
ile ilgili Nebimizden gelen bir açıklama yoktur. Bu bize konuyu Kur’ân’dan
kolayca öğrenebileceğimizi gösterir. MELEKLER Allah Teâlâ meleklerle ilgili
olarak şöyle buyurur:   “Göklerin ve yerin fıtratını (kanun ve kurallarını)
koyan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah her şeyi
güzel yapar. Koyduğu kurala göre yaratılışa ilavelerde de bulunur. Allah […]

Abdulaziz Bayındır
30. Eyl 2009


NEBI ALEYHISSELAMIN CUMA NAMAZI

Cuma günü zevalden önce kılınan namaz Mücahid Ebû Halil’den, o Ebû Katâde’den,
 Nebi aleyhisselamın cuma günü dışında günün ortasında namaz kılmayı mekruh
gördüğünü rivayet etmiştir. şöyle buyurmuştur : “Cuma günü dışında Cehennem
tutuşturulur.” (Ebû Davud Cuma l083)[1] İmamın minberden indikten sonra
konuşması Enes radiyellahü anh şöyle dedi: Resulüllah aleyhisselamı namaz için
ikamet alındıktan sonra gördüm, bir kişi kendisi ile kıble arasında durmuş
onunla konuşuyordu. Konuşup durdu, o kadar ki, Nebi aleyhisselamın uzun süre
ayakta kalmasından dolayı bazılarımızı uyku basmıştı.” (Tirmizî Cuma 518)
Cumanın farzından sonra kılınan namaz Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle
dedi : Nebi aleyhisselam Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz
kılmaz, ayrılınca evinde[2] iki rekat kılardı. (Buhârî Cuma 39, Müslim Cuma 71)
Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve
onu iterek şöyle dedi : “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun ? ”
Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi : “Resulüllah aleyhisselam
böyle yapardı. “(Ebû Davud Cuma l127) Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak
şunları söylemiştir : Mekke’de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat
kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine’de olduğu zaman Cumayı
kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitde kılmazdı. […]

Suleymaniye Vakfi
10. Kas 2009


FITRE (FITIR SADAKASI)

Sözlükte ‘yaratmak’, ‘icat etmek’, ‘kesmek’ manalarına gelen “fatr” kökünden
türeyen “fıtr” kelimesi oruca son vermeyi, orucu açmayı (iftar) ifade eder.
Ramazan ayını yaşamanın, onun mükâfat ve bereketinden faydalanmanın bir şükran
belirtisi olarak verilen sadakaya sadaka-i fıtr denir.[1] Kelime Türkçede yaygın
olarak fitre şeklinde kullanılmaktadır. Fitre, Ramazan orucunun farz kılındığı
hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Bir hadiste Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve
sellemin, fitreyi 1 sâ’ (yaklaşık 3 kg civarında bir ölçek) hurma veya 1 sâ’
arpa olmak üzere kadın erkek her Müslümana farz kıldığı rivayet edilmiştir.[2]
Allah’ın Resûlü’nün bir şeyi farz kılmış olması, onun Allah tarafından farz
kılınmış olması demektir. Zira resûl, kendisine verilen sözü yüklenen ve
kendisini gönderenin haberlerine/emirlerine tabi olan kişidir. Dolayısıyla
Allah’ın Resûlü, Allah’ın emir ve yasaklarını olduğu gibi tebliğ eder. Buradan
hareketle Resûlullâh fitrenin farz olduğunu söylemişse mutlaka Allah öyle
emrettiği içindir. Allah’ın bununla ilgili emri ise şu ayette yer almaktadır:
وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ
خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ “… Onu tutabilecek olanların bir çaresizi doyuracak
kadar fidye (fitre) vermesi gerekir. Kim bir iyiliğin fazlasını yaparsa onun
için iyi olur…” (Bakara, 2/184) Ayet metninde yer alan “yutîkûnehû
(يُطِيقُونَهُ)” kelimesindeki “hû (ه) onu” zamiri 183. ayetteki “es-sıyâm” yani
“o oruç” kelimesini gösterir. Bu durumda […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


TERAVIH NAMAZI

Teravih, ‘tervîha’ kelimesinin çoğuludur. Tervîha ise sözlükte ‘istirahat
etmek’, ‘dinlenmek’, ‘huzur duymak’, ‘sevinmek’ ve ‘bir işi kolaylaştırmak için
nöbetleşe yapmak’ gibi anlamlara gelir. Teravih namazı Ramazan ayında yatsı
namazının son sünnetinden sonra kılındığı ve her dört rekâtından sonra biraz
istirahat edildiği için bu adı almıştır. Buharî’de geçen bir rivayette Aişe
Validemiz, Nebimizin Ramazan ayında olsun ya da başka vakitte olsun geceleri on
bir rekâttan fazla nafile namaz kılmadığını söylemiştir.[1] Aişe Validemizden
gelen bir başka rivayet şöyledir: “Allah’ın elçisi bir gece mescitte nafile
namaz kılmıştı. Birçok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca Ashab,
“Allah’ın elçisi geceleyin mescitte namaz kıldı” diye konuştular. Ertesi gece
Allah’ın elçisi yine namaza durdu. Halk yine onları konuştu, katılanların sayısı
iyice arttı. Üçüncü veya dördüncü gece halk yine toplandı. Öyle ki mescid,
insanları alamayacak hâle gelmişti. Ancak Nebimiz o gece yanlarına çıkmadı Sabah
olunca: “Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, o namazın sizlere
de farz oluvermesinden korkmamdır” dedi. Bu hâdise Ramazanda cereyan
etmişti.”[2] Konuyla ilgili olarak nakledilen hadislerde Nebimizin ashaba kaç
rekât namaz kıldırdığı belli değildir. O, Ramazan dışında nafile namazlarını
mescitte kılmazdı. Ramazan’ın son on gününde itikâfta bulunduğu için sürekli
kıldığı 11 rekâtı mescitte kılmıştı. Bunlardan üç rekâtı vitir olduğu için
geriye sekiz […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


RAMAZAN VE KUR’ÂN

Kur’an, Ramazan ayında indirilmiştir. Bu itibarla Ramazan, Kur’an ayıdır. Allah
Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki, insanlara yol gösteren,
doğrunun belgelerini içeren ve doğruyu yanlıştan ayıran Kur’ân o ayda
indirilmiştir…” (Bakara, 2/185) Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi bu
aydadır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde
indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? Kadir gecesi, bin aydan
daha hayırlıdır…” (Kadr, 97/1–3) Kur’an’ın indiği gece olduğu için bin aydan
hayırlı olduğu ilan edilen Kadir Gecesi, Kur’an’ın Allah katında ne kadar önemli
olduğunu gösterir. Kur’an’ı okuyup anlamı üzerinde düşünürsek onun önemini asıl
o zaman anlamış ve Kur’an’dan yararlanmaya başlamış oluruz. Bunun için Ramazan
ayı tam bir fırsattır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar Kur’an’ı
düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed,
47/24) “Biz o Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt
alsınlar.” (Duhan, 44/58) “Andolsun ki biz bu Kur’an’ı öğüt alınsın diye
kolaylaştırdık. Yok mu düşünen?” (Kamer, 54/17) Allah Teala, Kur’an’ın nasıl
okunması gerektiğini ise şöyle açıklamıştır: “Ey örtünüp bürünen! Gecenin
yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an
oku. (Müzzemmil, 73/1–9) Biz, sana, taşıması ağır bir söz (bir görev)
yükleyeceğiz. Gece kalkmak daha dokunaklı ve o okumak […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


RAMAZAN VE DUALARIMIZ

Ramazan ayı bağışlanma için tam bir fırsat. Bu ayda kendimizi gözden geçirmeli,
günahlarımıza tevbe ve istiğfar etmeliyiz. Bu ay bizim için yeni bir başlangıç
olmalı. Yaptığımız ibadetler sadece bu ayda kalmamalı, Ramazanı fırsat bilip
kendimizi rabbimizin razı olacağı yeni alışkanlıklara hazırlamalıyız. Bunun için
öncelikle günahlarımızdan tevbe etmeli, yüce rabbimizden bağışlanma dilemeliyiz.
Yüce rabbimiz “bana dua edin duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi
büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.”
(Mü’min, 40/60) buyurmuştur. Oruçla ilgili ayetler arasında dua ile ilgili bir
ayet vardır. Ayet şöyledir: “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana
dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık
versinler. Bana güvensinler. Böylece olgunlaşırlar.” (Bakara, 2/186) Demek ki
oruç ile dua arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu yüzden Peygamberimiz (sav),
Allah tarafından reddedilmeyecek duaları sayarken oruçlunun duasını özellikle
belirtmiştir. [1] Bu bölümde Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı dua cümlelerini hem
Arapça asılları hem de Türkçe anlamları ile vermeyi uygun gördük. Bu duaları
ezberlemeli, özellikle iftar ve sahur vakitlerinde, namazlarımızda, yolda
yürürken, gece yatarken kısacası her zaman bu dualarla rabbimize yalvarmalıyız.
سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ “İşittik ve
boyun eğdik. Bağışla bizi rabbimiz! Dönüş sanadır.” (Bakara, 2/285) رَبَّنَا لا
تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلا تَحْمِلْ […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


FIKIHTA KIYAS VE DEĞERLENDIRILMESI

ÖZET FIKIH USÛLÜ ESERLERİNDEKİ FIKHÎ KIYAS ÖRNEKLERİNİN BU ESERLERDE ÇERÇEVESİ
ÇİZİLEN FIKHÎ KIYAS ANLAYIŞINDAN HAREKETLE DEĞERLENDİRİLMESİ Fıkıh eserlerinde
kendisine en fazla atıfta bulunulan metodlardan biri belki de ilki olan fıkhî
kıyasa dair usûl eserlerinde verilen örneklerin yüzyıllarca belli birkaç
örnekten öteye geçememesi dikkat çekicidir. Öte yandan bu örneklerin usûl
eserlerinde çerçevesi çizilen fıkhî kıyas anlayışıyla ne derece örtüşüp
örtüşmediğinin yani teori-pratik uygunluğunun tahlil edilmesi de çok önemlidir.
Bu makalede usûl eserlerinde en çok zikredilen üç fıkhî kıyas örneği yine bu
eserlerde çerçevesi çizilen kıyas anlayışından hareketle test edilecektir.
Ayrıca seçilen üç örnek kapsamındaki konular Kuran’dan hareketle çözüme
kavuşturulmaya çalışılacaktır. SUMMARY EVALUATION OF EXAMPLES OF QIYAS (ANALOGY)
IN THE BOOKS OF USUL AL-FIQH (PRINCIPLES OF THE ISLAMIC JURISPRUDENCE) IN POINT
OF UNDERSTANDING OF QIYAS IN THIS BOOKS It is striking that, for centuries, at
the books of usul-al fıqh, it has been limited to a few examples relating to
qıyas (analogy) that it is one of the methods, perhaps one of the first, refered
in the books of fiqh. Moreover, it is very important to be analyzed that to what
extent whether these examples overlap to understanding of analogy or not. In
this article, three examples that the most mentioned at […]

Fatih Orum
10. Ara 2009


KADINLARIN CUMA NAMAZI

Beş vakit namazdan farklı olarak mutlaka cemaatle kılınması gerekli olan Cuma
namazı Yüce Rabbimizin erkek-kadın ayırımı yapmaksızın Kur’an’ın Cuma sûresinin
9. âyetiyle emrettiği bir namazdır. Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed de ayırım
yapmamış, Cuma namazı erkekler gibi kadınlara da meşrulaştırılmıştır. Ancak
meşrû mazeretler sebebiyle erkeklere olduğu gibi kadınlara da Cuma namazlarına
katılmama ruhsatı verilmiştir. Cuma namazının kadınlar için görev olmaktan
çıkarıldığına ilişkin bir tek sahih hadis yoktur. Örneğin 5474 hadis rivayet
eden Ebû Hüreyre’den, 2630 hadis rivayet eden Abdullah b. Amr’dan, 2286 hadis
rivayet eden Enes b. Malik’ten ve sürekli olarak Peygamberimizle birlikte olan
ve ondan 2210hadis rivayet eden annemiz Hz. Âişe’den ve diğer bilinen kadın
sahabilerden kadınlardan Cuma namazının düşürüldüğüne dair bir tek hadis
gelmemiştir. Hadislerin Hanefî Mezhebi müctehitlerinin istidlal ettiği “Çocuk,
esir/köle, kadın ve hasta dışında Allah’a ve Âhiret Gününe inanan kişiye Cuma
günü Cuma Namazı farzdır” hadisi dâhil bütünü delil getirilemeyecek türde zayıf
hadislerdir. Bu konudaki hadislerin hadis tekniği bakımından en kuvvetlisi olan
Ebû Davûd’un Tarık b. Şihab’dan rivayet ettiği “Cuma namazı esir, kadın, çocuk
ve hasta dışındaki bütün ergin müminlere farzdır.” anlamındaki hadistir. Tarık
b. Şi hab, Hz. Peygamberi görmüş fakat ondan hadis rivayet etmediği için bu
hadis delil olarak getirilemeyecek türden zayıf (Mürsel) bir hadistir. ((Ebû […]

Ali Rıza Demircan
26. Mar 2010


BIR KADIN ERKEKLERE İMAMLIK YAPABILIR MI?

Soru: Bir kadın erkeklere imamlık yapabilir mi?   Cevap:  Na­mazda huşû çok
önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Namazlarında huşû içinde olan
mü­minler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mu’minûn, 23/1-2) Huşû, kişinin Allah’ın
huzurunda olduğu bilinciyle tevazu gös­terip boyun eğmesini ifade eder. Bu
yüzden gerek kıyamda ve gerekse namazın diğer bölümlerinde huşûya engel olacak
şeylerden uzak durmak gerekir. Bir kadının erkeklerin önünde imamlık yapması hem
onun için, hem de arkasında bulunan cemaat için huşûya engel teşkil eder. Bu,
şeytana arayıp da bulamadığı fırsatlar verir. Zira şeytan, bulunduğu yerden
kovulup kıyamete kadar yaşama sözü alınca Allah Telalaya şöyle demişti: “…. And
olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra
onlara; önlerinden, arkalarından, sağla­rından, sollarından sokulacağım. Onların
çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Arâf, 7/16-17) Namaz kılmakta olan kişi,
doğru yolda olacağından şeytan hemen göreve başlar. Namaz kılanlar, onun
kendilerine ne vesveseler verdiğini gayet iyi bilirler. Kadının imam olması
halinde o, yeni vesvese imkânları elde eder. Kadında da erkekte de artık huşu
kalmaz. Bu sebepten dolayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mescitte saf
düzenini önce erkekler, onların arkasında erkek çocukları, sonra kadınlar ve kız
çocukları olacak şekilde tanzim etmiştir. (Bkz: Buhârî, Salât 20, Ezân 78, 161,
164; Müslim, Mesâcid 266-268, (658-660); Muvatta, Kasru’s-Salât 31; […]

Suleymaniye Vakfi
13. Haz 2010


KADINA POZITIF AYIRIMCILIK

KADINA POZİTİF AYRIMCILIK Batılılar, ana çizgisinden kaymış olan Hristiyanlığın
etkisinden çıkınca bazı konularda evrensel doğrulara yani fıtratlarına
yöneldiler. Bu da Kur’ân ve Sünnet çizgisine oldukça uygun düştü. Çünkü Allah
Teâlâ, kendi doğru dininin tarifini şu âyete yerleştirmiştir: “Yüzünü dosdoğru
bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın
yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur, ama insanların çoğu
bunu bilmez.” (Rum 30/30) Demek ki, doğru din fıtrat, yani varlıklarda geçerli
kanunlar bütünüdür. Bu kanunlar, indirilmiş veya yaratılmış âyetlerden
öğrenilir. İndirilmiş âyetler Kur’ân’da olanlardır. Yaratılmış âyetler ise canlı
ve cansız tüm varlıklardır. İşte Batılılar, yaratılmış âyetlerden bir şeyler
okuyarak bazı doğrulara ulaştılar. Bunlardan biri de kadınları korumak yani
onlara pozitif ayrımcılık yapmaktır. Allah Teâlâ kadınları bizzat korumuş ve
şöyle buyurmuştur: “… İyi kadınlar, boyun eğenler ve Allah’ın onları korumasına
karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır… ” (Nisa 4/34) Kadınlar için
oluşturulan koruma duvarları için şu âyetler örnek verilebilir: “Kadınlarınızdan
fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin…” (Nisa 4/15) “İffetli
kadınlara zina suçu atan sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kamçı vurun ve
şahitliklerini ebediyen kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nur
24/4) “Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri olmayanlardan
birinin şahitliği, kesinkes doğru söylediğine dair dört defa Allah’ı […]

Abdulaziz Bayındır
4. Ağu 2010


BAŞKASININ YERINE HAC YAPMAK

FUKAHÂNIN İSTİTÂAT KAVRAMINA YAKLAŞIMININ VEKÂLETLE HACCIN HÜKMÜNE ETKİSİ Doç.
Dr. Servet BAYINDIR ÖZET İslâm’ın beş temel şartından biri olan hac, hem mâlî
hem bedenî yönü olan bir ibadettir. Hastalık veya yaşlılık gibi nedenlerle bu
ibadeti bizzat kendileri eda edemeyenler adlarına başkalarını gönderirler. Bu
hac uygulaması günümüzde vekâlet yoluyla hac, niyâbeten hac veya bedel hac diye
adlandırılır. Ancak, başkası adına hac yapmanın hükmü fıkhın ibâdât bölümünün
tartışmalı konularındandır. Tartışmanın özünü, haccın şartlarından istitâat
kavramı oluşturur. Çünkü hüküm bu kavrama yaklaşım tarzına göre değişmektedir.
Elinizdeki makalede fıkıh mezheplerinin haccın şartlarından istitâatı algılama
biçimleri ve bunun vekâletle haccın hükmü üzerindeki yansıması ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: Vekâletle hac, Bedel hac, İstitâat, Haccın şartları THE
REFLECTION OF JURISTS’ APPROACH TO THE CONCEPT OF ISTITÂAT ON THE JUDGMENT OF
THE PILGRIMAGE BY PROXY SUMMARY Hajj is a kind of Islamic prayer which has been
performed financially and bodily. Being not able to perform due to his/her
illness or age, a person send someone else to pilgrimage on the behalf of
his/her names. This kind of pilgrimage is called “al-Hajj bi’l-vakala”, “al-Hajj
bi’n-Niyaba” (Pilgrimage by proxy) or Badal Hajj (Substitute pilgrimage).
However, the judgment is a controversial issue of Ibadat section in Islamic law.
The main point […]

Servet Bayındır
5. Eki 2010


KADINLARIN ERKEKLERLE BIRLIKTE YAN YANA NAMAZ KILMALARI

Nebi aleyhisselam döneminde kadınların erkeklerin arkasında saf yaptıkları
Buhari ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarında geçmektedir.[1] Bu, namazın huşu
içinde kılınmasını sağlar. Ama bir kadın bu kurala uymazsa âlimlerin çoğunluğuna
(cumhûra) göre kadının namazı bozulmaz. Hanefîlere göre erkeklerle aynı safta
duran kadının namazı bozulmasa da erkeklerin namazı bozulur. Onların bu konudaki
görüşlerinin özeti şöyledir: “Bir kadın veya büluğ çağına yaklaşmış olan bir kız
çocuğu bir erkeğin önünde veya tam hizasında aynı namazı cemaatle kılsa, erkeğin
namazı bozulur. Kadınlar, erkeklerin safı önünde bir saf teşkil etseler, bütün
bu erkeklerin namazları bozulur. Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların
hem sağ ve hem sol yanlarındaki birer erkeğin, hem de arka taraflarındaki her
saftan üç erkeğin namazları bozulur. Aradaki kadınlar iki olursa yanlarındaki
birer erkek ile arka taraflarındaki yalnız iki erkeğin namazı bozulur. Daha
arkadakilerin namazlarına bir şey olmaz. Aradaki kadın, bir tane olunca sağ ve
sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir erkeğin namazı
bozulur, başkalarının namazları bozulmaz.”[2] Hanefilerin görüşleri, kendi
kitaplarında yer alan şu rivayete dayandırılmaktadır: “Kadınları Allah’ın koymuş
olduğu yere, arkaya / arka safa koyunuz.”[3] Hadis âlimleri bunun
Peygamberimizin sözü (merfu’) olarak sabit olmadığını, sahabeden Abdullah b.
Mes’ud’a ait (mevkûf ) bir söz olduğunu söylemişlerdir. Müslim, Ebu Davud,
Tirmizi […]

Abdulaziz Bayındır
4. Kas 2010


BAYRAMI NEBIMIZ GIBI YAŞAYALIM

BAYRAMI NEBİMİZ GİBİ YAŞAYALIM, BAYRAM NAMAZINA  AİLECE GİDELİM Bayram coşkusunu
yaşamak, bayram namazına birlikte gitmekle olur. Nebimiz (s.a.v) bayramlarda
eşlerini ve kızlarını namaz kılınan yere çıkarır, bütün kadınların namaza
gelmelerini emrederdi. Hanım sahabîlerden Ümmü Atiyye diyor ki: “Her iki bayram
gününde de bize verilen emir; adetli kadınları, bakireleri ve evlerinden
çıkmayan kadınları çağırmamız ve bayram yerine çıkarmamızdı. Adetli olanlar,
diğer kadınların namaz kıldıkları yerden ayrı bir yerde dururlardı.” (Buhârî ve
Müslim) Adetli kadınlar arkada durur, herkesle beraber tekbir getirir ve duaya
katılırlardı. Bayram namazlarını ayıran en önemli özellik tekbirlerdir. Onlar
Allah’ın emridir. Çünkü Ramazan ve Kurban ile ilgili âyetlerde şu sözler yer
alır: “… Size doğruyu göstermesinden dolayı tekbir getirerek Allah’ın yüceliğini
ifade edesiniz diye … ” (Bakara 2/185 ve Hac 22/37) Tekbirler abdestsiz de
getirilebileceğinden Resulumuz bayram namazına adetli kadınları bile çağırmış,
arkada durup herkesle birlikte tekbir alarak görevlerini yerine getirmelerini
sağlamıştır. Evli, bekâr, genç, yaşlı bütün kadınların da gelmesi cemaati çok
büyüttüğünden Nebimiz bayram namazlarını açık sahada kılar, o neşeyi herkese
yaşatırdı. Daha sonra kadınlar camilerden uzaklaştırılmışlardır. Yeniden eski
günlere dönmek, yanlış alışkanlıkları terk etmek ve Nebimizin yaşattığı heyecanı
tekrar yaşatmak için Sultanahmet Camii gibi büyük meydanlarda yer alan camilerin
çevresinde gerekli tedbirleri alıp oraları, bu büyük coşkunun […]

Abdulaziz Bayındır
12. Tem 2011


HÜRMET-I MUSAHARE – (BABANIN KIZINI ŞEHVETLE ÖPMESI)

GİRİŞ NİKAH ve MANİLERİ I-Nikahın Kelime Anlamı Nikah kelimesi, Arapça “nekeha”
fiilinden masdardır. “nekeha” fiili; ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’,
‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’[1] ‘kendine çekmek’,
‘birleşmek’, ‘bulûğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir.[2] El-Ezherî:
“Arapların kelamında nikahın aslı, ilişkiye girmektir” demiştir. “Mubah ilişkiye
sebep olduğu için evlilik için de nikah denildiği” söylenmiştir. El-Cevherî
(ö.393/1003) “Nikah, cinsel ilişkidir, bazen de akit manasına gelir.”
[3]demiştir.[4] Nikah kelimesinin cinsel ilişki ve akid manaları üzerine bir
hayli tartışma vardır. Özeti luğatte, cinsel ilişki manasına gelir ve akit
manası mecazendir.[5] Kur’ân’da ise akit manasına gelmektedir. [6] II-Nikahın
Tarifi Nikahın şer’î manası: “Eşler arasında cinsel ilişkiyi helal kılan
akittir”[7] Fakihlere göre ise nikah, “erkeğin nikahlanmasına şer’î bir mâni
bulunmayan kadınla ilişkiye girmesini mubah kılan akittir.”[8] Bu akid ile bir
aile teşekkül eder, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar doğarak
bunların birbirlerinden meşru surette istifadeleri caiz olur. [9] III-Evlenme
Manileri İslam hukukunda (fıkıhta) “muharramât” sözleriyle ifade edilen husus
“evlenmeyi, husûsî şartlar altında, devamlı veya geçici olarak engelleyen” durum
ve münasebetlerden ibarettir. Şahısların kendilerinden ayrılması mümkün olmayan
bazı vasıfları vardır ki ilgili bulundukları diğer şahıslara karşı devamlı bir
evlenme mânii teşkil eder. Bunlar üç nevi olarak tespit edilmiştir: Kan
hısımlığı , […]

Suleymaniye Vakfi
12. Ara 2011


DARU’L-HARBDE FAIZIN HÜKMÜ

DÂRU’L-HARBDE FAİZİN HÜKMÜ Doç. Dr. Servet BAYINDIR ÖZET Müslümanlarla
gayrimüslimler arasındaki faiz sözleĢmesinin hükmü Ġslâm hukukçularının üzerinde
önemle durduğu konulardan biridir. Fukahanın bir kısmı yer ve kiĢi farkı
gözetmeksizin faizi her durumda haram, diğer bir kısmı ise müslümanla
gayrimüslim arasında yapıldığında bazı Ģartlarla caiz görürler. Bu görüĢlerde
fukahanın Kur’an, Sünnet ve diğer delillere yaklaĢım tarzı ile “ötekine”
atfettikleri hukukî konumun etkisi görülür. Bu makalede din, uyruk ve ülke
ayrılığının faizin hükmüne etkisi konusunda fıkıh mezheplerince ileri sürülen
görüĢler incelenecektir. Faizin kapsamına yaklaĢım tarzlarına göre mezheplerin
durumu tespit edilerek ileri sürülen deliller ve bu delillerin değerlendirilmesi
yapılacaktır. Ayrıca mevcut görüĢler günümüzün siyasi ve ekonomik Ģartlarıyla
mukayese edilecektir. Anahtar Kelimeler: Dârulislâm, Dârussulh, Faiz, Harbî,
Müste’men, Zimmî REFLECTION OF THE RELIGIOUS AND TERRITORIAL DIVERSITY ON RIBA’S
(INTEREST) RULES SUMMARY One of the most important subjects which preoccupy the
Muslim jurists is the legal rule (Hokum) of interests’ contracts between Muslim
and non-Muslims. While some of jurists declare that this contract is illicit
without any distinction between persons or territories, some others find them
licit if they are contracted under some conditions. In these opinions it can be
seen the approach method of Islamic Jurist’s to Quran, Sunna, and the other
arguments in addition […]

Servet Bayındır
23. Ara 2011


AVLIYYE MESELESI

Avliyye Meselesi Sözlükte zulüm, haksızlık, yükselme, artma, haddi aşma
anlamlarına gelen “عول , avl” kelimesinden türeyen[1] avliyye ıstılah olarak,
vârislerin hisseleri toplamının terekenin ortak paydasını aştığı meseleye
denir[2]. Bir başka ifâdeyle terekenin hisse sahiplerine hisseleri oranında
paylaştırıldığında terekenin yetmemesidir. Avliyyeye yönelik iki uygulama
bulunmaktadır. I. Avliyye Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Cumhurun Uygulaması Ömer
b. Hattab’ın halifeliğinde ilk defa meselenin ortaya çıktığı, sahabeyle istişâre
esnasında Resûlullah’ın amcası Abbâs (v. 32/653)’ın önerisiyle avliyye yapıldığı
belirtilmektedir[3]. Bir görüşe göre de ilk defa Zeyd b. Sâbit’in ilk defa avl
yapmıştır[4]. Hanefî, Hanbelî, Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinin uygulaması da bu
şekilde olup avliyye olduğu belirtilen meselelerde mirasçıların alacakları pay
kendi hisseleri oranında azaltılarak paylaştırılır. Genel uygulama bu yönde
olduğundan ve konu fıkıh kitaplarında tüm avliyye yapılan meselelerle birlikte
yer aldığından, aşağıda da kısmen değinileceğinden burada ayrıntıya girmiyoruz.
II. Avliyye Meselesinin Kabul Edilmediği Uygulama İkinci uygulama ise terekenin
kalanını kız çocuklara veya kız kardeşlere vermek suretiyle onların asabe
yapıldığı, mirasçıların bir kısmını öncelikli bir kısmını sonraya bırakarak İbn
Abbâs’ın avliyyeyi reddettiği uygulamadır[5]. İbnü’l Hanefiyye (v. 81/700)[6],
İbnü’l-Müseyyeb (v. 94/712)[7], Atâ (v. 115/713)[8], Muhammed b. Ali b.
el-Hüseyn (v. 114/733)[9], Tâvus b. Keysân (v. 106/724)[10] ve Dâvud ez-Zâhirî
(v. 270/883)’nin[11] de İbn Abbâs’ın görüşünde oldukları belirtilmektedir. Miras
[…]

Abdurrahman Yazıcı
17. Şub 2012


KADINI ERKEKTEN AŞAĞI GÖREN ANLAYIŞ VE KUR’ÂN

Kadın, tam bir ilgi odağıdır. Şu ayete göre o, insanı etkileyen varlıkların
başında gelir: “Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am[1]
ve toprak ürünleri insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir.” (Âl-i İmrân
3/14) Kadınlar, kadın erkek her insana süslü gösterilmiştir. Nitekim bir kadının
diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin, erkeğin beğenisini kazanma
isteğinden fazla olduğu daima gözlemlenebilir. Bu yüzden kadının çok iyi
korunması gerekir. Allah, Müslüman – kâfir, hür ve esir ayrımı yapmadan,
namusunu koruyan her kadına “muhsana” demiş[2] ve onu kalenin içindeymiş gibi
koruma altına almıştır.[3] Ama Kur’an’a uyma yerine onu kendilerine uyduranlar
her şeyi bozmuş, kadının korunmuşluğunu yok saymış ve onu değersizleştiren
hükümleri, Sünni – Şii bütün mezheplere yerleştirmeyi başarmışlardır. Bu yazıda,
kadına yapılan haksızlıkların bir kısmı, ilgili ayetler ışığında ele
alınacaktır. A. KADININ KABURGA KEMİĞİNDEN YARATILDIĞI İDDİASI Elimizdeki Tevrat
mealine göre Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. “RAB Tanrı Âdem’e
derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini
alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak
onu Âdem’e getirdi. Âdem, «İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden
alınmış ettir» dedi, «Ona Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.»” (Yaratılış
1/21-23) Tevrat ve İncil meallerine sokuşturulan bazı yanlışlar, bize hadis
olarak geçmiştir. […]

Abdulaziz Bayındır
10. Mar 2012


MUT’Â NIKÂHI

Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden
yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla
taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler
geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir. Mut’anın, Nebimiz Muhammed
aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra
yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia
da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya
hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı
ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31) Mut’a, taraflardan
birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı
yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel
ilişkiye girilemez. Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye,
cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: “Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler
yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir.
Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21) Mut’ada erkek,
cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen
birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir. Nisa
22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle
buyrulmuştur: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Mar 2012


EKVATORDAN KUTUPLARA NAMAZ VE ORUÇ VAKITLERI

GİRİŞ İmsâk ve yatsı vakitlerinin yanlış hesap edildiğini ve bunun sıkıntı
doğurduğunu 1978’den beri her vesile ile dile getirdim. T.C. Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın öncülüğünde, 1988-1991 yılları arasında yaptığımız gözlemlerle de
yanlışları önemli ölçüde belgeledik. Daha sonra gittiğim her yerde gözlemler
yaparak çalışmalarımı sürdürdüm. Süleymaniye Vakfı – Din ve Fıtrat Araştırmaları
Merkezi olarak 2011 yılı Ocak ayının ikinci haftası ile Haziran ayının dördüncü
haftasında, dünyanın en kuzeyinde, kutuplara en yakın yerleşim yeri olan
Norveç’in Tromso şehrine iki seyahat gerçekleştirip gözlemler yaptık. Bu sayede
gecenin göstergesinin olmadığını, gündüzün göstergesinin de güneş değil,
aydınlık olduğunu bildiren âyetleri keşfettik. Ayrıca yazın namaz ve oruç
vakitlerinin kutup bölgelerinde hem hesapla hem gözlemle belirlenebileceğini ve
hesabın ölçülerinin Kur’ân’da ayrıntılı olarak açıklandığını gördük. Takvimi ve
saati olmayan kişilerin, bu vakitleri belirleme ölçütlerini de Kur’an’dan ve
hadislerden çıkardık. İlgili ayetler okunduğunda görüleceği gibi Allah, güneş
ışınlarının geliş zamanlarını ve yerlerini değişmez ölçülere bağlamıştır. Bu
ışınların gün boyu dolaştığı 360 derecelik çemberin, dünyanın ekseniyle, doğu
ufkuyla bir de gözlemciyle yaptığı açılar, vakit hesabı açısından büyük öneme
sahiptir. Güneş ışınlarının dolaştığı çember, 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde,
kutup noktasıyla 180 derece ve ekvator çemberi ile 90 derecelik açı yapar. 
Namaz vakitlerinin hesaplanmasında gölge son derece önemlidir. Güneşin, kutup
noktasında […]

Abdulaziz Bayındır
18. Tem 2012


FITRE VE BAYRAM NAMAZI

HACI–Hocam, Ramazan’ın sonuna geldik; bayram namazından önce fitreleri
vereceğiz, bunu biliyoruz. Çok merak ediyorum; fitreyi emreden bir âyet var mı?
HOCA–Elbette var; Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(İster hasta, ister yolcu
olsun) Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak fidye (fitre) vermesi de
gerekir.” (Bakara, 2/184) Fidye, ibadetteki eksiği gidermek için ödenmesi
gereken bedeldir[1]. Abdullah b. Abbâs demiş ki: “Allah’ın Elçisi fitreyi,
oruçlunun ağzından çıkmış olabilecek boş ve çirkin sözler için temizlik ve
çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kıldı. Kim onu
(bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra
verirse sadakalardan bir sadaka olur.” (Ebû Davûd, Zekât 18) HACI–Allah’ın
Elçisi nasıl farz kılıyor; onun böyle bir yetkisi var mı? HOCA–Elçi, kendinden
bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaş­tırmakla görevli kişidir[2].
Dolayısıyla Muhammed aleyhisselamın Allah’ın Elçisi sıfatıyla söylediği sözler
kendi sözü değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bu Elçi’ye itaat eden,
Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80) HACI–Tamam, anladım ama fitre vacip değil
mi? HOCA–Fitre Hanefilere göre vaciptir. Onlara göre vacib, kesin bir delile
dayanmamakla birlikte pek kuvvetli bir delil ile sabit olan dini görevdir. Onlar
şu hadise dayanırlar: “Her hür, esir, küçük ve büyük adına yarım sa’ (yaklaşık
1.5 kilo) buğday veya bir sa’ hurma […]

Suleymaniye Vakfi
17. Ağu 2012


KUTUPLARDA NAMAZ VE ORUÇ VAKITLERI

Yaz aylarında hep aydınlık olan kuzey ülkelerinde oruç nasıl tutulacak? Karanlık
olmasa veya hep karanlık olsa ne yapılacak, nasıl oruç tutulacak? İşte tüm bu
soruların cevabını Süleymaniye Vakfı Başkanı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır,
“Kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek üzere gittiği Norveç’te
verdi. Güneşin hiç doğmadığı zamanlarda da namaz ve oruç vakitlerinin oluştuğunu
ifade eden Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Norveç’te yaptığımız tespit ve
gözlemlerle, insanların burada 13 saatten fazla oruç tutamayacaklarını tespit
ettiklerini söyledi.   Süleymaniye Vakfı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli
Üyesi ve Marmara Üniversitesi eski Dekanı Prof. Dr. M.Saim Yeprem, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Servet Bayındır, İstanbul
Üniversitesi Uzay Bölümleri Öğretim Üyesi Adnan Ökten, Türkiye ve Norveç’ten
basın mensuplarının katıldığı “kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek
üzere Norveç’e kalabalık bir ekiple program düzenlendi.   Programın içeriği
hakkında bilgi veren Süleymaniye Vakfı Başkanı aynı zamanda İstanbul
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Kutuplarda Namaz ve
Oruç vakitlerini gözlemlemek amacıyla geldiğimiz Norveç’te güneşin doğmadığı
zamanlarda da gündüzün olduğu ve namaz vakitlerinin oluştuğunu gözlemledik.
Kışın günler kısa, geceler uzun olmasına rağmen oruç ve namaz vakitleri
açısından herhangi bir problem olmadığını tespit ettik.” Dedi   Ayrıca Prof.Dr.
[…]

Suleymaniye Vakfi
21. Oca 2013


İSLAM MIRAS HUKUKUNDA DEDE YETIMLIĞI

Dr. Abdurrahman YAZICI ÖZET İSLAM MİRAS HUKUKUNDA DEDE YETİMLİĞİ VE BENZERİ
PROBLEMLERE ÇÖZÜM ARAYIŞLARINA İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME İslam miras
hukukundaki, “dede yetimliği”, günümüzde de bir problem olarak önemini devam
ettiren meselelerden birisidir. Bu çalışmada konunun tüm yönleriyle ortaya
konulması hedeflenerek öncelikle dede yetimliğinin ortaya çıktığı haller
çerçevesinde sorunun kaynağının tespiti amaçlanmıştır. Dede yetimliği meselesine
ilişkin çözüm önerileri, İslam ülkelerindeki ilgili düzenlemeler ve
gerekçeleriyle ortaya konulmuştur. Çalışmanın son bölümünde ise mesele halefiyet
temelinde leh ve aleyhteki deliller değerlendirilerek Kur’an ve sahih sünnet
çerçevesinde tartışılmıştır. SUMMARY THE PROBLEM OF ORPHANED GRANDCHILDREN IN
ISLAMIC INHERITANCE LAW AND REFLECTIONS ON SEARCHES FOR ITS SOLUTION “The
problem of orphaned grandchildren”, has been one of the key issues of
the Islamic Inheritance Law. This study aims at revealing the whole aspects of
the issue with prominent examples and detecting its point of origin. Besides,
the regulations in practice on this issue in Islamic countries are overviewed
and laid out with their justifications. The last part of the study, whereas,
discusses the issue with regards to the issue of inheritance by right through
laying out arguments for and against it. Key Words: Orphaned  Grandchildren,
Inheritance by Right, Obligatory Bequest NOT: Bu makale İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır. Yazıya ait dosyayı
aşağıdaki […]

Abdurrahman Yazıcı
3. Tem 2013


TERAVIH NAMAZI

Resulüllah’ın (s), gerek ramazanda olsun ve gerekse ramazan dışında olsun,
kıldıkları gece namazı sekiz rekâttır. Bu namaza üç rekâtlık da vitir namazının
eklenmesiyle, toplam 11 rekât 11 olmaktadır. Kimileri de olayı çarpıtarak:
“Sahabe başlangıçta, Nebimizin uygulamasına bakarak sekiz rekât kılmışlardır”
diyerek bir gerçeği dile getiriyor. Ki bu gerçek, Resulüllah’ın kıldığı sekiz
rekâtlık gece namazıdır, teravih namazı değildir. Hz. Aişe (ra) diyor ki:
“Resulüllah (s) (Mescitteki) hücresinde geceleyin namaz kılardı. Hücresinin
kenarları yüksek değildi. Halk Resulüllah’ın karaltısını görüyordu. Onlar da
kalkıp onun kıldığı gibi namaz kılmaya başladılar. İki veya üç gece böyle oldu.
Resulüllah, bir daha öyle yapmadı, bulunduğu yerde oturup kaldı, halkın
kendisini görebilecekler şekilde davranmadı. Sabah olunca Resulüllah (s) “Ben,
gece namazının size farz kılınacağından endişe duydum dedi.”[1] Buhari’nin
rivayetinde Hz. Aişe (rh) hücre ile ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Resulüllah’ın
(s) bir Hasırı vardı, onu gündüzleri yere serer ve üzerinde dinlenirdi.
Geceleyin de kendisine hücre edinirdi. Bu durumu gören insanlar da buna
katılarak saf halinde Resulüllah ile birlikte onun kıldığı gibi kılmaya
başladılar.”[2] Zeyd b. Sabit’ten gelen rivayette de Zeyd diyor ki: “Resulüllah
(s), Ramazanda kendisine bir hücre edinirdi. Hücresi hasırdan idi. Resulüllah
(s) geceleri bunun içinde kalarak namaz kılardı. Ashabı da, onun kıldığı gibi
namaz kılmaya başladılar. Resulüllah […]

Harun Ünal
26. Tem 2013


İSLAM MIRAS HUKUKU ILE TÜRK MEDENI KANUNU MIRAS SISTEMININ MUKAYESESI

Dr. Abdurrahman YAZICI ÖZET 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan hareketle
Türk Medeni Kanunu kabul edilmiş ve miras sistemi buna göre düzenlenmiştir. Türk
Medeni Kanunu miras sistemi ile bu tarihten önce yürürlükteki İslam miras hukuku
arasında kaynak, muhteva açısından bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Bu
farklılıklar, “kanûnî ve irâdî mirasçılık”, “mahfuz hisseyle mirasçılık”, “erkek
ve kadınlar arasındaki mirasçılık farkı”, “evlatlık”, “mirasçılıktan çıkartma”,
“redd-i miras” gibi belirli konularda yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmada
mirasçılıktaki pratik sonuçları dikkate alınarak iki hukuk sisteminin miras
hükümlerindeki bu farklılıkların mukayese edilmesi amaçlanmıştır. SUMMARY The
Comparison of Islamic Inheritance Law and Turkish Civil Code Inheritance System
Turkey adopted Swiss Civil Code with some minor alterations in 1926. The law of
 inheritance, among others, was regulated in the new (Turkish) civil code.
Indeed, there aredefinite differences between Turkish and Islamic Laws of
Inheritance. These differences include “intestate and testate succession”,
“forced heirship”, “share difference between the men and women”, “adoption”,
“disinheritance”, “disclaimer of inheritance” and soon. This study aims at
comparing these two laws of inheritance as to these subjects. NOT: Bu makale
Ekev Akademi Dergisi’nin 55. sayısında yayımlanmıştır. Yazıya ait dosyayı
aşağıdaki linkten PDF formatında okuyabilir veya bilgisayarınıza
indirebilirsiniz: İslam Miras Hukuku ile Türk Medeni Kanunu Miras Sisteminin
Mukayesesi   

Abdurrahman Yazıcı
16. Ağu 2013


KUR’ÂN VE GELENEĞE GÖRE KÜÇÜKLERIN EVLENDIRILMESI

GİRİŞ Erken dönemlerden günümüze dek başta fıkıh kitapları olmak üzere konuyla
doğrudan ya da dolaylı ilgili nerdeyse tüm eserlerde küçüklerin
evlendirilebileceğine hükmedilmiştir.[1] Bu eserlerde konuyu delillendirme
bağlamında özellikle Talâk sûresinin 4. ve Nisâ sûresinin 6. âyetlerine, Hz.
Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetlere, icmâ deliline, fıkhî
kıyas metoduna ve maslahat prensibine atıf yapılmıştır.[2] Konu, fürû-ı fıkıh ve
usul-i fıkıhta Kuran, sünnet ve kıyasın nasıl algılanıp uygulandığı açısından
teorik; varılan sonucun hukuki, sosyal ve psikolojik etkileri açısından da
pratik öneme sahiptir. Bu yazıda, bu hükmün delili olarak öne sürülen âyetlerden
yapılan istidlaller, Hz. Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetler,
icmâ delili, yapılan kıyas işlemi ve maslahat prensibi değerlendirmeye tabi
tutulacaktır. Yanlış hatta vahim olduğunu düşündüğümüz bu hükme varılırken
yapılan hatalara değinilecektir. Bu hükmün sadece yanlış bir hüküm mü yoksa bir
usul ve anlayış meselesi mi olduğu üzerinde durulacak, ilgili âyetlerin nasıl
anlaşılması gerektiği anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamada âyetler arası
ilişkiler üzerinde durulacak, sünnetin konumu ve fonksiyonu hakkında
açıklamalarda bulunulacak ve yapılan kıyas işlemi en azından kendi teorisi
içinde teste tabi tutulacaktır. I- KONUNUN FÜRÛ-I FIKIH ESERLERİNDE ELE ALINIŞI
Furû-ı fıkıh eserlerinde özellikle nikâh ve talâk bölümleri ve bu bölümlerin
ilgili meselelerinde küçüklerin velileri tarafından evlendirilebileceğine
hükmedilmektedir.[3] Bu eserlere göre evlilik akdini […]

Fatih Orum
1. Oca 2014


KUR’ÂN’Â GÖRE KADIN VE EVLILIK(TEZ)

ÖZET Evlilik ve evlilikte kadının yeri, her hukuk sisteminin en önemli
konularındandır. Eski hukuk sistemlerinde evlilikle ilgili hükümler ve evlilikte
kadının konumu birbirine büyük benzerlik göstermektedir.  Bu hukuk sistemleri ve
onların dayandığı felsefe günümüzde de etkilerini korumaktadır. Kadının evlenme
yetkisini sınırlandıran, onun hem aile ve hem de toplumdaki yerini pasifleştiren
eski hukukun aksine, Kur’an’ı Kerim’de ve Hz. Muhammed’in uygulamasında evlilik,
her iki tarafın hür iradesine dayalı bir işlemdir ve evlilikte her iki tarafa
adil bir şekilde hak ve sorumluluklar yüklenmiştir. Tezi Okumak İçin Tıklayınız.
Edlira Llukaçaj İncekara

Edlira Llukaçaj İncekara
2. Ara 2014


BABAANNE-TORUN EVLILIĞI

Kur’an’da babaanne-torun evliliğine dair bir hüküm olmadığı, bu konunun hadisler
sayesinde hükme bağlandığı iddia edilir. Kur’an’ın anlaşılmasında hadislerin
oldukça önemli olduğu muhakkaktır. Fakat bu iddia tamamen bir çarpıtmadan
ibarettir. Bunu ortaya atanlar da gayet iyi bilirler ki Kur’an’da geçen “âbâ”
yani “babalar” kelimesi ile kişinin hem babası hem de babasının babası, onun
babası vs. yani yukarıya doğru bütün üst soyu (fıkıh diliyle, usulü) kast
edilir. Nisâ suresinin 22. ayetinde de “Babalarınızın nikahladığı kadınları
nikahlamayın” buyurulmuştur. Bu, kişinin kendi babasının nikahladığı kadınları
kapsadığı gibi dedesinin nikahladığı kadınları da kapsar. Buna göre dedesinin
nikahladığı babaannesi de kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlar sınıfına
girmektedir. Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğün görülememesi, dini anlama ve
uygulamada ardı arkası kesilmez yanlışlara ve sıkıntılara sebep olmuştur.
Sünnetin, vahy-i gayri metluv sayılması, Kitap ile Sünnetin iki ayrı kaynak
kabul edilmesi ve Sünnetin Kitap üzerine hâkim görülmesi bu yanlışların en
önemlilerindendir. Kur’an-Sünnet ilişkisine dair kaleme aldığımız ve sitemizde
yayımladığımız Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızı
aşağıdaki linkten mutlaka okumanızı tavsiye ederiz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.htm

Suleymaniye Vakfi
17. Ara 2014


İMAM NIKÂHININ ŞARTLARI

Cevap:  Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikâh olmaz. Bu şekilde
kıyılmayan nikâh batıldır. Anlaşamazlarsa sultan, velisi olmayanın velisidir.”
(Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, 6/66.) Sultan, yetkili amir demektir. Veli; baba, dede, oğullar, erkek
kardeşler amca vs. dir. Bunlar bulunmaz veya bulunur da görevini yapmazsa görev
yetkili amire geçer. Bugün dünyanın hiçbir yerinde velisiz nikâh kıyılmaz.
Belediye başkanlarının, kilisenin, havranın veya bir başka makamın nikâhı
onaylamaya veya redde yetkili olması, bunların velilik yetkisini kullanmaları
demektir. Peygamberimizin erkekler için veli aramaması, kadınlar için de velinin
onayını yeterli görmesi evliliği kolaylaştırmakta ve sağlıklı yuvaların
kurulmasına sebep olmaktadır.
http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html

Suleymaniye Vakfi
27. May 2015


RAMAZAN: BIR HAZIRLIK KAMPI

Çeşitli spor dallarında sporcular, kamplara tabi tutulurlar. Sezon öncesi
hazırlık kampları olarak nitelenen bu kampların birçok amacı vardır. Bunlardan
bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: 1. Sporculara bir disiplin kazandırmak ve
bu sayede onlara sporcu yaşam tarzını benimsetebilmek, 2. Yoğun antrenmanlarla,
sporcuların sportif bilgi ve yetkinliklerini geliştirebilmek için onlara
kondisyon, teknik ve taktik bilgiler yükleyebilmek, 3. Dengeli beslenme programı
ile sporcu beslenmesi gerekliliklerini alışkanlıklara dönüştürebilmek, 4.
Arkadaşlık bağlarını güçlendirebilmek ve sporcuların sosyalleşebilmelerini
sağlamak. Peki, bu anlatılanların, yazının başlığında belirtilen Ramazanla,
oruçla ne ilgisi var? Bu sorunun cevabına geçmeden önce, şunları söylememiz
gerektiğini düşünüyoruz: Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadeti, Bakara suresinin
183-187. ayetleri arasında etraflıca tarif edilmiş, bu ibadetin tarihi arka
planı, hangi vakitler arasında tutulabileceği, kimlerin tutup tutamayacağı,
nelerin orucu bozacağı vs. gibi konular hakkında geniş ve yeterli bilgiler
verilmiştir. Bunun yanı sıra, ilgili ayetlere bütüncül bir bakış açısı ile
bakıldığında dört büyük kavramın ön plana çıktığı görülmektedir: Takvâ, Kur’an,
şükür ve dua. Bunlar, oruç ibadeti ile birlikte insana, normal zamanlardan daha
fazla kazandırılmak istenen hasletlerdir. Kişi, diğer zamanlarda olmadığı kadar
Ramazan’da kendisini koruyacak (takvâ), bu ayda Kur’an’a daha fazla zaman
ayıracak, daha fazla şükredip daha çok dua edecektir. Bu açıdan Ramazan, tam bir
fırsatlar ayı olarak değerlendirilmeye hazırdır.[1] Oruçla ilgili olarak buraya
[…]

Yahya Şenol
17. Haz 2015


NAMAZ VE ORUÇ VAKITLERI

Müslim[1], Allah’a teslim olan ve onun yolunda her zorluğa göğüs geren kişilere
Allah’ın verdiği addır[2]. Dini, eğip bükmeden uygulayanlar onlardır. “Kimin
sözü, Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “Ben Allah’a tam teslim olanlardanım!”
diyenin sözünden daha güzel olabilir!”(Fussilet 41/33) Bu yazıda namaz ve oruç
vakitleri, müslim olanlar için anlatılacaktır. Kendisini yahut bir kişiyi veya
kurumu, dini konularda yetkili sayanlar, hedef kitlemizin dışındadırlar.
Kur’ân’da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle
başlayan iki âyet vardır: وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ
اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى
لِلذَّاكِرِينَ  “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde/gündüze
yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl.” (Hûd, 11/114) أَقِمِ الصَّلَاةَ
لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ
الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا  “Namazı, Güneşin dülûk’ndan /tepe noktasını
geçmesinden gecenin ğasakına/ gecenin soğuğunun /karanlığının bastırmasına kadar
kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de fecrin kur’ân’ında/ doğu ufku boyunca
dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte kıl!  Fecrin kur’ânı meşhûddur./
Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür. “ (İsrâ
17/78) Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamaya yardımcı
olan âyetlerin başlıcaları şunlardır: ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن
يبعثك ربك مقامًا محمودًا “Sana özel ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz
kılmak için uykudan kalk. Belki […]

Abdulaziz Bayındır
17. Haz 2015


YATSI NAMAZININ VAKTI NE ZAMAN SONA ERER?

İnsanlık tarihi kadar eski olduğu bilinen, Rasûlullah’tan en fazla fiili
uygulamanın gözlemlenip nakledildiği, vakitle mukayyet olduğu için cephede dahi
terkine izin verilmeyen bir ibadetin vakti konusunda, o ibadeti geçersiz kılacak
herhangi bir ihtilaf beklenmemelidir. Beklenti böyle olsa da; bu konuda, mesela
yatsı namazının son vaktinin ne olduğu hususunda mezhep imamları ile onların
takipçileri arasında, bazen de mezheplerin genel kabulüne muhalefet gösterenler
arasında görüş farklılıklarının olduğu, konuya derinlemesine eğilenlerin
malumudur. Yazının Devamını Okumak İçin Lütfen Tıklayınız. Dr. Fatih Orum

Fatih Orum
19. Haz 2015


ZIKIR VE NAMAZ

Zikir, çok önemli bir kavramdır. Namaz da Allah’ı zikir için kılınır. Allah
Teâlâ Musa aleyhisselama şöyle emretmiştir: 
إِنَّنِيأَنَااللَّهُلَاإِلَهَإِلَّاأَنَافَاعْبُدْنِيوَأَقِمِالصَّلَاةَلِذِكْرِي
“Ben, evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve benim
zikrim için namaz kıl.”(Taha 20/14) Namazda zikir emri bize de verilmiştir:
فَإِذَاقَضَيْتُمُالصَّلاَةَفَاذْكُرُواْاللّهَقِيَامًاوَقُعُودًاوَعَلَىجُنُوبِكُمْ…
“Namazı kıldığınızda ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde iken Allah’ı
zikredin…”(Nisa 4/103) Namaz “Allah’ın zikri için” kılındığına göre “zikir”
kavramını iyi bilmek gerekir. Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek
öğrenmeye marifet[1], o marifeti koruyup kullanıma hazır tutmaya veya dil ile
söylemeye de zikir denir[2]. Zikrin ilk kaynağı doğadır. İnsan, doğada yaptığı
gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre
ulaşır. İlgili ayetlerden bir kaçı şöyledir:
وَهُوَالَّذِيأَرْسَلَالرِّيَاحَبُشْرًابَيْنَيَدَيْرَحْمَتِهِوَأَنزَلْنَامِنَالسَّمَاءمَاءطَهُورًا.لِنُحْيِيَبِهِبَلْدَةًمَّيْتًاوَنُسْقِيَهُمِمَّاخَلَقْنَاأَنْعَامًاوَأَنَاسِيَّكَثِيرًا.وَلَقَدْصَرَّفْنَاهُبَيْنَهُمْلِيَذَّكَّرُوافَأَبَىأَكْثَرُالنَّاسِإِلَّاكُفُورًا.
Rüzgârları, ikramının önünde müjdeci olarak gönderen Allah’tır. Gökten dupduru
su indirir ki, onunla ölü bir beldeyi canlandırsın. Yarattıklarını; büyük ve
küçükbaş hayvanları ve çok sayıda insanı suya kavuştursun. O suyu, aralarında
halden hale çevirir ki tezekkür etsinler. Ama insanların çoğu, nankörlük dışında
her şeye direnç gösterir[3].(Furkân 25/48- 50)   Âyetteki “tezekkür” tefa’ul
(تفعُّل) bâbındandır. Bu bâb[4], fiile tekellüf yani hedefe adım adım ulaşma
anlamı yükler. Bu sebeple tezekkür’ün anlamlarından biri, zikre adım adım
ulaşmaktır. Çünkü doğa olaylarını izleyerek bir bilgiye ulaşmak için zamana
ihtiyaç olur.   Doğa, bilginin kaynağıdır. Kur’ân’ın Allah’ın indirdiği […]

Abdulaziz Bayındır
6. Tem 2015


KIZ ILE HALA VEYA TEYZESININ AYNI NIKAH ALTINDA BIRLEŞTIRILMESI

KIZ İLE HALA VEYA TEYZESİNİN AYNI NİKAH ALTINDA BİRLEŞTİRİLMESİ Kur’ân’da
olmayıp Rasûlullah’ın teşrîi ile bilindiği iddia edilen meşhur bir örnek de bir
kadının, hala veya teyzesi ile bir nikâhaltında tutulmasının haram olduğuna dair
hükümdür. Geleneğe göre, iki kız kardeşin bir nikâh altında
birleştirilemeyeceğine dair hükümKur’ânda olmasına rağmen, bir kadının hala veya
teyzesiyle bir nikâh altında tutulamayacağına dair hüküm Kur’ân’da
bulunmamaktadır ve bu yasak, Sünnettarafından konulmuştur.[1] Bunun iddia
edildiği gibi olmadığını şöyle ortaya koyabiliriz: Kendisiyle evlenilmesi haram
olanların sayıldığı Nisâ sûresinin 23. âyeti şöyle bitmektedir: “…İki kız
kardeşi birlikte nikâhınız altında bulundurmanız da haram kılınmıştır. Geçmişte
olan oldu…”(Nisâ 4/23) وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ
سَلَفَ Bu, iki kız kardeşin bir nikâhaltında bulundurulamayacağının açık
delilidir. Öte yandan Rasûlullah “Bir kadın halası veya teyzesi ile bir nikâh
altında tutulamaz.” demiştir.[2] Onun risâletle ilgili olan söz ve fiilleri,
Kur’ân’dan çıkartılmış doğru hükümler (hikmetler)olduğuna göre,[3] onun
yukarıdaki ifadesi de Kur’ân’ın konuyla ilgili hükmünden başka bir şey olamaz.
İki kız kardeşin bir nikâhaltında bulundurulmasının akrabalık ilişkilerine zarar
vereceği söylenir.[4] Aynı durumun, bir kadının halası veya teyzesi ile bir
nikâh altında bulundurulması durumunda da ortaya çıkacağı açıktır. Çünkü,
aşağıda görüleceği üzere, Kur’ân’daki miras hükümlerine göre kadının, halasıyla
arasında kardeş; teyzesiyle arasında ana ilişkisi olduğu görülür. […]

Fatih Orum
11. Eyl 2015


KURBANLA GÖNÜLLERI HOŞ TUTMAK

Allah izin verirse bu yıl kurban bayramı 04-07 Ekim 2014 tarihlerinde idrak
edilecek. Tarihî geçmişi insanlık kadar eski olup dinin tevhid ilkesiyle
doğrudan bağlantılı olan kurban ibadetine Kitap ve Hikmet Dergisi’nin 3.
sayısında özel olarak yer verilmişti. Kapak başlığı İnsanlığın Ortak Değeri Hac
ve Kurban olan o sayıda Abdulaziz Bayındır’ın “Hac ve Kurban”, Abdurrahman
Yazıcı’nın “Kurban İbadetiyle İlgili Fıkhi Bilgiler” ve bu satırların yazarı
Yahya Şenol’un “Hz. Peygamber İçin Kurban Kesmek” başlıkları yazıları
yayımlanmıştı. Konuyla ilgili “Fetvalarla Kurban” başlıklı son yazıda ise
adından anlaşılacağı üzere kurban konusunda cevabı merak edilen birkaç önemli
mesele ele alınmaktaydı. Bu yazıda ise yukarıda bahsi geçen 3. sayıda yer alan
konuları aynen tekrar etmeksizin kurban ibadetiyle alakalı olan ve orada yer
verilmeyen bazı hususlara değinilecektir. Bunlardan bir tanesi ve belki de
-tarafımıza yöneltilen sorulardan anladığımız kadarıyla- en çok merak edileni,
aile adına tek bir kurban kesilmesinin yeterli olup olmayacağıdır. Hanefi
mezhebi mensuplarının çoğunlukta olduğu ülkemizde aynı çatı altında yaşayan aile
bireylerinin tek bir kurban kesebileceği hususu, bunu ilk kez duyanlar için
biraz garip gelebilir. Fakat hem aşağıdaki kısa yazı hem de yazının sonunda
tavsiye edilen makale dikkatli bir şekilde okunduğunda meselenin zihinlerde daha
iyi bir yer tutacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra ölmüşlerimiz adına kurban
kesilip […]

Yahya Şenol
11. Eyl 2015


KÖLELIK VE CARIYELIK KUR’ÂN’Â AYKIRIDIR

İçinizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esirlerinizden uygun durumda
olanları evlendirin. Yoksul iseler Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyacını
giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen  Allah’tır.
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ
مِن فَضْلِهِ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ
فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ
الَّذِي آتَاكُمْ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاء إِنْ أَرَدْنَ
تَحَصُّنًا لِّتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَن يُكْرِههُّنَّ
فَإِنَّ اللَّهَ مِن بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَّحِيمٌ Evlenme imkânı
bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını
korusunlar. Hakimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak isteyen olur da
kendilerine bir fayda sağlayacağını anlarsanız sözleşme yapın ve Allah’ın size
verdiği maldan onlara verin. Evlenmek isteyen kızlarınıza, dünya hayatının
geçici menfaatini elde etmek için baskı yapıp onları  isyana zorlamayın. Onlara
kim baskı yaparsa (bilsin ki), baskı altında kalmalarından (istemedikleri şeyi
yapmak zorunda kalmalarından) sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.(Nur
Suresi 32-33). ayetler Hocalara Sorun! 1. Nur Suresi’nin 33 (Evlenme imkânı
bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını
korusunlar. Hâkimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak isteyen olur da
kendilerine bir fayda sağlayacağını anlarsanız sözleşme yapın ve Allah’ın size
verdiği maldan onlara verin. Evlenmek isteyen kızlarınıza, dünya hayatının
geçici menfaatini elde etmek için baskı yapıp isyana zorlamayın. Onlara kim
baskı […]

Erdem Uygan
28. May 2016


ORUÇ KEFFÂRETI

Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler
Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden
sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür
bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle
teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda
neredeyse ittifak vardır.[1] Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği
şu rivâyettir: “Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi.
Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle
ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’
deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir
misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu
doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama
oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet
getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri
yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene
yedir’ buyurdu.”[2] Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre,
Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan
kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere
toplam altmış bir gün[3] oruç […]

Fatih Orum
22. Haz 2016


HAC VE KURBAN

I. HACCIN FARZİYETİ İmkânı olan her mü’minin hac ibadetini yapması Kur’an’ın
açık emridir: اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا
وَهُدًى لِلْعَالَمينَ فيهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰهيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ
كَانَ اٰمِنًا وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ
سَبيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمينَ “İnsanlar için
kurulan ilk mabet, kesinkes Bekke[1]‘de olandır. Bereketli olsun ve bu âlem için
yön belirleyici (kıble) olsun diye kurulmuştur.  Orada açık âyetler, İbrahim’in
(ibadet için) durduğu yerler vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Bir
yolunu bulup gidebilenlerin o mabedi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde
hakkıdır. Kim bunu göz ardı ederse, bilsin ki; Allah’ın kimseye ihtiyacı
yoktur.“(Âl-i İmrân 3/96- 97) II. HACCIN TARİHİ Yeryüzünün ilk mabedini, ilk
insan olan Âdem aleyhisselam bina etmiş ve ilk haccı o yapmış olmalıdır.  Çünkü
İbrahim aleyhisselam, Nuh tufanından sonra Kabe’yi eski temellerinin üstüne
kurmuştu: وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰهيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰعيلُ
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ الْعَليمُ “Bir gün İbrahim,
İsmail’le beraber Kâbe’nin temellerini yükseltiyordu. Dedi ki: “Rabbimiz, bunu
bizden kabul et; işiten de sensin, bilen de.”(Bakara 2/127) Sonra Allah
Teâlâ’dan hac ibadetinin yapıldığı yerleri göstermesini istemişti: رَبَّنَا
وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِلَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ
وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآإِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Rabbimiz! Bizi sana […]

Abdulaziz Bayındır
7. Eyl 2016


GELENEĞE AYKIRI SÖYLEMLER

Geçtiğimiz yıl takvimler 17.07.2013 (8 Ramazan 1434) tarihini gösterirken
“imsak” yani oruca başlama ve sabah namazı vakti konusunda Diyanet İşleri
Başkanlığı bir basın açıklaması yapmış ve şunları söylemişti: “Diyanet İşleri
Başkanlığı, elbette orucun başlangıç vakti konusunda fıkıh kitaplarımızda yer
alan farklı görüşleri bilmektedir. Elbette bunlardan bir kısmının itibara
alınamayacak şâz[1] görüşler olduğunun da farkındadır… Söz konusu iddia
sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir
ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi
olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir.”[2] Erbabınca malum
üzere Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi yıllardır Türkiye
başta olmak üzere birçok İslam ülkesinde Ramazan ayında oruca erken
başlandığını, bundan daha da önemlisi, sabah namazlarının özellikle Ramazan
aylarında henüz vakti girmeden kılınmakta olduğunu iddia etmekte ve bunun ispatı
için hem yazılı hem de görsel deliller sunmaktadır. Bu iddiaların son yıllarda
basında da sıkça yer bulması ve halk arasında infiale (!) yol açması sebebiyle
Diyanet İşleri Başkanlığı yukarıda bir kısmı aktarılan basın açıklamasını yapmış
ve bu görüşlerin İslam dünyasında hiç kimse tarafından benimsenmemiş olmasını
kendi söylediklerinin doğruluğunun kanıtı olarak göstermiştir. Öncelikle şunu
belirtmemiz gerekir ki imsak ve sabah namazı vakti konusunda fıkıh mezhepleri
arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Ama […]

Yahya Şenol
23. Oca 2017


HZ. PEYGAMBER İÇIN KURBAN KESMEK

Ülkemizdeki camilerde kurban bayramı öncesine rastlayan Cuma günlerinde, bir
“kurban hutbesi” okunması âdettendir ve bu, halkın bilinçlendirilmesi açısından
yanlış da değildir. 2013 yılında da bu âdet yerine getirilir mi getirilmez mi
bilinmez; ama önceki yıllarda okunan hutbelerde, öncelikle kurbanın öneminden ve
konuyla ilgili fıkhî hükümlerden bahsedilmişti. Daha sonra ise Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellemin hicretin ikinci yılından itibaren (miladi 624)
vefat edinceye kadar daima kurban kestiği vurgulanmış ve bunun yanı sıra Ali
radıyallahu anh’a, vefatından sonra kendisi için de bir kurban kesmesini tavsiye
ettiği bilgisine yer verilmişti. Bu yazıda işte bu vasiyetle ilgili rivayetten
bahsedilecektir.   Peygamberimizin, vefatından sonra kendisi için kurban
kesilmesini vasiyet ettiğine dair hadis ilminde “Kütüb-ü Tis’a”[1] olarak meşhur
olan hadis kitaplarından Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel’debir rivayet
bulunmaktadır. Tirmizî’deki rivayet şöyledir: Ali radıyallâhu anh’tan rivayete
göre o, biri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem adına diğeri de kendi adına
olmak üzere iki kurban keserdi. Kendisine bunun sebebi sorulunca da şöyle derdi:
“Böyle yapmamı bana Resulullah emretti. Ben de bu şekilde yapmayı hiç terk
etmeyeceğim.”[2] Bu rivayete kitabında yer veren İmam Tirmizî, rivayet
hakkında:“Bu hadis garîbtir.[3] Bunu sadece Şerîk’in rivâyetiyle bilmekteyiz.”
demiştir. Hadisin Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel’de yer alan rivayeti ise
şöyledir: Haneş şöyle […]

Yahya Şenol
23. Oca 2017


SESLENDIRILMIŞ MAKALE – KUR’ÂN’DA NAMAZ VAKITLERI

Prof.Dr. Abdulaziz Bayındır hocamızın 24 Aralık 2011 tarihli “Kur’anda Namaz
Vakitleri” isimli makalenin seslendirilmiş halidir.

Suleymaniye Vakfi
13. Şub 2017


ADETLI KADININ ORUCU VE NAMAZI

ADETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI Âdetli ve Lohusa Kadın ile İlgili Nesih Nesih
sözlükte, bir kitaba diğerindeki bilgiyi aktarma veya bir şeyi uygulamadan
kaldırıp yerine başka bir şey koyma anlamlarına gelir[1]. Neshin tarifini veren
âyet şudur: مَا نَنْسَخْ مِنْ آَيَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ
مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Biz bir
âyeti nesheder veya unutturursak, yerine daha hayırlısını ya da dengini
getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106) Buna
göre nesih, bir âyeti bir başka âyetle değiştirmektir. Bu, hem Kur’an’ın
ayetleri arasında, hem de Kur’an ayetleri ile önceki kitaplardaki ayetler
arasında olur. Kur’an, ilahi kitapların son nüshası olduğu için ondaki ayetlerin
çoğu, önceki kitaplarda olanların aynısıdır, yani onları dengiyle neshetmiştir.
Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin
şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz
şudur: “Bu dini ayakta tutun ve o konuda birbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin
çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına
(yoluna) seçer ve ona yöneleni hedefine ulaştırır.”(Şûrâ 42/13) “Gerçekleri
içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, indiren O’dur.
Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.”(Al-i İmran 3/3)  Bu ayetler, önceki
kitaplardaki âyetlerin büyük […]

Abdulaziz Bayındır
22. Nis 2017


RESIM, KARIKATÜR VE HEYKELIN HÜKMÜ

Kur’an’da canlı varlıklarının resimlerini çizmenin, karikatürlerini veya
heykellerini yapmanın haramlığıyla ilgili bir şey yoktur. Aksine aşağıda
belirteceğimiz ayetlerde bunun helalliğini gösteren ifadeler vardır. Yüce Allah,
İsa a.s’ın kuş heykeli yapmasından bahseder: “İznimle topraktan kuş şeklinde bir
şey yaratır, sonra ona üflerdin de yine iznimle kuş oluverirdi.” (Maide 5/110).
İsa a.s, topraktan kuş şeklinde bir şey yapıyordu. Hiç şüphesiz bu bir
heykeldir. Bu heykel, daha sonra Allah’ın izniyle gerçek bir kuş olmuştu. Bu
olay İsa a.s’ın Allah’ın elçisi olduğunun delillerinden biriydi. Bazıları bu
ayetin, canlı varlıkların resim ve heykelinin yapılmasının helalliğine delil
olmayacağını düşünebilir. Zira böyle mucizevi bir olayın, resim ve heykel gibi
genel bir hükme delil teşkil etmeyeceği savunulabilir. Bu itiraz makul değildir.
Çünkü hiçbir nebi, haram olan bir şey yapıp onu insanlara mucize olarak sunamaz.
Aşağıdaki ayetler şüphelerini kesin olarak gidermektedir: Yüce Allah, Süleyman
a.s  ve hizmetine verdiği cinler hakkında şu ifadeleri kullanır: “Süleyman ne
isterse onu yapıyorlardı; değerli meskenler, heykeller, büyük havuzlara benzer
çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Davut ailesi! Şükredin! Kullarımdan
şükredenler pek azdır.” (Sebe 34/13). Bu ayet, kesin olarak Allah’ın nebisi
Süleyman a.s’ın heykeller yapılmasını emrettiğini gösteriyor. Hiçbir nebi,
haddini bilmezce, haram olan bir şeyi emredemez. Aksine Yüce Allah, cinlerin
Süleyman a.s’a heykeller yapmasını bize […]

Cemal Necim
24. Nis 2017


KUR’ÂN’DA ZEKÂT VE FAIZ

Bizim zekât dediğimiz şey, Kur’an’da sadaka olarak geçer. Sadaka, ihtiyaçlılara
yapılan karşılıksız yardımdır. Faiz ise ihtiyaçlılara verilen borçtan elde
edilen gelirdir. İhtiyacı olmayan, faizli borç almaz. Sadaka, ihtiyaçlıları ve
sosyal yapıyı rahatlatır. Faiz ise ihtiyaçlıları daha kötü duruma sokar ve
sosyal yapıyı bozar. Sadaka deyince akla gelen, fakirlere yapılan yardımdır. Bu
kelime geleneğimizde, daha çok dilencilere yapılan basit yardımlar için
kullanılır. Halbuki fakirler, sadakanın sekiz harcama kaleminden sadece birini
oluşturur. Bu yazıda sadaka, devletin aldığı vergi anlamındadır. Allah Teâlâ,
devletin başı olan Nebî’mize şöyle emretmiştir: خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً
تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ
لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Mallarından sadaka al; böylece onları
arındırmış ve geliştirmiş olursun. Onlara sürekli destek ol, senin desteğin
onları rahatlatır[1]. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.”(Tevbe 9/103) Bu
âyetin öncesinde ve sonrasında samimi müslümanlardan söz edildiği gibi Nebî’mize
sürekli tuzak kuran münâfıklardan ve kâfirlerden de söz edilmiştir. Onlardan
alınacak sadaka, sadece devlete sadakatlerinin göstergesi olur.  Verilecek
destekle rahatlar ve kendilerini geliştirme fırsatı bulurlar. Müslümandan alınan
sadaka, Allah’a sadakatin göstergesi olacağı için zekât diye de adlandırılır.
Sonuç olarak bu âyette sözü edilen sadaka, devletin aldığı vergidir; müslümandan
ne alınırsa gayrimüslimden de o alınır[2]. Aşağıda gelecek olan Tevbe 60. âyette
de sadakaların yani devletin […]

Abdulaziz Bayındır
14. Haz 2017


BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARI

KUR’AN’A GÖRE BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARININ DURUMU Türkiye’de ve bazı İslam
ülkelerinde müslüman kadının başını örtmesi istenmemektedir. Bunu istemeyenler
genellikle dine ve gerçek dindarlara saygılı olduklarını söyler ve din dışılıkla
suçlanmayı reddederler. Bir taraftan da Müslümanlar dini hayatlarını Kur’an
ışığında gözden geçirmeye başlamış­lardır. Kur’an’a yönelme ile birlikte
hurafelere karşı da savaş açılmıştır. Artık iki türlü müslümanlıktan söz
edilmektedir; biri Kur’an müslümanlığı, diğeri Kur’an dışı müslümanlıktır.
Kur’an dışı müslü­manlıkla kastedilen geleneksel müslümanlıktır. Dindarların
büyük çoğunluğu, geleneksel an­lamda müslüman oldukları için Kur’an müslümanlığı
başörtüsü yasakçılarının da ilgisini çekmek­tedir. Bu yazıda başörtüsü
yasakçılarının durumu sırf Kur’an ayetleri ışığında ele alınmıştır. Okuyucuya
kolaylık olması için karşılıklı sohbet havası içinde yazılan yazı ile sizi baş
başa bırakıyorum. – Müslüman kadınların başlarını örtmelerine karşı çıkanlarla
ilgili bir hüküm gerçekten Kur’an’da var mı? – Elbette var. Müslüman kadınların
başını örtmesi Allah’ın bir emridir. Allah’ın bir tek emrini bile kabul
etmeyenin durumu Kur’an’da açıklanmıştır. Her müslümanın bunu çok iyi bilmesi
gerekir. Şimdi ben sorayım, Kur’anda sapmanın ve saptırmanın simgesi haline
gelmiş varlık hangisidir?  – Şeytan mı? – Evet.. Şeytan, diğer adı ile İblis,
meleklerle beraberken Allah ona ve bütün meleklere Adem için secdeye kapanma
emri verdiğinde o bu emri kabul etmediği için kafir olmuştur. Konu ile ilgili
ayetler şöyledir: “Vaktin birinde […]

Abdulaziz Bayındır
24. Ağu 2017


KADININ BOŞANMA HAKKI: İFTIDA

Evlilik İslam’da tavsiye edilen bir müessesedir. Neslin devamı için tek yoldur.
Evlilik süresince eşlerin, karşılıklı sevgi ve saygı ortamını olabildiğince
korumaları istenmiş, evlilik bağının önemli bir sebep bulunmadıkça keyfi bir
şekilde ya da küçük sorunlarla sona erdirilmesi hoş görülmemiştir. Bu sebeple
durum boşanma aşamasına gelmeden önce tarafların aralarındaki sorunun çözülmesi
ve barıştırılması için gereken her yol denenmelidir.  Bütün bunlara rağmen hala
uzlaşma sağlanamadıysa Allah’ın en sevmediği helallerden biri[1] olduğu söylenen
evliliği bitirme kararı alınabilir. Her ne kadar evliliğin devamı tavsiye edilse
de bazı dinlerde ve hukuk sistemlerinde görüldüğü gibi kağıt üzerinde evli kalıp
gönül ve bedenen ayrı yaşamamak için gereken bütün tedbirler alınmıştır. Evlilik
bağının kurulmasında kadın ve erkek yetkilidir. Ancak kadının yetkisi velinin
denetimime tabidir. Onun nazik yapısı bunu gerektirir. Boşanmada da iki taraf
yetkilidir. Evlenmede olduğu gibi boşanmada da kadının yetkisi denetim tabi
tutulmuştur. Ama her iki denetimde yol göstericidir yoksa kararı
geçersizleştirecek nitelikte değildir. Kuranı Kerim, kadının ve erkeğin
haklarını ayrı ayrı ele almış, Nebimiz Hz. Muhammed de Müslümanlar arasında
yaptığı uygulamalarla konuyu iyice anlamamıza yardımcı olmuştur. Kuranda erkeğin
boşanma hakkına “Talak” kadının boşanma hakkına ise “İftida” denilmektedir.
KURAN-I KERİMDE KADININ BOŞANMA HAKKI Yüce Allah “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik
bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.”[2] […]

Hatice Bayındır
6. Eyl 2017


HERKESIN BILDIĞI NAMAZ

A.GİRİŞ Namazın ilk defa Allah Rasûlü’ne öğretildiği, önceden namaz diye bir
uygulamanın olmadığı düşüncesi halk arasında son derece yaygındır. İnsanlar
nazarında itibar sahibi, ilim ehli olarak görülen bazı şahısların bile bu
yanılgıya düştüklerini görebiliyoruz. Namaz konusunun zihinlerde yanlış ve eksik
bilgilere dayandırılması, beraberinde pek çok sorunu ve soru işaretini ortaya
çıkarmaktadır. Kişinin Kur’an algısının bozulması, vahiy algısının bozulması,
nebî algısının bozulması, din algısının bozulması, usûl algısının bozulması vb.
pek çok sorunun temelinde bu yanlış tasavvurlar yatmaktadır. Bu yazımızda
namazla ilgili olarak Kur’anî bir algı ortaya koymaya çalışacağız. B.  NAMAZIN
KILINIŞI Kur’an’da namaz var mı? Namazın nasıl kılındığını bana Kur’an’dan
gösterebilir misin? Bu gibi soruları daha önce sormuş veya benzer sorularla
karşılaşmış olabilirsiniz. Aslında bu sorular birçok sorunun göstergesidir.
Bunların en başında Kur’an ve din algısının doğru oluşmaması gelmektedir.
Kur’an’da neler yer alır, nelerin yer alması gerekmez? Bir rasul veya nebinin
Kitap’da olmaksızın dine bir şey sokup çıkarma (teşri) yetkileri var mıdır?
İnsanın Kur’an dışında inanmak zorunda olduğu bir kaynak var mı? Bu ve benzeri
soruların cevapları kişinin zihninde doğru bir şekilde yer etmezse doğru bir din
anlayışına sahip olması imkansız hale gelir. O halde biraz Kur’an algısı
üzerinde durup, Allah’ın elçisinin başta namaz olmak üzere dindeki ibadetleri
nasıl ve nereden […]

Vedat Yilmaz
29. Eyl 2017


ANA HATLARIYLA ORUÇ İBADETI

Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Bu kavram Farsça “rûze” kelimesinden
Türkçeye geçmiş, zamanla “rûze”, “urûze”, “uruç” şeklinde kullanılmış ve daha
sonra “oruç” halini almıştır. Arapça karşılığı ise “savm (الصوم)” ve “sıyâm
(الصيام)”dır. Savm sözlükte; ‘kişinin yeme, içme, karı-koca ilişkisi, konuşma
vs. gibi herhangi bir şeyi terk etmesi’ anlamına gelir. Terim olarak oruç; tan
yerinin ağarmasından akşam oluncaya kadar şer’an belirlenmiş ibadeti yerine
getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak[1] demektir.
Kaynaklarda yer alan bilgilere göre oruç, hicretin ikinci yılı Şaban ayında
(Şubat 624) farz kılınmıştır. Namaz, zekât, hac, kurban vs. ibadetlerde olduğu
gibi oruç da yalnızca Ümmet-i Muhammed için değil, tüm nebîler ve ümmetleri için
farz kılınmış bir ibadettir. Nitekim orucun farz kılındığını bildiren ayette
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:   يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ
عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ
تَتَّقُونَ “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle
size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183) Ayet metninde yer
alan “es-sıyâm (الصِّيَامُ)” kelimesinin başında yer alan elif-lâm (harf-ı
ta’rîf) takısı, Arapçada belirlilik (ma’rifelik) ifade ettiği için mana “o oruç”
olur ki  bu da bize farz kılınan orucun bizden önceki ümmetlere farz kılınanla
aynı olduğunu gösterir. Zaten ayetteki “sizden öncekilere yazıldığı şekliyle
(كَمَا […]

Yahya Şenol
1. Oca 2018


KUR’AN’DA ORUÇ İBADETI

Ay takvimindeki 12 aydan biri olmasına rağmen, adı söylendiğinde dünya
üzerindeki herkesin, sadece yılın bir ayını kastetmediğimizi anladığı tek aydır
Ramazan. Zira Yüce Allah’ın yerine getirilmesini farz kıldığı, her biri
insanlıkla yaşıt ibadetlerden biri bu ay boyunca yerine getirilir. Oruç ayı
geldiğinde her birimizin aklına pek çok soru takılır. Gerçekte bu soruların
tamamı Allah’ın Kitabı’nda cevaplanmıştır. Oruç ibadetiyle ilgili Kur’an’da yer
alan tüm ayetler dikkatle okunursa akıllarda cevaplanmamış bir soru
kalmayacaktır. O halde biz de öyle yapalım ve Ramazan orucundan bahseden
ayetleri dikkatle okuyarak ayetlerden öğrendiklerimizi sıralayalım: Bakara
Suresi 183. Ayet: Ey inanıp güvenenler! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı
şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız. 1. Oruç, sizden öncekilere
yazıldığı şekliyle size de yazıldı: Ayette oruç ibadeti الصيام(es-sıyâm)
şeklinde belirlilik takısı ile kullanılmaktadır. Bu durum oruç ibadetinin herkes
tarafından bilindiğini gösterir. Nitekim ayetin tamamından da orucun önceki
ümmetlerde de aynı şekilde tutulduğu ve farz bir ibadet olduğu net bir biçimde
anlaşılmaktadır. 2. Ki kendinizi koruyasınız: Oruç insanı koruyan bir ibadettir.
Allah’ın oruç tutma emrini yerine getiren bir kimse aynı zamanda kendini korumuş
olmaktadır. Bu korumanın hem maddi hem manevi olması gerekir. Diğer bir deyişle
oruç tutan kişi, Allah’ın bir emrini yerine getirmekle manevî olarak korunduğu
gibi bedensel bir ibadet olması […]

Erdem Uygan
16. May 2018


HERKESIN BILDIĞI ORUÇ

Beslenme yaşamın kaynağıdır. Mikroorganizmalar da dahil beslenmeksizin
yaşayabilen bir canlı yoktur. Hatta cansız nesneler bile bir şeylerden
beslenerek varlıklarını sürdürürler. Dünya, Güneşten aldığı enerjiyle, Güneş,
kendi içinde sahip olduğu yakıtla beslenir. Beslenme ihtiyacı olmayan tek varlık
Allah’tır. O’nun dışındaki tüm varlıklar hayatta kalabilmek için beslenmek
zorundadırlar.  Yüce Allah da kendisinden başkalarının tanrılaştırılması
konusunda beslenme çelişkisine dikkat çekmiştir: “Meryem oğlu Mesih sadece
Elçi’dir. Ondan önce gelmiş elçiler de vardır. Annesi ise doğru bir kadındır.
Her ikisi de yemek yerlerdi. Şimdi sen şu ayetleri nasıl açıkladığımıza bak; bir
de onların nasıl yanlışa sürüklendiklerine bak.” Maide 5/75. Tüm canlılar doğar
doğmaz yeme içgüdüsüyle hareket ederler. Bebekler ilk bir yıl ellerine
geçirdikleri her şeyi ağızlarına sokmak isterler. Bu dönemde yeme içgüdüsü her
şeyin üstündedir. Bu dönemlerde insan yavruları ile hayvan yavruları arasında
bir fark göremezsiniz. İnsan geliştikçe yeme içgüdüsüne hükmetmeyi öğrenir.
Hayvanlar ise aynı çizgide devam ederler. Öyle ki hayvanlar için yemek bulma ve
beslenme bir varoluş gayesi gibidir. İnsanlar gibi yeme içgüdüsünü
dizginleyemeyen hayvanların yemekten çatlayıp ölmeleri de bilinen bir şeydir.
Özellikle çayıra salınan sürüler işi bilen bir çoban tarafından otlatılmazlarsa
telef olabilirler. İnsan, yeme içgüdüsünün kölesi olduğu oranda hayvanlara
benzemeye başlar. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: “… Ayetleri görmezlikten
gelenler ise […]

Vedat Yilmaz
24. May 2018


İTIKAF

Orucun tarif edildiği Bakara sûresi 187. ayetinde oruçla veya bir başka deyişle
Ramazan ayı ile yakından alakalı başka bir ibadete daha yer verilmiştir:
İ’tikâf. Sözlükte ‘hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp
kalmak’ anlamlarındaki “akf” kökünden türeyen i’tikâf, fıkıh terimi olarak
kişinin ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalmasını ifade eder.[1]
İ’tikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnetle sabittir. Orucu tarif ettiği ayetin
sonunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ … Mescitlerde i’tikâf halinde iken
kadınlarınızla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara
yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini
korusunlar.” (Bakara, 2/187)   Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem Medine’ye
hicretten sonra vefat edinceye kadar her yıl Ramazanın son on gününde i’tikâfa
çekilirdi.[2] “Allah’a tam bir teslimiyet içeri­sinde ibadet ve taatte bulunmak
amacıy­la zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa
her türlü nefsanî ve şehevî arzulardan uzak dur­ması kişinin manen olgunlaşması
için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu iba­detlerin yanı sıra nafile
ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir
şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce
yaratıcıya yönelinen bir ortam insana derin bir manevî ufuk ve imkân
sunmaktadır. Bu bakımdan i’tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet ol­mayıp
vahiy geleneğine sahip hemen bü­tün dinlerde […]

Yahya Şenol
29. May 2018


KADIR GECESI

Kadir gecesini, Türkçeye “kader/takdir gecesi” diye tercüme edebiliriz. Arapçada
“kadr” veya “kader”, ‘ölçü koyma’ ve ‘ölçü’ anlamlarına gelir. Tâbiînden Atâ b.
Ebî Rebâh, Abdullah İbn Abbâs’ın bu geceye niçin “kadir gecesi” denildiğine dair
şu sözlerine yer vermiştir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme,
öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir
eder.”[1] Buradan hareketle kadir gecesi, ‘bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve
görevli meleklere emirler halinde verildiği gece’ olarak tarif edilebilir.[2]
Kadir gecesi ile ilgili olarak Allah Teâlâ müstakil bir sûre indirmiş ve sûrede
bu geceyi şöyle tarif etmiştir: Biz Kur’an’ı kadir gecesinde indirdik. Kadir
gecesi nedir, sen nereden bileceksin? (Öyleyse dinle!) Kadir gecesi bin aydan
hayırlıdır. O gece melekler, her bir konuyla ilgili ruh (aldıkları emir)
yanlarında, Rablerinin izniyle inerler. O, tanyeri ağarıncaya kadar esenlik
gecesidir.” (Kadr, 97/1-5) Kadir gecesinin Ramazan ayının içinde olduğu
bellidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ramazan, insanlara rehber olan ve
rehberin açıklayıcı ayetlerinden oluşan Kur’an’ın ve o Furkan’ın indirildiği
aydır…” (Bakara, 2/185) Başka bir ayetler grubunda ise bu gecede neler olup
bittiğine dair şu hususlara yer verilmiştir: “Hâ, Mîm. Her şeyi açıklayan Kitaba
yemin olsun. Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Biz insanları uyarırız. Karara
bağlanmış görevler o gece taksim […]

Yahya Şenol
29. May 2018


KUR’AN’I TAHRIFE MODERN BIR ÖRNEK: HIMÂR (BAŞÖRTÜSÜ)

Kur’an’dan hüküm çıkarmanın veya bir hükmün Kur’an’a ait olduğunu söylemenin
olmazsa olmaz şartları vardır. Bunlardan biri Kur’an’ın dili olan Arapça’yı
bilmek, bir diğeri Arapça Kur’an metni üzerinde, bizzat Allah’ın belirlediği,
ayetlerin ayetleri açıklaması yöntemi ile çalışmak ve bir başkası da bu
çalışmayı Arapça ve metot bilgisine sahip bir ekip ile yapmaktır. Bu şartlardan
biri veya daha fazlası yerine getirilmediği takdirde çıkarılan hükmün Kur’an’a
dayandırılmasının elîm ve vahim sonuçları olacaktır. Günümüzde Kur’an üzerinde
çalıştığı düşünülen kişilerin sayılan bu şartların hepsini aynı anda yerine
getirmemelerinden kaynaklanan hataları da vahim sonuçlara yol açmakta,
vardıkları hükümler Allah’ın indirdiği Kitaba ait olmadığı için ne akıl ne de
insan fıtratı tarafından kabul görmemektedir. Ancak öyle ayetler vardır ki
samimi bir mümin böyle bir ayetin, onu tahrif edenlerin söyledikleri anlama asla
gelemeyeceğini görebilir. Bunun için başka bir ayete veya metot bilgisine dahi
ihtiyaç yoktur. Aklî melekeleri doğru çalışan herkes o ayeti doğru anlayacaktır.
Başörtüsü ile ilgili ayet de bunlardan biridir. Akıl ve mantık hiçe
sayılmaksızın bu ayeti başka şekilde anlamak ve anlamlandırmak mümkün değildir.
Toplumda kendileri için “Kur’an üzerinde çalışan kişiler” algısı oluşturmuş bazı
kişi ve gruplar, ne Arapça’nın ne de Allah’ın belirlediği metodun hiçbir
ilkesini gözetmediklerinden ve her konuda sonuna kadar işlettikleri akıllarını,
işlerine gelmeyen konularda […]

Erdem Uygan
30. May 2018


KURBAN İBADETI VE SÖZDE KUR’AN’CILAR

Allah’ın dinine en büyük kötülüğü daima dinden konuştuğunu söyleyen kişiler
yapmışlardır. Günümüzde bu durum değişmemiş, kıyamete kadar da değişmeyecektir.
Bugün de aynı tutumu, Kur’an’dan konuştuğunu söyleyen ve takipçileri üzerinde
Kur’an’cı olduğuna dair algı oluşturmuş kişi ve gruplar sergilemektedirler. Bu
kişiler, Allah’ın Kitabından konuşmadıkları aklı olan herkes tarafından bilinen
bir takım hoca kılıklıları ve mezheplerin yanlışlarını haklı olarak eleştirmekle
ve bunun alternatifinin Kur’an’a yönelmek olduğunu dile getirmekle muhatapları
üzerinde Kur’an’dan konuştukları algısını oluşturmaktadırlar. Ancak hemen
ardından Kur’an’ı kendilerine uydurmaya başlamakta, Allah’ın ayetlerini kendi
şahsi yorumlarına ve felsefeye kurban etmektedirler. Kur’an üzerinde çalışmanın,
bizzat Allah tarafından açıklanmış metodunu bilmek, Arapça’ya hakim olmak ve
ekip çalışması yapmak gibi yeterli teknik donanıma sahip olmadıklarından
ayetleri kendi küçük dünyalarına göre yorumlamakta, güya hurafelere karşı
cevaplar geliştirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde, bu şahısların Allah’ın kesin
bir emri olan başörtüsünü, keyfî yorumlarla mantığa, Arap diline ve Kur’an’ın iç
bütünlüğüne tamamen aykırı bir şekilde nasıl görmezden geldiklerini detaylı bir
biçimde ortaya koymuştuk[1]. Aynı grubun kurban ibadeti konusunda da farklı bir
tutum sergilemediğini üzülerek tesbit etmekteyiz. Bahsettiğimiz kişiler
kendilerine Kur’an Araştırmaları Grubu adını vermelerine rağmen insanlardan
korktukları için bu grubun kimlerden oluştuğunu açıklayamamaktadırlar. Allah’tan
korkmadıklarını ise kurban ibadetini de başörtüsü gibi görmezden gelerek bir kez
daha ispatlamışlardır. Hatta bu ibadeti Allah’ın […]

Erdem Uygan
20. Ağu 2018


HELAL VE HARAMI KIM BELIRLIYOR?

Bir zamanlar koyu bir Hristiyan iken daha sonra İslam’ı seçen Adiyy b. Hâtim,
bir gün Resûlullâh’ın: “(Yahudi ve Hristiyanlar) Bilginlerini ve din adamlarını
Allah ile aralarına koyup rab edindiler…” (Tevbe, 9/31) mealindeki ayeti
okuduğunu işitmiş ve: “Ya Resûlallâh! Hristiyanlar onlara ibadet etmezler ki!”
diyerek bu ayeti anlayamadığını belirten bir soru yöneltmiştir. Resûlullâh da
bunun üzerine ona şöyle cevap vermiştir: “(Evet) Aslında Hristiyanlar onlara
ibadet etmediler! Ama onlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için
helal kılınca hemen helal sayıverdiler, (Allah’ın helal kıldığı bir şeyi de)
kendilerine haram edince hemen haram sayıverdiler.”[1] Çoğu zaman vaaz ve
hutbelerde anlatılan bu rivayette iki farklı grup göze çarpmaktadır: Allah’ın
helal kıldığını haram, haram kıldığını ise helal sayan bilginlerle din adamları
ve bir de bunlara sorgusuz sualsiz itaat edenler. Hem ayetlerden hem de
rivayetlerden anlaşılacağı üzere bile bile helali haram, haramı helal saymak
Allah’a ortak koşmak olduğu gibi bunu yapanlara sorgusuz sualsiz itaat etmek de
Allah’tan başkasına ibadet etmek, onları rab edinmek anlamına gelmekte ve
neticede bu da şirk kapsamına girmektedir. Bu ciddi tehlike yüzünden helal ve
haram konusu çok iyi bilinmeli, bu konuda Yüce Allah ne demiş ve nasıl
buyurmuşsa ona göre hareket edilmelidir. Bu yazıda önce helal ve haram
kavramlarının kısaca tanımları yapılacak, daha […]

Yahya Şenol
17. Eyl 2018


NAMAZLARDA OKUNAN DUA VE ZİKİRLER

1- Allâhu Ekber الله اكبر  “Allah en büyüktür.” Kıbleye yani Kâbe’nin bulunduğu
tarafa yönelerek ayakta, eller kulak hizasına kadar kaldırılır ve Allâhu Ekber
denerek namaza başlanır. 2- Namazın başında okunan dua: “Allâhu Ekber” diyerek
namaza başladıktan sonra “Sübhâneke” okunur. سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ
وَبِحَمْدِكَ، وَتَبَارَكَ اسْمُكَ، وَتَعالَى جَدُّكَ وَلاَ إِلٰهَ غَيْرُكَ
“Allahım, sana yöneldim. Ne yaparsan güzel yaparsın. Adın yücedir. Zenginliğin
çok fazladır. Senden başka ilah yoktur.” “Sübhâneke” yerine; şu ayet de
okunabilir: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ
حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا أَنَاۨ مِنَ الْمُشْرِكِينَ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي
وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ
أُمِرْتُ وَأَنَاۨ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ben, bir Müslüman olarak yüzümü, gökleri
ve yeri yaratana doğrudan doğruya çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Benim
ibadetim, kurbanım, hayatım ve ölümüm, varlıkların Rabbi olan Allah içindir.
Onun ortağı yoktur. Böyle emir aldım. Ben Müslümanlardanım.” Sübhâneke veya
diğer duayı okuduktan sonra, 3- Eûzübillâhimineşşeytânirracîm ( أعوذ بالله من
الشيطان الرجيم) = Taşlanan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım 4-
Bismillâhirrahmânirrahîm” (بسم الله الرحمن الرحيم) = “İyiliği sonsuz ikramı bol
Allah’ın adıyla” denilerek Fatiha Suresine geçilir. 5- Fatiha Suresi 1.   الحمد
لله رب العلمين   Elhamdulillâhi rabbil’âlemîn.   Her şeyi güzel yapmak Allah’a
mahsustur. O, varlıkların sahibidir.       2.   الرحمن الرحيم […]

Abdulaziz Bayındır
20. Şub 2019


MİRASTA HALEFLİK DEDE YETİMLİĞİ

Halefiyet, halife olmak, öncekinin yerine geçmektir. Yerine geçene halef,
öncekine selef denir. Başkasının yerine, ya tabii yoldan ya da mücadele ile
geçilir. Kümesteki yaşlı horoz ölürse genç olan onun yerine geçer. Ama genç
olanı,  yaşlının ölümünü beklemezse kıyasıya bir mücadele başlar. Biri diğerini,
ya öldürür veya oradan uzaklaştırır. Tavuklar bu mücadelede yer almazlar. Benzer
durum, diğer hayvanlarda da vardır. Dünya kurulduğu günden beri bu böyledir. Bir
gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde bir halife oluşturmaktayım” demişti. Melekler,
kadın erkek her insanın halifelik mücadelesine girecek şekilde yaratıldığını
öğrenince şaşırmışlar ve Allah’a şöyle demişlerdi:  “Orada karıştırıcılık
yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel
eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın” Allah
Teâlâ’nın cevabı şu olmuştu: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara 2/30)
Meleklerin bilmediği; bilim ve medeniyette yarış şeklinde geçecek halifelik
mücadelesiydi. Böylesi daha önce hiç olmamıştı. Allah, önce “Âdem’e isimlerin
hepsini öğretmiş, sonra onları meleklere göstermiş ve “iddianız doğruysa bana
şunların isimlerini bildirin” demişti. Melekler:“Biz sana boyun eğeriz. Bizde
bir bilgi olmaz; sen ne öğretmişsen odur. Bilen sen, yerinde karar veren sensin”
demişlerdi. Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini bildir”
demişti. Âdem onlara o isimleri bildirince Allah: “Size dememiş miydim, ben
göklerin ve yerin bilinmezlerini bilirim. Neyi […]

Abdulaziz Bayındır
13. Mar 2019


ALLAH’IN KOYDUĞU SINIRLARIN AŞILMASI VE ORUÇ ÖRNEĞİ

Bu makalede Kur’an kavramlarından tasdik, nesh ve tahrif konularında sınırların
nasıl aşıldığı üstünde durulacak örnek olarak da Ramazan orucu ilgili
aşırılıklar anlatılacaktır. Konu, şu iki âyette özetlenen, Kur’an’ı Kur’an ile
anlama yöntemiyle işlenecektir: “الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آَيَاتُهُ ثُمَّ
فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ. أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي
لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ” ELİF LÂM RÂ! Bu, doğru hükümler veren ve her
şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından âyetleri hem muhkem kılınmış hem[1] de
ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız
içindir. (De ki:) Ben de sizi onunla (o Kitap ile) uyaran ve size müjde veren
bir kişiyim.” (Hud 11/1-2) Sınır, Arapçada had = الحد kelimesi ile ifade edilir.
Had, iki şey arasında yer alan ve birinin diğerine karışmasına engel olan
şeydir[2]. Allah; orucun içeriğini, zamanını, kimlerin kazaya bırakabileceğini
ve oruç tutulan günlerin gecelerinde bu ümmet için helal kıldığı şeyleri, arka
arkaya dört ayette açıklamış ve en son şunları söylemiştir: تِلْكَ حُدُودُ
اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ
لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, bunlara
yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini
yanlışlardan korusunlar.” (Bakara 2/187) Allah, koyduğu sınırlara yaklaşmayı
yasaklamış ama Müslümanlar hemen her konuda, aşmadık sınır bırakmamışlardır. Bu
yazıda bunlardan birkaçı üzerinde durulacaktır. […]

Abdulaziz Bayındır
10. May 2019


KADINLARIN YOLCULUĞU

Yasak bildiren bazı hadisler sebebiyle Müslüman bir kadının sefer mesafesindeki
bir yere (yani yaşadığı yerden ortalama 85-90 km ve daha uzağa) yanında kocası
veya mahremi[1] bulunmadan yolculuk yapmasının caiz olmadığı konusunda İslam
âlimleri ittifak etmişlerdir. Hanefî ve Hanbelî mezhebine mensup âlimler hac
yolculuğunun dahi bu yasak kapsamında olduğunu söylerken Şâfiî ve Mâlikî mezhebi
mensupları söz konusu hadislerde hac ibadetinin yer almadığını, yasağın farz
olmayan yolculuklar hakkında olduğunu, dolayısıyla kendisine hac farz olan bir
kadının güvenilir kadınlardan oluşan bir kafile ile birlikte hac yolculuğuna
çıkabileceğini ileri sürmüşlerdir.[2] Şehirlerarası ve uluslararası seyahat
imkanlarının gelişmesi, yol ve yolcu güvenliğinin artması ve kadınların
toplumsal hayatta eskiye nazaran çok daha fazla yer almaları sebebiyle güncel
bir fıkıh problemi haline gelmiş olan bu konuyu ayetler ışığında ve “yolculuk”,
“yol güvenliği”, “konuyla ilgili hadisler” alt başlıkları altında incelemeye
çalışacağız. A- YOLCULUK Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bazı amaçlarla yolculuk
yapılması gerektiğini bildirmiştir. Bunlar sırasıyla şöyledir: 1- Kültür amaçlı
yolculuk: فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ
خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ أَفَلَمْ
يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ
يَسْمَعُونَ بِهَا  فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَٰكِنْ تَعْمَى
الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “Biz nice kenti yanlış yaparlarken etkisiz
hale getirdik. Onlara, devrilmiş direkleri üzerine çökmüş, […]

Yahya Şenol
19. Eyl 2019


KUR’ÂN VE SÜNNET’TE FAİZ

Kur’ân’da faiz anlamına gelen kelime riba’dır. Riba (الربوا veya الربا) mastar
olarak ‘artma’ ve ‘çoğalma’ isim olarak ‘artan’[1] yani faiz anlamındadır. Faiz,
borçtan elde edilen gelirdir. Artma, borçtan dolayı olduğu için riba, bu artışa
sebep olan işlem yani faizli işlem demek olur. Mekke’de inen bir âyette Allah
Teâlâ şöyle buyurur: وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ
النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ
وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ “İnsanların malları içinde
artsın diye faize verdiğiniz şey (borç) Allah’ın yanında artmaz. Allah’ın
rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince işte kat kat artıranlar zekât
verenlerdir.” (Rum, 30/39) İhtiyacından fazla malı olandan başkası borç veremez.
Faizli borç ise “İnsanların malları içinde artsın diye…” verilir. Dolayısıyla
belli bir varlığa sahip olmayan kişilere faizli borç verilmez. Faizli borç veren
kişi, alacağını, faizi ile birlikte almayı kesinleştirmek için kefil ister ve
teminat alır. Böylece, malını koruma sıkıntısından da kurtulmuş olur. Borçluyu
faiz yükü altına sokan şey ise, daha çok kazanma arzusu veya borca olan
ihtiyacıdır. Faiz, kira gelirine benzetilerek “paranın zaman değeri” diye
tanımlanır. Kiralanan mal, tüketilmeden yararlanılan maldır. Ev kiralayan içinde
oturur. Otomobil kiralayan ona biner. Süresi bitince onları sahibine verir.
Tüketilmeden yararlanılamayan mal kiralanamaz. Meselâ paranın kendisi, hiçbir
ihtiyacı karşılamaz. Büyük bir […]

Abdulaziz Bayındır
18. Oca 2020


FAİZCİLERİN DAVRANIŞ TARZI

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Faiz yiyenler, şeytanın takılıp aklını çeldiği[1]
kimsenin davranışından farklı davranmazlar. Bu onların, “Alım satım, tıpkı
faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli
işlemi haram kılmıştır. Kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse
geçmişte olan kendinindir; onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar o
ateşin arkadaşıdırlar; orada ölümsüzdürler.” (Bakara, 2/275) Fahreddin Razî’nin
konu ile ilgili bir tespiti şöyle özetlenebilir: “Faizi helâl görenlere göre
faizli işlem her yönden alım satımla aynıdır. Öyleyse nasıl olur da biri helâl,
diğeri haram olur. Peşin fiyatı 10 lira olan bir malı bir ay vadeli 11 liraya
satmak helâl ise, 10 lirayı bir ay vadeli 11 liraya satmak da helâl olmalıdır.
Bu iki işlem arasında mantıkî bir fark yoktur.”[2] Bu iki işlem arasında
benzerlik vardır, ama farklar da vardır. Nitekim şarap ile üzüm şırası da
birbirine benzer; ikisi de üzüm suyundandır. Ama aradaki farktan dolayı
“şıra tıpkı şarap gibidir”, denemez. Yukarıdaki iki işlem de farklıdır. Bundan
dolayı birine borç, diğerine satış denmiştir. Borç veren, verdiğinin dengini
alır. Yani 10 lira vermişse 10 lira alır. Faiz, o denkliği bozan fazlalıktır.
Peşin fiyatı 10 lira olan bir mal, bir ay vadeli 11 liraya satılırsa 11 liranın
tamamı malın bedeli olur. O […]

Abdulaziz Bayındır
25. Oca 2020


MÂIDE SÛRESI 6. ÂYET BAĞLAMINDA AYAĞA MESH MESELESI(TEZ)

 AYAĞA MESH MESELESİ ÖNSÖZ İslam’da hükümlerinin temel kaynağı, Kur’ân-ı Kerîm
ve onun fiilî uygulaması olan Nebi’nin sünnetidir. Ancak herhangi bir meselede
ilgili âyet ve hadislerin belli bir usule göre değerlendirilmemesi, geçmişte
olduğu gibi günümüzde de görüş ayrılıklarını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu
yüzden abdest alırken ayaklara uygulanacak muamele de ihtilaf edilen
meselelerden biri olmuştur. Mâide sûresinin 6. âyetinden, Arap dili açısından
ayakların mesh edilmesi anlaşılırken, hadislerdeki yıkama rivâyetleri bu
ihtilâfın temel sebebini oluşturmuştur. Âyetteki  ارجلercül (ayaklar)
kelimesinin farklı kıraatleri ise meseleyi daha karmaşık hale getirmiştir.
Rasûlullah’ın (s.a.v.) irtihalinden sonra ise, gerek yıkama gerekse meshe
ilişkin rivâyetlerin nakledilmesi farklı değerlendirmelere neden olmuştur.
Hâlbuki âyetin iniş zamanına ve uygulamaya bakılacak olsa, mesele kolayca
anlaşılacaktır. Namaz kılınacağı zaman abdest almanın gerekliliğini ifade eden
ilgili âyet Medine döneminde indirilmiştir. Ama namazın, Mekke döneminde farz
kılındığı ve Allah’ın Elçisi’nin namazlarını abdest alarak kıldığı
bilinmektedir.Aslında bu âyet ininceye kadar Allah’ın Elçisi’nin abdest alırken
ayağını yıkadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Ayakların meshi, bu âyetten
sonra başlamıştır. Bu konuda, Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında önemli bir
farklılık bulunmazken, Ehl-i Sünnet ile İmamiyye Şîa’sı arasında ciddi bir
anlaşmazlık vardır. Bu çalışmanın temel hedefi, hiçbir mezhebin ve görüşün
etkisinde kalmadan, ihtilafa neden olan hususların Kur’ân ve Sünnet ışığında ele
alınıp değerlendirilmesidir.  Yüksek […]

Ayşe Ulya Özek
2. Ağu 2020


DURMA YAP YAPMA DUR!

Ramazan yaklaşırken… Ramazan ayında daha dinç, daha rahat bir şekilde oruç
tutabilmek için bir ay önceden oruç alıştırmaları yapabilir, şaban ayında nafile
oruçlar tutabilirsin. Aişe Validemizin “Resûlullâh’ın (ramazan dışında) şaban
ayından daha fazla oruç tuttuğu bir ay görmedim” açıklamasını göz ardı etme, sen
de bu nimetten nasiplen! Bunun için Resûlullâh’ın daima yaptığı gibi pazartesi
ve perşembe günleri ile şaban ayının 13, 14 ve 15. günlerini
değerlendirebilirsin. Bu nafile oruçların zararını değil; faydasını görürsün.
Şaban ayının son günü geldiğinde “Arabistan’dan haber geldi, hilali
görmemişler!” dedikodusuna kulak asıp herkesin oruca başladığı zaman sen oruçsuz
olma! Nebîmizin hilal gözlemi (rasat) yapılması gerektiğine dair hadisleri
aklını karıştırmasın. O, “Biz hesap-kitap bilmeyen bir toplumuz” demiş, gerekli
alet-edevat ve uzman yoksunluğundan ötürü o dönem için tek çare olan rasat
yolunu seçmiştir. Yoksa Allah ayların başlangıç ve bitişleri için hilal
gözlemine değil, hesap yöntemine dikkatlerimizi çekmiştir. -Hâşâ- Allah başka
bir şey, Resûlü başka bir şey söylememiş ki! Formül bellidir; imkan varsa hesap,
yoksa rasat! Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte hesap yöntemi günümüzde
doğru bir şekilde uygulanabilmektedir. O yüzden takvimlerde ramazanın biri
olarak hangi gün yazıyorsa gönül rahatlığı ile o günü öyle kabul et ve herkesle
birlikte oruca başla! Oruca başlama konusunda takvime güvenebilirsin derken
takvimleri tamamen akladığımı […]

Yahya Şenol
25. Ağu 2020


NIKÂHIN DOĞAL BIR SONUCU: MEHIR

İslam hukukunda şartları ve rükünleri tam olarak yerine getirilerek icra edilen
nikâh akdine sahih nikâh denir. Evlenme ehliyetine sahip olan ve aralarında
dinen evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin şahitler huzurunda
yaptıkları nikâh sahih yani dinen ve hukuken geçerli bir nikâhtır. Böyle bir
nikâh karı kocaya birtakım haklar ve sorumluluklar yükler. Bunlardan bir tanesi,
erkeğin, hanımına mehir vermesidir.  Nikâh akdinin bir sonucu olarak kocanın
karısına vermek zorunda olduğu para veya mala mehir/mehr (المهر) adı verilir.
Kur’an-ı Kerim’de mehir anlamında “ecr”in çoğulu olarak ücûr, farîza ve sadukât
kelimeleri geçmektedir. Hadislerde daha çok mehir ve sadâk kelimeleri yer
alırken bu, Türkçede genelde mihr şeklinde kullanılır.[1] Müslüman bir erkek,
eşine mehir vermekle yükümlüdür. Bu, Allah tarafından erkeğe yüklenmiş bir
borç/sorumluluk, kadına tanınmış bir haktır. Fakat mehir nikâhın şartı değil;
doğal ve hukuki bir sonucudur. Bu yüzden mehir belirlenmeden kıyılan nikâhlar da
geçerlidir.[2] Böyle bir evlilikle birlikte kadın otomatikman mehir (mehr-i
misil) almaya hak kazanır. Mehir, kadının öz malıdır; onu istediği gibi
harcayabilir. Onda kendi annesinin, babasının, kocasının, kayınpeder veya
kayınvalidesinin hakkı yoktur. Erkek çeyiz hazırlaması için kadına ayrıca bir
ödeme yapmamışsa kadın mehir olarak teslim aldığı para veya mal ile çeyiz
hazırlamak zorunda değildir.[3] Allah Teâlâ erkeklere yönelik olarak şöyle
buyurmuştur: “Kadınlara […]

Yahya Şenol
2. Kas 2020


TIBBÎ, ETİK VE DİNÎ AÇIDAN CERRAHÎ SÜNNET/HİTAN

Erkek çocukların sünnet edilmesi dünyada en çok yapılan cerrahi operasyondur.
Son yıllarda bu konu tıbbî, etik ve dinî açıdan tartışılmaktadır. Bu yazı ile bu
tartışmalar özetlenecek ve sonuç itibari ile bir kanaat serdedilecektir. 1.
Tıbbî Boyut Cerrahi sünnetin tıbbî boyutunu bu konuda yayınladığım tıbbî
makalenin özetini naklederek özetlemiş olalım: “Elektif erkek sünneti (EES)
hakkında bazı medikolegal tartışmalar vardır. Amerikan Pediatri Akademisi’nin
(AAP) 2012 yılındaki raporuna göre, yeni doğan erkek sünnetinin tıbbî faydaları
risklerinden fazladır. AAP’nin bu raporu, EES hakkındaki tartışmalara yeni bir
boyut kazandırmıştır. Bu rapor, sünnetin etik ve yasal bir müdahale olmadığını
söyleyen çevreler tarafından eleştirilmiştir. Ancak, mevcut literatür AAP’nin bu
raporunu doğrulamaktadır. EES, üriner enfeksiyonlar, fimozis, balanit,
kandidiyaz, yüksek riskli HPV enfeksiyonu, HIV, genital ülser, sifiliz,
trikomonas vaginalis, mikoplazma genitalium, herpes simpleks virüs tip 2,
şankroid, penil kanser, prostat kanseri ve serviks kanseri riskini anlamlı
derecede azaltıyor iken, seksüel fonksiyonlar üzerinde de olumsuz bir etki
yapmamaktadır. EES için önerilen yaş 0-1 yıldır. Çünkü infantil ES’de
komplikasyonlar daha az, iyileşme daha hızlı ve maliyet daha avantajlıdır. Bu
dönemdeki sünnetin ruh sağlığı açısından da bir riski bulunmamaktadır. İnfantil
ES’nin komplikasyonları % 0,2-0,3 civarındadır ve bunların çoğu da genellikle
minimal müdahalelerle önlenebilmektedir. Eğer 0-1 yaş arasında sünnet yapılmamış
ise kastrasyon fobisi […]

Zeki Bayraktar
8. Şub 2021


HAYDI HEP BIRLIKTE NAMAZA!

Kur’an-ı Kerim’de cemaatle namazın önemine işa­ret eden bazı ayetler
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra hadis kitaplarında yer alan sahih rivayetlerden
anlaşıldığına göre Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem de cemaatle namaz
kılmaya büyük önem vermiştir. İlgili ayetler ve Resûlullâh’ın uygulamaları
sebebiyle sa­habe döneminde özürsüz yere cemaate katılmayanlara neredeyse
münafık gözü ile bakıldığı rivayetlere yansımıştır. Mesela ashâb-ı kirâm’ın önde
gelenlerinden Abdulah İbn Mes’ud’un bu konuda şöyle söylediği rivayet
edilmiştir: “Allah’a yemin ederim ki ben, münafık olduğu (ayan beyan ortada
olduğu için) bilinenler veya hastalardan başka hiçbirimizin cemaatle namaza
katılmaktan geri kaldığını görmedim! Hatta hastalar bile iki adamın arasına
girerek/onların omuzlarına tutunarak da olsa mutlaka namaza gelirlerdi…”[1]
Ashab-ı kirâm’ın namazlarını cemaatle birlikte kılmaya olan bu düşkünlükleri hiç
şüphesiz ki Nebîmizi örnek almalarından kaynaklanıyordu. Zira O, farz namazlarda
cemaatten hiç geri kalmadığı gibi vefatına sebep olan hastalığa yakalandığında
bile Ali b. Ebî Tâlib ve Abdullah İbn Abbas’ın kolları arasında ayakları yerlere
sürünür bir vaziyette dahi cemaate iştirak etmiştir.[2] Onun beş vakit namazın
farzlarını cemaatle kılmasına ve kıldırmasına sıcak, soğuk, yağmur, fırtına gibi
tabiat olayları ile yolculuk veya savaş durumları gibi hiçbir zorluk ve
sıkıntılı durum engel olamamıştır.[3] Aşağıda görüleceği gibi Nebîmizin cemaatle
birlikte namaz kılmaya bu denli önem göstermesi konuyla ilgili ayetler sebebiyle
olmalıdır. Asr-ı […]

Yahya Şenol
12. Şub 2021


KADININ BOŞANMA YETKISI (MASTER TEZI)

Bakara Suresi’nin boşanma ile ilgili 228. ayetinin sonu şöyledir: “…Mâruf
ölçüler içerisinde o kadınların erkekler üzerindeki hakkı, onların bunlara karşı
olan hakkına denktir. Erkeklerin onlara karşı bir dereceleri vardır. Allah
azizdir hâkimdir.” (Bakara 2/228) Ayetlerde talak, hul’ ve iftida kararı diye üç
ayrı boşanma şekli hükme bağlanmıştır. Talak, erkeğin tek taraflı kararı ile
yaptığı boşamadır. Talâkın geçtiği ayetlerde kadına yetki verilmemiştir. Talakta
bulunan erkeğin, eşine verdiği mehirden ve diğer mallardan bir şey alamaması
(Bakara 2/229), kadının bekleme süresi (iddet) bitinceye kadar onunla aynı evi
paylaşma mecburiyeti ve süre bitinceye kadar yine tek taraflı kararı ile
talaktan vazgeçme hakkı (Talak 65/1-2) boşanmanın önüne konmuş tabii
engellerdir. Hul’, evliliği yürütemeyeceklerine kanaat getiren kadın ile
erkeğin, karşılıklı anlaşmalarıyla evliliğe son vermeleridir. Burada istek daha
çok kadından geldiği için kadın evlenirken aldığı mehirden kocasına vermesi
gerekir. Buna hul’ bedeli denir. Üçüncüsü iftidâdır. İftidâ, şartları
gerçekleşdiği taktirde kadının tek taraflı iradesiyle evliliğe son vermesidir.
Bakara Suresi‘nin 229. ayetinde şöyle buyurulur: “Karı-kocanın Allah’ın hududunu
yerine getiremeyeceklerinden siz korkarsanız kadının fidye vermesinde her eşe de
bir günah yoktur.” Evliliğin yüklediği sorumlulukları yerine getirememe
korkusuna kapılan kadın, durumu yetkili makama bildirir. Çünkü ayetteki “..siz
korkarsanız…” ifadesi bunu gerektirir. Bu korkunun tespitinden sonra kadına
iftidâda bulunabileceği bildirilir. Bundan sonra […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


ABDEST VE HAYIZ

Son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri de cünüplük, hayız ve nifas
hallerinde Kur’an okunup okunmayacağı ile bu durumlarda ve abdestsiz olarak
Kur’an’a dokunulup dokunulamamasıdır. Aşağıda Nursen KIŞLAKÇI adında bayan
öğrencime konu ile ilgili olarak yaptırdığım bir araştırmayı bulacaksınız.
Araştırmanın bu konuda okuyanlara faydalı olacağını umarım. Abdulaziz BAYINDIR
FIKHİ YORUMLARLA ABDEST İBADET İLİŞKİSİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ GİRİŞ BİRİNCİ BÖLÜM
ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM OKUMAK A) Kur’an’ın Abdestsiz Okunması B) Kur’an’ın Boy
Abdesti Olmadan Okunması C) Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A)
Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri
Mezhebi F) Diğer Görüşler İKİNCİ BÖLÜM ABDESTSİZ KUR’AN-I KERİM’E DOKUNMAK
Kur’an’a Abdestsiz Dokunulması Kur’an’a Boy Abdesti Olmadan Dokunulması Konuyla
İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A) Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C)
Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri Mezhebi F) Diğer Görüşler ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM ABDESTSİZ MESCİTLERE GİRMEK Mescitlere Abdestsiz Girilmesi Boy Abdesti
Olmadan Mescitlere Girilmesi Konuyla İlgili Deliller MEZHEPLERİN GÖRÜŞLERİ A)
Hanefi Mezhebi B) Şafii Mezhebi C) Maliki Mezhebi D) Hanbeli Mezhebi E) Zahiri
Mezhebi F) Diğer Görüşler DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ABDEST-KUR’AN, ABDEST-MESCİT
İLİŞKİSİNDE MEZHEPLERİN ROLÜ Rasulullah’dan Bu Yana Mezhep Anlayışı SONUÇ
——————————————————————————– DERLEMECİNİN NOTU: Bu çalışma sadece (oku) emriyle
başlayan Kur’an-ı okuyabilmeyi kolaylaştırmak, Allah’ın kullarıyla Allah’ın
kelâmı ya da […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


NIKÂH SÖZLEŞMESINDE VELI

0

Kur’an’a göre nikâhın, marufa uygunluk açısından denetlenmesi gerekir. Maruf;
güzelliği akıl veya din yoluyla anlaşılan şeydir. Nebi aleyhisselam, marufa
uygunluğu velinin denetleyeceğini, anlaşmazlık olursa yetkinin kamu otoritesine
geçeceğini açıklamıştır. Mezhepler arasında ayetleri esas alan, hadisleri
onların açıklaması sayıp yorumu ona göre yapan bir yaklaşım gözükmemektedir. Bu
da evliliğin marufa uygunluğu hususunda gerekli hassasiyetin gösterilmemesine
yol açmıştır. Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî ve Zâhirî mezhepleri, velisiz nikâhı
geçersiz, Hanefîler ise geçerli saymışlardır. Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelîler
veliyi, marufa uygunluğun denetçisi değil, nikâhın tarafı saymış, kız bâkire ise
babanın onu, kendine sormadan evlendirebileceği görüşüne varmıştır. Bu
yaklaşımlar, evlilik kurumu ile ilgili sıkıntılara yol açmıştır. Hâlbuki
ayetlerdeki marufa uygunluk hadislerle birlikte değerlendirilseydi evlilik
işlemleri sağlam esaslara bağlanabilirdi. FIKHA GÖRE NİKÂH SÖZLEŞMESİNDE VELİNİN
YERİ Nikâh, hem aile hem de toplum için büyük öneme sahip bir sözleşmedir. Bu
sebeple yalnızca kadın ile erkeğin evlenmek üzere anlaşmaları yeterli görülmez.
Bu konuda her toplumun, kendi inancına, gelenek ve göreneklerine göre koyduğu
kurallar vardır. İslam’dan önce Mekke’de kız, babasından veya velisinden
istenir, kıza mehri verilir ve nikâhı kıyılırdı[1]. İslam bu uygulamayı kabul
etmiştir. Hıristiyanlar nikâhı kilisenin, Yahudiler havranın gözetiminde
kıyarlar. Çağdaş toplumlarda nikâh, yetkili makamın izni ve gözetimi ile
kıyılmaktadır. Veli, bir başkasını bağlayıcı karar alma ve uygulama yetkisini
elinde […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İNSAN CESEDI VE OTOPSI

0

Otopsi, ölüm sebebini belirlemek amacıyla bir cesedi açıp inceleme anlamına
gelir. Ölüm sebebinin belirlenmesi, çoğu zaman bir ihtiyaç olur. Bir insan
cesedinin keyfi olarak incelenmesi insana hakaret olur. Ama ihtiyaç haline
gelince dini bakımdan böyle bir incelemenin yapılması caiz olur. Kur’an’da bunun
bir örneği vardır. Bakara Suresinde katilin belirlenmesi için ölünün kabrinden
çıkarıldığı anlatılmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. Musa zamanında yaşayan
İsrailoğulları ile ilgili olarak şöyle buyurur: “Bir gün bir kimseyi
öldürmüştünüz de suçu birbirinize atmıştınız. Oysaki Allah gizlemiş olduğunuz
şeyi ortaya çıkarır. Sonra o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah
ölüleri işte böyle diriltir ve size belgelerini gösterir, belki aklınızı
kullanırsınız.” (Bakara, 2/72-73)[1] Ceset kabirden çıkarılarak katil
belirlenmiştir. Olay, Hz. Musa zamanında, bir mucize olarak gerçekleşmiştir.
Bunun bizi ilgilendiren yanı, katilin belirlenmesi için cesedin kabirden
çıkarılmasıdır. Burada ceset kabirden çıkarken ona can verilmiştir. Arkasında
“Allah ölüleri böyle diriltir” ifadesi yer almıştır. Bu ifadenin de konumuzla
ilgisi vardır. Bu, Kur’an’ın insan cesedine bakışını göstermektedir. Ceset ruhun
yuvasıdır. O, ruhu taşıyabildiği sürece canlı kalabilir. Bunu doğru anlamak için
ilgili ayetleri görmek faydalı olacaktır. İNSAN ÇAMURDAN (TÎN) YARATILMIŞTIR
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı
yaratmaya çamurdan (tîn) başlamıştır. Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden,
[…]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


İSLAM HUKUKUNDA YENI METOD ARAYIŞLARI VE FAIZ ÖRNEĞI

Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin
olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat
etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine
göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır,
büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış
ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla
yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve
evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde
gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu
özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için
mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği
üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel
olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz
yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan
farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir”
de­meleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır.
Her kime, Rabbinden bir öğüt ula­şır da faize son verirse geçmişte olan
kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de de­vam ederse, işte onlar
cehen­nemliktir. Onlar orada temelli kala­caklardır. Allah faizi eksiltir,
sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İSLAM FIKHI AÇISINDAN BORÇLANMALARDA ENFLASYON FARKI

Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye
ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî
kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan
paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve
üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve
dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında
çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde
değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir.
O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır.
Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı
çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın
ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin
değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul
edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini
korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır.
Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk
zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen
veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat
edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü
[…]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KREDI KARTININ TAKSITLENDIRILMESI

Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin
belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi ‎kabul ederek ona
kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü
‎takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya
hizmetler sunar ve ‎karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman,
alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart ‎sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin
gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi
kartları ‎bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe
ayrılabilir. ‎ ‎1- Normal Kredi Kartı‎ Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine
faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu ‎geciktirme imkânı
verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar.‎ Faizsiz
finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan
gecikme ‎cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden
çözmek mümkün olduğu halde ‎henüz uygulanmamaktadır.‎ ÖDEMEYİ GECİKTİREN
BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık
altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan
görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya
yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm
arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür,
biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


TALAK (ERKEĞIN BOŞAMA HAKKI)

Kur’ân’a göre talak, kocanın hakkıdır. Talakla ilgili fiillerin faili
kocalardır. Kadının evliliği sona erdirme hakkına iftidâ denir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ
بِإِحْسَانٍ. “Geri dönülebilir talak iki defa olur. Her birinden sonra kadını ya
marufa /Kur’an’daki hükümlere göre tutmak ya da güzellikle ayırmak
gerekir.” (Bakara 2/229) Âyetteki الطَّلاَقُ (el-talaku) ifadesinin başındaki
“ال = el” marifelik ekidir; kelimeyi et-talâku şeklinde okutur ve “o talak”
anlamı verir. Talakın ne olduğu talak sûresinde açıklanmıştır. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَطَلِّقُوهُنَّ
لِعِدَّتِهِنَّ وَأَحْصُوا الْعِدَّةَ وَاتَّقُوا اللَّهَ رَبَّكُمْ لَا
تُخْرِجُوهُنَّ مِنْ بُيُوتِهِنَّ وَلَا يَخْرُجْنَ إِلَّا أَنْ يَأْتِينَ
بِفَاحِشَةٍ مُبَيِّنَةٍ وَتِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ
اللَّهِ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ لَا تَدْرِي لَعَلَّ اللَّهَ يُحْدِثُ بَعْدَ
ذَلِكَ أَمْرًا. فَإِذَا بَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ
فَارِقُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ وَأَشْهِدُوا ذَوَيْ عَدْلٍ مِنْكُمْ وَأَقِيمُوا
الشَّهَادَةَ لِلَّهِ ذَلِكُمْ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ
وَالْيَوْمِ الْآَخِرِ وَمَنْ يَتَّقِ اللَّهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا.
وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ
حَسْبُهُ إِنَّ اللَّهَ بَالِغُ أَمْرِهِ قَدْ جَعَلَ اللَّهُ لِكُلِّ شَيْءٍ
قَدْرًا. “Ey Nebi! Kadınları boşadığınızda iddetleri içinde boşayın ve iddeti
sayın. Rabbiniz Allah’tan çekinin; onları evlerinden çıkarmayın. Onlar da
çıkmasınlar; açık bir fuhuş yapmış olurlarsa başka. Bunlar Allah’ın
sınırlarıdır. […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


HANEFI MEZHEBINE GÖRE CUMA NAMAZI

Hanefi mezhebinde Cuma namazının kılınmasının farz olması için bazı şartlar
koşulmuştur. Bu şartlardan birisi de Cumayı kıldıracak olan imamın sultan veya
onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Hanefî mezhebinin böyle bir görüşe
varmasının sebeplerini okumamış olan bir kısım müslümanlar, burada sözü
edilen sultan kelimesini devlet başkanı olarak anlamışlardır. Bu sebeple Cuma
namazını ya müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kimsenin
kıldırması gerektiği zannedilmektedir. Bu görüşe, bazı hayali gerekçeler de
eklenerek, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye’de
oluşmadığı öne sürülmektedir. Bu yanlış iddia şu şekilde özetlenebilir: “Türkiye
laik bir ülkedir. Burada devlet başkanının Cuma namazını bizzat kıldırması söz
konusu değildir. Cuma namazı İslâmî egemenliğin bir simgesidir. Fakat laik
yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin
görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.” Allah’ın emrini
yerine getirmekten başka arzusu olmayan ve çoğunluğu gençlerden oluşan
kardeşlerimizden bir kısmı bu görüşün doğru olduğuna inanmışlardır. Günümüzde,
bu sebeple Cuma namazını kılmayan ve bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan
bir cihat sanan insanlar ortaya çıkmıştır. Hanefî mezhebi böyle bir görüşü asla
kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkan kişiler, Cuma namazı gibi bir ibadete
engel oldukları için çok ağır bir vebale girmektedirler. Bu yanlış yoldan
dönmedikleri sürece hem kendi günahlarını hem de onların görüşlerine dayanarak
Cuma namazı kılmayanların günahları kadar […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İSLAM’DA MÜZIK

KONUNUN ÖZETİ Müzik konusu tarih boyu hemen bütün medeniyetlerin konusu ve
problemi olmuş bir konudur. İnsanlar tarihin her döneminde müziğin gizemli
dünyasından istifade etmeye çalıştıkları gibi, müzik sebebiyle meydana gelen bir
takım olumsuzluklardan da şikayetçi olmuş ve bunun önünü almaya çalışmışlardır.
İslâm tarihinde de tarih tekerrür etmiş, insanlar müziğin gizemli dünyasından
kendilerini alamamışlar, bununla beraber çeşitli sebeplerden dolayı olumsuz
sonuçlarından da kaçınamamışlardır. Bu da müziğin meşruluğunu tartışma konusu
yapmıştır. Yaptığımız araştırmada konu ile ilgili vardığımız sonuçları şu
şekilde özetleyebiliriz: I- Kur’ân-ı Kerim’de ses sanatı olarak “müzik”
kavramını ifade eden özel bir kelime ve kavram bulunmamaktadır. Ancak müziğin
muhtevası, icrası ve sonuçlarını ilgilendiren ve bu hususlarda temel ölçü
sayılacak kurallardan söz eden bir çok ayet-i kerime yer almaktadır. Bu
kuralları şu şekilde özetleyebiliriz: 1- Müziğin, insanları Allah yolundan
alıkoymaması. 2- Din ve dince mukaddes kabul edilen şeyleri alay konusu
etmemesi. 3- Dini sorumluluk ve görevleri ihmal edecek seviyede olmaması. 4-
Dini değerlere aykırı konularda propoganda özelliği taşımaması. 5- Söz veya
icrâsında yalan, iftira, zinaya teşvik gibi dince yasaklanan husus­ların yer
almaması. 6- İbadet gibi telakki edilmemesi. 7- Kur’ân okuma ve dinleme
kültürünün önüne geçmemesi. 8- İnsanları nefsânî arzularına esir edecek bir
icra, muhteva ve seviyede olma­ması. 9- insanları dini ya da […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


PEYGAMBERIMIZIN HAC VE UMRESI

0

Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), (üç
kere hacc yaptı. Şöyle ki:) Hicret et­mezden önce iki, hicretten sonra da bir
hacc ve bununla birlikte bir umre yaptı. Bu hacc sırasında (Medine’den) altmışüç
deve sevketti. O sırada Hz. Ali (radıyallahu anh) Yemen’den geldi [beraberinde,
Resûlullah (aleyhisselâtu ves­selâm)’ın kestiği kurbanların] geri kısmı da
vardı. Bunlar arasında (Ebu Cehl’e ait olup Bedir sava­şında ganimet olarak
alınan) burnunda gümüş halka bulu­nan deve de vardı. Resûlullah (aleyhisselâtu
vesselâm) hepsini kesti. Resûlul­lah (aleyhisselâtu vesse­lâm) her deveden bir
parça alınmasını emretti. Bunlar (bir kapta) pişirildi. Efendimiz suyundan
içti.” [Tirmizî, Hacc 6, (815)] Abdullah İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)
anlatıyor: “Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm), saçlarını tarayıp yağladıktan,
rida ve iza­rını giydikten sonra Medine’den ashabıyla birlikte ayrıldı. Rida ve
izâr çeşit­lerinden, vücudun cildine boyası geçen za’feranla boyanmış olanlar
dışında hiçbir şeyi yasak­lamadı. Böylece Zülhuleyfe’ye geldi. Orada devesine
bindi. De­vesi onu Beydâ sırtına çıkarınca O (aleyhisselâtu vesselâm) da, ashabı
(radıyallahu anhümâ) da telbiye ge­tirdiler. Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)
kurbanlığın takısını takıp nişanladı. Bu iş, Zilkade ayının sondan beşinci
gü­nünde cereyan etmişti. Mekke’ye Zilicce’nin dördünde indi. (İlk iş)
Beytullah’ı tavaf etti. Safa ve Merve arasında sa’yde bulundu. Kurbanlığı
sebebiyle ihram­dan çıkmadı. Çünkü ona (kurbanlık alameti olan takıyı) takmıştı.
sonra Mekke­’nin Hacûn yanındaki […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


AYET VE HADISLERLE HAC (ÖZET)

0

1- Haccın Farz Olması “Oraya bir yol bulabilenin Beyt’i haccetmesi Allah’a karşı
insanların görevidir.” (Âl-i İmrân 97) Afra’ b. Hâbis Nebi sallallahu aleyhi ve
selleme sordu: “Ya Resulellah hac her sene midir, yoksa bir tek kere midir?”
Buyurdu ki, ” Bir tek keredir. Kimin gücü yeterse nafilesini yapar.[1] 2- İhram
a- Ayet “Hac bilinen aylardadır. O aylarda hacca girişen kimse bilmelidir ki,
hacda kadına yaklaşmak, sövüşmek, dövüşmek yoktur. Ne iyilik yaparsanız Allah
onu bilir. Kendinize azık edinin, şüphe yok ki azığın en iyisi Allah korkusudur.
Ey akıl sahipleri! Benden korkun.” (Bakara 2/197) b- Elbise Bir adam, “Ey
Allah’ın Elçisi ihramlı ne giyer?” diye sordu, o şu cevabı verdi: “İhramlı ne
ömlek, ne sarık, ne şalvar ne bornos[2], ne mest giyer. Kim ayakkabı bulamazsa,
mestin topuktan aşağısını kessin. Vers[3] veya zaferân bulaşmış bir giysi
giymeyin. ” [4] c- Koku “Aişe şöyle dedi: “Sanki ben şimdi, Allah’ın Elçisi
sallallahu aleyhi ve sellemin ihramlı iken, ( daha önce süründüğü) kokunun saç
ayrımlarındaki parlamasına bakı­yor gibiyim.” [5] 3- Telbiye Allah’ın Elçisi
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bana Cebrail geldi ve dedi ki, “Ya
Muhammed ashabına emret telbiyede seslerini yükseltsinler. Çünkü o haccın
simgesidir.” İbn Abbas anlatıyor: “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem
umrede […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


VELISIZ NIKAH

0

Soru- Gençler ana-babalarından habersiz olarak nikah kıydırıyorlar. Düzenli bir
aile hayatı yaşamıyor, çoğu zaman gerdeğe girmeden ayrılıyorlar. Bu olayı fı­kıh
ve toplumsal açılardan nasıl değerlendiriyorsunuz? Cevap- Hz. Aişe radıyallahu
anha’nın bildirdiğine göre Hz. Peygamber sal­lal­lahu aleyhi ve sellem üç kere
“Hangi kadın velisinin onayı olmadan nikahla­nırsa nikahı
batıldır.”[1]buyurmuştur. Ebu Musa radıyallahu anh’ın bildirdiğine göre Hz.
Peygamber, “Velisiz nikah olmaz.”buyurmuştur.[2] Hz. Peygamber’in şöyle
buyurduğu da rivayet edilmiş­tir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikah
olmaz. Bu şekilde kıyılmayan ni­kah ba­tıldır. Anlaşamaz­larsa sultan velisi
olmayanın velisidir.”[3] Sultan bölgenin yetkili amiri demektir. Bugün
bildiğimiz kadarıyla velisiz nikah kıyılmamaktadır. Nikahı onay­lama yetkisine
sahip makam ister Türkiye Cumhuriyetinde olduğu gibi belediye başkan­ları, ister
Hıristiyan dünyasında olduğu gibi kilise olsun onların böyle bir yetkiye sahip
olmaları velilik yetkisini kullanmaları demektir. Nikah memuru­nun gerekli
incelemeleri yaptıktan ve tarafların onayını aldıktan sonra “Belediye başkanının
verdiği yetkiyle sizleri karı koca ilan ediyorum.” diyerek evliliği onaylaması
bun­dandır. Bugün anne-babanın onayı, reşit olmayanların evlenme­sinde
aranmaktadır. Evlenmek için Hz. Peygamber’in koyduğu veli şartı nikahın, eşler
dışında yetkili biri tarafından onaylanması şartı demektir. Eğer veli bulunmaz
veya görevini yapmazsa o zaman velilik bölgenin yetkili amirine geçer. İslâm’da
veli yalnızca, bakire kız için aranır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Dulun,
kendisiyle ilgili olarak velisinden önceliği […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


DÂRU’L-HARP’TA FAIZ

0

Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İs­lam, yani İslam ülkesi, egemen
olmadığı ülke­lere de dâru’l-harp, yani düş­man ülkesi adı verilir. Bunların
içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış an­laşması yap­mış olanlara
dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Ha­nife ile
İmam Muhammede göre gayrimüslim­lerin ülke­sinde (dâru’l-harp) bulunan bir
Müs­lüman, o ül­ke­nin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse
orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun.
Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine gir­mesine müsade
etti­ğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem
ya­pamayacağına göre bir müslü­man­ da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz.
Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde ya­saktır. Çünkü
faizi yasaklayan ayet ve ha­dis­lerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer
yiyor­larsa, dâru’l-harp ahalisine öl­müş hayvan eti ve do­muz satmada ve
onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam
Mu­hammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un
rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا
ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında
faiz ol­maz.” Bu hadis hakkında çok söz söy­lenmiş ve bir çokları böyle bir
hadisin varlığını ka­bul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


NIŞANLILARIN NIKAHI

NİŞANLI ÇİFTLER KENDİ ARALARINDA NİKAH KIYABİLİRLER Mİ? Soru – Nişanlı çiftlerin
haram işlemeksizin bir araya gelerek ko­nuşabilmeleri ve gezebilmeleri için
kıyılan dinî nikahın, dinî ölçüle­rimize göre geçerliliği nedir? Nişanlılıkla
birlikte kıyılan dinî nikah, nişanlıların cinsel arzu ve eylemlerine meşruiyet
kazandırır mı? Cevap – Nişanlı çiftler arasında kıyılan nikah, tam bir nikahtır.
Bununla nişanlılık dönemi biter, evlilik dönemi başlar. Yalnız kaç-göçün
önlenmesi ve nişanlı çiftlerin haram işlemek­sizin bir araya gelerek
konuşabilmeleri ve gezebilmeleri için kıyılan ayrı bir nikah çeşidi yoktur. Bir
tek nikah vardır ve o nikah kıyılınca evlilik dönemi başlar. Artık kızla erkek
birer nişanlı çift değil, evli çift olmuş olurlar. Bu nikahtan sonra erkek
karısını kendi evine götürme hakkını elde eder. Kadın, kocasının evine gitmemek
için, yalnızca mehr-i muaccelinin (yani peşin olarak ödenmesi şart koşulan
mehrin) ödenmemiş olmasını engel gösterilebilir. Bundan başka hiç bir şey ileri
sürülemez. Çeyiz bitmedi, nişan töreni ya da düğün töreni yapı­lacak gibi
engeller ileri sürülemez. Eğer düğün yapılacaksa derhal ya­pılır ve koca
karısını evine götürür. Mehir, bilindiği gibi erkeğin karısına vermek zorunda
olduğu bir maldır. Tarafların anlaşmasına ya da örfe göre bir kısmı peşin bir
kısmı da daha sonra ödenebilir. Tamamının peşin olması veya ta­mamının daha
sonra ödenmesi şartını koşmak da caizdir. Nikah sı­rasında […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


DOMUZ DERISI

Soru- Tabaklanmış domuz derisi ve ondan yapılan eşyalar alınıp satılabilir mi?
Bunlar giyili olarak namaz kılınabilir mi? Cevap- Tabaklanan deri temiz olur.
Abdullah b. Abbas, ona dua ve selam olsun, Allah’ın Elçisi’nin şöyle dediğini
bildirmiştir: “Hangi deri tabaklanırsa temiz olur.” (Nesei, Fer’, 4) Kur’an’da
ve hadislerde domuz derisinden bahsedilmez. Kur’an’ın dört ayetinde[1] domuz
etinin haram olduğu bildirilmiştir. Bunlardan biri şöyledir: “De ki: “Bana gelen
vahiyde yiyen kişiye, şunlardan başka yemesi haram kılınmış bir şey bulamıyorum:
Ölü (leş), akmış kan, domuz eti ki bir pisliktir ya da üzerine Allah’tan
başkasının adı anılarak kesildiği için fısk olan hayvan. Kim çaresiz kalır da
birinin hakkına saldırmadan ve ihtiyaç sınırını da aşmadan bunlardan yerse
şüphesiz Rabbin, çok bağışlayan ve ikramı bol olandır.” (el- En’am 6/145) Domuz
eti necis, yani pis sayılmıştır. Onun pis olduğu, ayette geçen domuz eti (لحم
الخنزير) ki, o gerçekten pisliktir ifadesinden anlaşılır. Bu iğrençliğin domuz
eti ile ilgili olduğu açıktır. Ama fakihlerin çoğu, buradaki “o” zamirinin domuz
etini değil, domuzu gösterdiğini söylemiş ve domuzun, eti gibi derisinin de
necis olduğu, tabaklama ile temizlenemeyeceği görüşüne varmışlardır. Bunların
dayanaklarını yazının sonunda bulacaksınız. Bunun zorlama bir yorum olduğu
bellidir. Çünkü “domuz eti ki, o gerçekten pisliktir” ayetini okuyan herkes,
buradaki “o” zamirinin domuzu değil, domuz […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


DELILLERLE CUMA NAMAZI

CUMA NAMAZI Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Müminler ! Cuma günü
namaz için çağrı yapıldığında hemen Allah’ı anmaya yönelin ve alım satımı
bırakın. Bilseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın
ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ın adını da çokça anın ki, umduğunuza
kavuşasınız.”(Cuma, 62/9-10) Ebu Hureyre radiyellahü anh Peygamber sallallahu
aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: “Namaz kılınacağı zaman
koşarak gelmeyin, sükunetle gelin. Yetiştiğiniz rekatları kılın,
yetişemediğinizi de tamamlayın.” (Buhârî, Cuma, l8) Cuma Kimlere Farzdır?
Abdullah b. Ömer radiyellahü anh, Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle
buyurduğunu rivayet ediyor: “Cuma namazı nidayı (müezzinin sesini) işiten
herkese farzdır.” (Ebû Davud, Cuma, l056)[1] Tarık b. Şihab, Resulullah
sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Cuma namazı,
bir topluluk içindeki her müslümana farzdır, köle, kadın, çocuk ve hasta olursa
o başka.” (Ebû Davud, Cuma, l067)[2] Ebu Davud, Tarık b.Şihab’ın Resulüllah
sallallahü aleyhi ve sellemi gördüğünü ancak ondan bir şey işitmediğini bu
hadisin arkasına not etmiştir. Cuma Gününün Fazileti Ebu Hureyre radiyellahü
anh, Resulullah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor.
“Üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün Cuma günüdür. Adem o gün yaratılmış, o
gün Cennete konmuş ve o gün Cennetten çıkarılmıştır. Kıyamet de başka bir günde
değil, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


ORUÇLA İLGILI GENEL BILGILER

Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Farsça “ruze” kelimesinden Türkçe’ye
geçmiştir. Önceleri “Oruze” (günlük) olarak kullanılmış; daha sonra “Oruç”
şeklinde telaffuz edilmeye başlamıştır. Arapça karşılığı “savm” ve “sıyam”dır.
Savm; ‘yiyip-içmemek’, ‘hareketsiz kalmak’ ve ‘her şeyden el etek çekmek’
anlamlarına gelir. Terim olarak oruç, “ibadet niyetiyle tan yerinin ağarmasından
güneşin batmasına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak”tır. Orucun
farz kılındığını bildiren ayet şöyledir: “Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere
farz kılındığı gibi, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız diye, size de farz
kılındı.”(Bakara, 2/183) Nebîmiz sallallahu aleyhi selem de orucun önemi
hakkında şöyle buyurmuştur: “Oruç, insanı koruyan bir kalkandır.” [1] Ramazan
kameri aylardandır. Yani ayın hareketlerine göre belirlenir. Bu sebeple Ramazan,
her yıl bir önceki yıla göre on veya on bir gün önce gelir. Dolayısıyla bazen
kışın, bazen yazın oruç tutulur. Böylece Müslüman, soğukta, sıcakta ve her
mevsimde Allah’ın oruç emrini yerine getirme fırsatını yakalar. Oruç,
davranışlara olumlu etki etmelidir. Nebîmiz şöyle buyurmuştur: “Yalan söylemeyi
ve yalanla iş görmeyi bırakmayan bir kimsenin, yemeği ve içmeyi bırakmasına, aç
kalmasına, Allah’ın ihtiyacı yoktur!”[2] “Oruç tutan öyle insanlar vardır ki,
kârları sadece açlık ve susuzluk çekmektir.”[3] “Oruç bir kalkandır. Oruçlu kötü
söz söylemesin. Kendisiyle itişmek ve dalaşmak isteyene ‘ben oruçluyum, ben
oruçluyum’ desin ve onunla dalaşmasın.” […]

Yahya Şenol
29. Eyl 2009


ORUCA BAŞLAMA VE TAKVIMLERIMIZ

Soru: Çeşitli takvimler, değişik imsak vakitleri vermekte, aralarındaki fark 20
dakikaya kadar çıkmaktadır. Bunlardan hangisine uymak gerekir? Cevap: Oruca
ikinci fecrin doğmasıyla başlanır, akşam güneş batıncaya kadar devam edilir.
Güneşin yuvarlağının ufukta kaybolmasıyla iftar edilir. Dağlık arazide
bulunanlar, dağların üzerinden güneş ışıklarının çekilmesini beklerler.
Bulutlardaki ışıklara bakılmaz. Sabahleyin doğu ufkunda iki çeşit ağarma olur.
Birincisi, gökyüzünün ortasına doğru uzanan, üst tarafı daha parlak, altı ufuk
çizgisine kadar inmeyen, ortası oval biçimde bir aydınlıktır. Bu, bir müddet
sonra keskin bakışlı kimseler dışındakilerin fark edemeyeceği kadar azalır ve
bazı bölgelerde tamamen görülmez olur. Bu anda ne sabah namazı vakti girer ne
sahur vakti sona erer. Bununla bir dini hüküm sabit olmayacağı için ‘fecr-i
kâzib’ yani ‘yalancı tan’ adı verilmiştir. İmsak vakti yaklaşmıştır ama yemeye
içmeye devam edilebilir. Bilal Habeşi bu vakitte ezan okuduğu için Peygamber
sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur: “Bilal’ın okuduğu ezan ve dikey
olarak beliren fecir sahurunuza engel olmasın, fakat ufukta enine yayılan fecir
böyle değildir.” ((Müslim, Sıyâm, 41 (1094), 42-44)) İkinci fecir, doğuda gökle
yerin birleştiği çizgi boyunca yayılan aydınlıktır. Bu anda yemeye içmeye son
verilir ve oruca başlanır. Bununla sabah namazı vakti de girmiş olur. Bu
hususlarda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. ((Hanefi Mezhebi’nden İbrahim
el-Halebi, Halebi-i Kebir, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


AILE ADINA TEK KURBAN

KURBANIN FERT YA DA AİLE ADINA KESİLMESİ TARTIŞMALARI Kurban kesmenin vacip
olduğunu söyleyen İslâm hukukçuları aynı zamanda kurbanın tek tek fertlere dönük
bir ibadet olduğu kanaatindedirler (aynî vacip). Kurban kesmenin sünnet olduğunu
söyleyenlerden bazılarına göre (Ebû Yûsuf (182/798) gibi) de, bu ibadet aynî bir
sünnettir. Dolayısıyla aile bireylerinden birinin kurban kesmesi yeterli
değildir; yükümlülük şartlarını taşıyan herkesin kesmesi gerekir. ((Mergînânî,
el-Hidâye, IV,71; Kadızâde Şemsüddîn Ahmed, Netâicü’l-efkâr, IX,510-1)) Kurban
kesmenin müekked sünnet olduğu görüşünde olan İmam Mâlik (179/795)’e göre ise,
bir davar, sığır veya deveyi, kişinin kendisi ve şer’an nafakalarını sağlamakla
yükümlü bulunduğu aile bireyleri adına kesmesi caizdir. Ancak Mâlik’in görüşü,
adına kurban kesilen bireylerin kurbanlık hayvana iştiraki yönüyle değil, sırf
kendi adına satın almakla birlikte söz konusu kişileri de buna ortak etmesi
bakımından yani sevap itibariyledir. Diğer bir ifadeyle Mâlikî hukukçulara göre,
kurban kesen kimsenin niyet etmesi halinde aynı kurbanın sevabına nafaka halkası
içinde bulunan birlikte oturduğu yakınlarını da iştirak ettirebilir ve bu kurban
onlar için de yeterli olur. (İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I,351-352)) Bununla
birlikte İmam Mâlik, maddî durumu iyi olanların ayrı ayrı her bir fert için
kurban kesmelerinin daha uygun olacağını belirtmektedir. ((Mâlik, el-Müdevvene,
I,547; Bâcî, el-Müntekâ, Beyrut 1403/1983, III,97)) Şâfiî ve Hanbelî fakihler de
benzer bir yaklaşımla kurbanın […]

Suleymaniye Vakfi
29. Eyl 2009


NAMAZLARIN BIRLEŞTIRILMESI

Öğle ile ikindinin ve akşam ile yatsının birlikte kılınabileceğine dair ha­dis-i
şerifler vardır. Kur’an-ı Kerim’de de buna engel bir hüküm yoktur. Ayetler öğle
ile ikindi vaktini birbirinden, kesin çizgilerle ayırmamaktadır. فَاصْبِرْ عَلَى
مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ
الْغُرُوبِ “Ne derlerse desinler sen sabret. Güneş doğmadan önce ve batmadan
önce, her şeyi güzel yaptığından dolayı Rabbine (Sahibine) ibadet et.”( Kaf 50/
39) Güneş doğmadan önce sabah namazı, batmadan önce de öğle ve ikindi na­mazları
kılınır. فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ. وَلَهُ
الْحَمْدُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ  “Akşama girdiğinizde
ve sabaha çıkarken Allah’a ibadet edin.Göklerde ve yerde, yaptığını güzel yapmak
Allah’a mahsustur. İkindi ve öğle vaktinde de O’na ibadet edin.” (Rum 30/ 17-18)
Ayetlerde akşam ile yatsı vaktini ayıran açık ifadeler de yoktur. فَاصْبِرْ
عَلَى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ
وَقَبْلَ غُرُوبِهَا وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ
لَعَلَّكَ تَرْضَى “Onlar ne derlerse desinler, sen sabret. Güneşin doğuşundan
önce, batmasında önce ve gecenin bölümlerinde her şeyi güzel yaptığından dolayı
Rabbine ibadet et. Gündüzün iki tarafında da ibadet et; belki memnun kalırsın.
“(Taha 20/130) “ Akşama girdiğinizde ve sabaha çıkarken Allah’a ibadet
edin. (Rum 30/17) أَقِمِ الصَّلاَةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ
وَقُرْآنَ الْفَجْ,رِ إِنَّ قُرْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا “Namazı, güneşin
zevalinden (batı […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


BORSA

Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler bor­sası adı verilir.
Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer.
Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senet­leridir. Bunların alım satımı faizli
işlem kapsamına girer. Hisse senet­leri ise şirketlerin ortaklık senetleridir.
Bunları alanlar, ilgili şirketin or­tağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından
A.Ş.’nin büyük ortakla­rının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye
Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye
çalışıl­mıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan,
yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu
tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu
haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler
yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6.
maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler
izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve
tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili
maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka
arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan
edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas
sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır.
Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne ger­çeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı
bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak
yorumlanmasına yol açacak […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İÇ DENETIM

(Bu yazı, Caferilik İnancını Tanıtma, Araştırma ve Eğitim Derneği’nin 14-15
Nisan 2007 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Fikirde Uzlaşı, Eylemde Birlik”
uluslararası sempozyumunda sunulmak üzere hazırlanmıştır.) Hıristiyanlıkta şirk
en büyük günahtır. “Birinci emir şirki yasaklar. Allah’tan başka ilahlara
inanmak ve Tek ilahtan başka ilaha saygı göstermek yasaktır. Putları reddetmek
gerekir. ((Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, İstanbul 2000, paragraf 2112.
(Papa 14. Lui’nin (Episkopos II. Jean Paul) emriyle 1986’da Kardinal Joseph
Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik bir heyetin altı yıllık çalışmasıyla
meydana getirilmiş ve Vatikan Kilisesi tarafından kabul edilmiş öğretileri
içerir. Dominik PAMİR Türkçe’ye çevirmiş, Türkiye Episkoposlar Konferansı adına
neşredilmiştir.)) İncil’de şöyle geçer: فَأَجَابَهُ يَسُوعُ:«إِنَّ أَوَّلَ كُلِّ
الْوَصَايَا هِيَ: اسْمَعْ يَا إِسْرَائِيلُ. الرَّبُّ إِلهُنَا رَبٌّ وَاحِدٌ.
وَتُحِبُّ الرَّبَّ إِلهَكَ مِنْ كُلِّ قَلْبِكَ، وَمِنْ كُلِّ نَفْسِكَ، وَمِنْ
كُلِّ فِكْرِكَ، وَمِنْ كُلِّ قُدْرَتِكَ. هذِهِ هِيَ الْوَصِيَّةُ الأُولَى. (
مرقس اصحاح 12/29-30) “Dinle ey İsrail, Allah’ımız Rab, bir olan
Rab’dir”. (İncil, Markos 12/29)   فَأَجَابَهُ يَسُوعُ وَقَالَ:«اذْهَبْ يَا
شَيْطَانُ! إِنَّهُ مَكْتُوبٌ: لِلرَّبِّ إِلهِكَ تَسْجُدُ وَإِيَّاهُ وَحْدَهُ
تَعْبُدُ». لقا اصحاح /48 “Tanrın olan Rabb’e secde et ve yalnız ona kul ol.” 
(İncil/Luka 4: 8) İncil, Allah’ın İsa aleyhisselama indirdiği kitaptır. Ama
bugünkü İncil’in büyük bölümü Pavlus’un, bir kısım havarilerin ve kimliği
bilinmeyen kişilerin mektuplarından oluşur. Bu sebeple şirki […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KADININ DÖVÜLMESI

GİRİŞ Nisa 34. âyette “Nüşuzundan korktuğunuz kadınlarınıza öğüt verin/güzel
sözler söyleyin, yataklarından ayrılın ve onları (oraya) darb edin” emirleri yer
alır. Nüşûz =نُشُوزً, gideceği zaman oturduğu yerden hafifçe kalkmaktır[1]. Darb
=ضرب, bir şeyi bir şeyin üstüne vurmak veya sabitlemektir[2]. Hemen hemen her iş
için kullanılan[3]darb kelimesinin anlamı, vurulan veya sabitlenen şeye göre
değişir. Türkçede, darb’a en yakın olan “vurmak” fiilinin de otuz civarında
anlamı vardır. Damga vurma, ayağını yere vurma, silahla, yumrukla veya sopayla
vurma, ışık vurması, karaya vurma gibi kullanımlar, “bir şeyi bir şeyin üzerine
vurma” anlamındadır. Duvara boya vurma, ata eğer vurma, başörtüyü boyuna vurma,
binaya çatı vurma, kafayı vurup yatma, kapıya kilit vurma, soğuk vurması, dolu
vurması ve birine vurulma gibi kullanımlar da “bir şeyi bir şeyin üstüne
sabitleme” anlamındadır[4]. Gelenekte Nisa 34. âyetteki nüşûz’a baş kaldırma,
darb’a da dövme anlamı verilmiştir. İlgili hadislere de bu anlam verilince
İslâm’ın erkeğe, eşini dövme yetkisi verdiği kanaati oluşmuştur. Türkiye Diyanet
Vakfı meâli şöyledir: الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاءِ بِمَا فَضَّلَ
اللَّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنْفَقُوا مِنْ أَمْوَالِهِمْ
فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللَّهُ
وَاللَّاتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي
الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلَا تَبْغُوا عَلَيْهِنَّ
سَبِيلًا إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا. “Allah’ın insanlardan bir
kısmını diğerlerine üstün […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KADINLARIN ŞAHITLIĞI

“ …Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa, kabul edeceğiniz
şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa, diğeri
hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister büyük,
ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi Allah
katında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha
uygun olur…” (Bakara 2/282) Kur’ân, şahitlik konusunda kadın-erkek ayırımı
yapmadığı halde, fıkıh geleneğinde ayrım yapılmış hatta had ve kısas davalarında
şahitlerin tamamının erkek olması şart koşulmuş, diğer davalarda iki erkek veya
bir erkek ile iki kadın yeterli görülmüştür. Borç doğuran hukuki ilişkileri
tespit ile ilgili âyette şöyle buyurulmuştur: “…Erkeklerinizden iki kişiyi şahit
tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkekle iki kadın da
olabilir. Biri yanılırsa diğeri hatırlatır…” (Bakara 2/282) Bağlantılarına
bakmayınca âyetin şahitlik konusunda kadın erkek ayırımı yaptığı kanaatine
varılabilir. Nitekim eski fakihler bu kanaatle hareket etmişlerdir. Âyetin
devamı şöyledir: “…Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler. Borç, ister
büyük, ister küçük olsun, vâdesi ile birlikte yazmaktan üşenmeyin. Böylesi;
Allah yanında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için
daha uygun olur….” “…Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır…” ifadesi, borcu
yazıyla tespit açısından da şahitlik nisabı açısından da değerlendirilebilir.
“Daha sağlam” sözü “sağlam”ın karşıtıdır. Sağlam olan iki şey karşılaştırılınca
birine […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


BAŞÖRTÜSÜ VE ÖRTÜNME

0

İslâmiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez,
kadınlar da erkeklerden sakınmazlardı. Başörtülerini enselerine bağlar veya
geriye doğru bırakırlardı. Yakaları önden açı­lır, boyunları ve gerdanlıkları
ortaya çıkar, süsleri gözükürdü. Erkek­lerin ilgisini çekmek için süslenen, açık
saçık kıyafetler giyinen, ba­kışlarıyla ilgi toplamaya çalışan düşük ahlaklı
kadınlar da vardı. ((Elmalılı Muhammed Hamdi YAZIR, Hak Dini Kur’an Dili,
İstanbul 1936, C. IV, s.3506 ve C. V, s.3927 (Nur Suresi 31, Ahzab 59).))
Ev­lilik dışı ilişkiler peşinde koşan bir kısım erkekler, kadınların arka­sına
takılır ve onları zan altında bırakırlardı. ((Fahreddin er-Râzi Ebu Abdillah
Muhammed b. Ömer (öl. 606 h. /1210 m.) et-tefsîr’ül-kebîr, Mısır, C. XXV, s.230
(Ahzab 59).)) Örtünme ile ilgili emirler Ahzab Suresi ile Nur Suresi’ndedir. Her
iki surenin de Medine-i Münevvere’de indiği hususunda tam bir görüş birliği
vardır. ((el-Kurtubî Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (öl. 671 h. /1273 m.), tahkik
eden Ebu İshak İbrahim Etfiş, el-Cami li Ahkam’il-Kur’an, Kahire 1387 h. 1967 m.
C. XII, s.158 ve C. XIII, s.113.)) İslâm’ın bir çok emir ve yasağı gibi örtünme
emri ile buna ilişkin yasaklar da Medine-i Münevvere’de gelmiştir. Kadınlar
Medine-i Münevvere’de de günahkâr erkekler tarafın­dan rahatsız ediliyorlardı.
Durum Muhammed aleyhisselama şikayet edilince Ahzab Suresi’nin 59. ayeti nazil
oldu. ((el-Kurtubî, a.g.e., C.XIII, s.243 (Ahzab […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KADIR GECESI VE İTIKÂF

“Doğrusu Biz onu (Kur’an’ı) Kadir gecesinde indirdik. Bilir misin nedir kadir
gecesi? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve
melekler, her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar
bir esenliktir.”(Kadr, 97/1–5) Kadir gecesinin Ramazanda olduğu bellidir. Çünkü
Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki Kur’an o ayda, insanlara
doğruyu gösteren ve doğruyu yanlıştan ayıran belgeler halinde indirilmiştir…”
(Bakara, 2/185) Ama Ramazanın hangi gecesinin Kadir Gecesi olduğu belli
değildir. Peygamberimizin (sav) tavsiyesi onu Ramazan ayının son on gününün tek
gecelerinde aramaktır. Buna göre kadir gecesi Ramazanın yirmi bir, yirmi üç,
yirmi beş, yirmi yedi ve yirmi dokuzuncu gecelerinden herhangi biri olabilir.
Kadir gecesi ile ilgili hadisler şöyledir: “Her kim sevabına inanıp onu kazanmak
ümidiyle Kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları affedilir.”[1] Aişe (r.
anhâ) anlatıyor: “Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ramazan ayında, diğer
aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise çok daha
çok çaba gösterirdi. Son on günde geceyi ihya eder, ailesini de (gecenin ihyası
için) uyandırırdı…”[2] Aişe (r. anhâ) anlatıyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan’ın son on gününde itikafa girer ve derdi
ki: “Kadir gecesini Ramazan’ın son on gününde arayın.”[3] Ebu Saîd (ra)
anlatıyor: “Biz Peygamberimiz (aleyhissalâtu […]

Yahya Şenol
29. Eyl 2009


ŞARTA BAĞLANAN TALÂK (MASTER TEZI)

ÖZET Aile, iki temel üzerinde kurulmuştur. Temelin biri erkek diğeri kadındır.
Eşlerin hür iradelerine ve karşılıklı isteklerine dayanan nikâh akdi ise aile
yuvasının kurulmasını sağlayan önemli bir akittir. İslâm Hukuku, evlilik
birliğinin sürekli olması için sağlam temellere oturtulmasını hedeflemiş ve buna
yönelik düzenlemeler yapmıştır. Bununla birlikte karı-koca, evliliği
sürdüremeyecek derecede anlaşmazlığa düşerse bu durumda İslâm Hukuku en son çare
olarak boşamaya cevaz vermektedir. Ancak bunu da belli bir düzene koymuştur.
Allah c.c. talâkın nasıl yapılacağını Kur’an’da bizlere açıklamıştır. Allah c.c.
bu konuda bir sure indirmiş, bununla birlikte yaklaşık otuz üç ayette doğrudan
veya dolaylı olarak talâktan söz etmiştir. Kur’an’da bu kadar geniş yer alan
talâk konusu, İslâm âleminde, ayet ve hadisler açısından yeterince ele
alınmamış, Kur’an ve sünnete aykırı içtihatlarda bulunulmuş, bu içtihatlar ise
birçok aileyi felâkete sürüklemiştir. Bu içtihatlardan biri de şarta veya belli
bir zamanın gelmesine bağlanan talâk, konusudur. Böyle bir talâk, kadına gözdağı
vermenin bir ihtiyaç olduğu düşüncesiyle geçerli sayılmıştır. Biz de böyle
önemli bir konunun Kur’an ve Sünnet ışığında araştırılmasının gerekli olduğunu
düşünerek, danışman hocamın da tavsiyesiyle bu çalışmayı yapmaya karar verdik.
Çalışmamız giriş hariç üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde talâkı Kur’an
ve Sünnete göre genel olarak anlatmaya çalıştık. Şarta veya zamana bağlanan
talâkın, fıkıh kitaplarında […]

Suleymaniye Vakfi
30. Eyl 2009


KADINLARIN YOLCULUĞU – 2

KADINLARIN MAHREMSİZ OLARAK YOLA ÇIKMASI Mahremsiz bir kadının bazen görev
gereği, bazen de gezmek amacıyla tek başına veya hanımlardan oluşan bir grupla,
sefer müddeti ve mesafesinde şehirlerarası yolculuklara çıkmasını; yolculuk ve
yol güvenliği başlıkları altında incelemek uygun olacaktır. A- YOLCULUK Allah
Teâlâ, bazı sebeplerle yolculuk yapmayı emretmektedir. Bunlar: 1- Kültür amaçlı
yolculuk: أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ
بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن
تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “(Kafirlik edenler) Yeryüzünü gezip
dolaşmadılar mı ki kendisiyle doğru bağlantı kuracakları kalpleri,
dinleyecekleri kulakları oluşsun! Şu bir gerçek ki, gözler kör olmaz ama
göğüslerdeki kalpler kör olur.”  (Hac 22/46) 2- Bilim ve araştırma amaçlı
yolculuk قُلْ سِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانظُرُوا كَيْفَ بَدَأَ الْخَلْقَ ثُمَّ
اللَّهُ يُنشِئُ النَّشْأَةَ الْآخِرَةَ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
“De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığına bir bakın!”
Sonra Allah, yaratmayı son kez yapacaktır. Allah her şeye bir ölçü
koyar.”(Ankebut 29/20) 3- Dinler tarihi amaçlı yolculuk وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي
كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ
فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ
فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
“Kulluğu Allah’a yapın ve tağutlardan uzak durun!” desinler diye her ümmete bir
elçi gönderdik. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu,
sapıklığı […]

Abdulaziz Bayındır
30. Eyl 2009


KADIN ERKEK TOKALAŞMASI

Kadın Erkek Tokalaşması Haram mıdır? İslâm Dini’nin ana kaynakları Kur’ân-ı
Kerim’dir ve de O’nun açıklaması ve uygulaması niteliğindeki Muhammedî
Sünnet’tir. Bir sözü, davranışı ve işi haramlıkla vasıflandırabilmek için haram
hükmünün doğrudan bu iki kaynağa veya bu iki kaynaktan birine dayanması gerekir.
Yüce Rabbimiz Kur’ânımızın İsra sûresinin 32. âyetinde şöyle buyurmaktadır:
“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, apaçık bir çirkinliktir ve kötü bir yoldur.” Bu
âyet zinayı yasaklamanın yanı sıra zinaya yaklaştırıcı eylemleri de
yasaklamaktadır. Sevgili Peygamberimizin ilgili sözlerinden hareketle zinaya
yaklaştırıcı eylemleri çıplaklık, aralarında mahremiyet bağı bulunmayan kadınla
erkeğin gözlerden ırak beraberliği, iradeli ve arzulu bakış ve bedenî temas
olarak özetleyebiliriz. Bedenî temasın bir şekli de tokalaşmadır. İslâm
literatüründe müsâfaha olarak isimlendirilen tokalaşmanın yükümlülük yönünden
Mubah, Sünnet ve Haram türleri vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de tokalaşma, mübâya’a
masdarından fiil ve emir kipleriyle fakat çağrışımı yapılan soyut tokalaşma
manasında değil, siyasî otoriteye bağlılık anlamında kullanılmaktadır. ((Fetih
10; Mümtahine 12.)) Bu sebeple açıklamalarımızı sözlü ve fiilî sünnet merkezli
olarak yapacağız. a- Müslüman erkeklerin ve kadınların karşılaştıklarında erkek
erkeğe ve kadın kadına tokalaşmaları yükümlülük bakımından Sünnet’tir. Bir diğer
anlatımla Hz. Peygamberin uygulamasını izlemektir. Bu konuda İslâm bilginlerinin
görüş birliği vardır. Çünkü Peygamberimiz bizzat kendileri tokalaşmışlar,
tokalaşmaya yönlendirici buyruklarında da şöyle buyurmuşlardır: “Allah,
karşılaştıklarında müsafaha eden (tokalaşan) iki […]

Ali Rıza Demircan
30. Eyl 2009


MESCID-I NEBÎ’DE KIRK VAKIT NAMAZ

Peygamberimizin şöyle dediği iddia edilir: “Kim, bir tek namaz kaçırmaksızın
benim mescidimde kırk vakit namaz kılarsa ona cehennem ateşinden uzak oluş ve
azaptan kurtuluş yazılır. O, nifaktan uzak olur.” ((Ahmed İbni Hanbel,
el-Müsned, III, 155; Taberânî, el-Evsat, VI,210; No.5540: من صلى فى مسجدى اربعين
صلاة لاتفوته صلاة كتب له براءة من النار و نجاة من العذاب و برىء من النفاق الجهد:
بلوغك غاية الأمر الذي لا تألو عن الجهد فيه)) Namaz, bütün müminlere farzdır ve
her yerde kılınabilir. Mescit, namazın cemaatle kılındığı yerdir.
Peygamberimizin mescidi, bu açıdan diğer mescitler gibidir. Kur’an-ı Kerim,
yeryüzündeki ilk mabedin Mekke’de olduğunu, oraya girenin güven içinde
olacağını, o mabedi ziyaretin oraya yol bulabilen her mümine farz olduğunu
bildirir. Ama onu, başka konularda diğer mescitlerden ayırmaz. Mescid-i Haram’a
ve hacılara hizmetle övünen Mekkeli müşriklerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: “Müşrikler, kendi kâfirliklerini bilip dururken Allah’ın
mescitlerine hizmete yetkili değillerdir. Onların çalışmaları boşunadır. Onlar
hep ateş içinde kalacaklardır. Allah’ın mescitlerine hizmeti sadece, Allah’a ve
ahiret gününe inanan; namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından
korkmayanlar yapabilirler. Bunların doğru yolda olmaları umulur.” (Tevbe
9/17-18) Mekkeli müşrikler Mescid-i Haram derken, Allah Teâlâ’nın bütün
mescitleri içine alacak şekilde “Allah’ın mescitleri” demesi önemlidir. Daha
önemlisi, Allah’a ve ahiret gününe inanan, […]

Suleymaniye Vakfi
30. Eyl 2009


ORUÇ FIDYESI

Allah Teâlâ şöyle buyurur: اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ
مَر۪يضًا اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ
يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ
لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ “(Size yazılan
oruç) sayılı günlerde tutulur. Sizden kim, hasta veya yolculuk halinde olursa,
tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Orucu tutabilecek olanların 
bir çaresizi doyuracak kadar fidye (fitre) vermesi de gerekir. Kim bir iyiliğin
fazlasını yaparsa onun için iyi olur. Oruç tutmanızın ne kadar iyi olduğunu
bilseniz, (hasta ve yolcu olmanıza rağmen) tutarsınız. …” (Bakara 2/184) Âyette
geçen (الذين يطيقونه وعلى ) = ve alellezîne yutîkûnehû) ifadesi “…onu
tutabilenlere…” anlamındadır. Ancak âlimlerimizin çoğu âyete; “…onu
tutamayanlara…” şeklinde olumsuz anlam vermişlerdir. Bu, şaşırtıcı bir durumdur.
Şimdi olumlu anlam ile ortaya çıkan hükümleri ve anlamı olumsuza çevirmenin
sebep ve sonuçlarını görmeye çalışalım: 27.1. Olumlu Anlam Bakara 184. âyetteki
( الذين يطيقونهوعلى ) ibaresine “..onu tutabilenlere..” şeklinde olumlu anlam
verince, “onu” zamiri ya bu âyette sözü edilen hasta ve yolcuların,
tutamadıkları Ramazan orucunu kaza etmeleri halini ya da 183. âyette yer alan
orucu (الصيام es-sıyâm) gösterir. 27.1.1. Zamirin Orucu (الصيام) Göstermesi 184.
âyette olan “onu” zamirinin 183. âyetteki orucu gösterdiğini söyleyenlere göre
yolcu ve hasta olmayıp oruç tutabilenler önceleri serbestti; isteyen […]

Abdulaziz Bayındır
30. Eyl 2009


HACDA TICARET VE SOSYAL ETKINLIK

Allah Teâlâ İbrahim aleyhisselama şöyle demişti: “Hac için insanlara çağrı yap
da yaya olarak ve bitkin binekler üzerinde derin vadilerden geçip sana
gelsinler. Gelsinler de kendi menfaatleri bizzat görsünler ve onlara rızık
olarak verdiği küçük ve büyük baş hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın
adını ansınlar. Onlardan yiyin, eli darda olan yoksula da yedirin. Sonra Arafat
vakfesini[1] tamamlasınlar, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i atîki
(Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (Hac 22/27–28) Dikkat edilirse âyetlerin iki faklı
şeye vurgu yaptığı görülür; biri elde edilecek menfaat, diğeri
yapılacak ibadettir. Bunların ikisi de menfaattir; biri din ile diğeri de dünya
ile ilgilidir. Şu âyette de buna benzer bir vurgu vardır: “(Hac mevsiminde)
Rabbinizin ikramını aramanızda bir günah yoktur. Arafat’tan boşalıp aktığınız
zaman Meş’ar-i Haram yanında Allah’ı anın. Size nasıl gösterdiyse onu öyle anın.
Doğrusu, bundan önce siz gerçekten, yanlış yolda idiniz.” (Bakara 2/198)
Sahabeden Abdullah İbn Abbas diyor ki: “Hac ibadeti başlamadan önce insanlar
Mina’da, Arafat’ta, Zü’l-mecaz panayırında ve diğer panayırlarda alım satım
yaparlardı. Sonra ihramlı ilken alım satım yapmaktan korkar oldular. Bunun
üzerine Allah Teâlâ yukarıdaki âyeti indirdi.” ((Ebu Davud, Sünen, Menasik 7,
hadis no 1734.)) Bu panayırlar İslâm’dan sonra da kurulmaya devam etti. İlk
terke uğrayan Ukâz panayırı oldu. Hâricîler zamanında (hicri 129 yılında)
kurulamadı ve ondan sonra tamamen bırakıldı. […]

Suleymaniye Vakfi
30. Eyl 2009


FIRSATLAR AYI RAMAZAN

Kur’an-ı Kerim’de oruçla ilgili hükümlerin anlatıldığı ayetler, Bakara sûresinin
183 ilâ 187. ayetleridir. Bu ayetler okunduğunda bazı kavramların ön plana
çıktığı görülmektedir. Aşağıda bu ayetlerde ramazan ayının Müslümanlara sunduğu
fırsatlar olarak değerlendirilen “takvâ”, “Kur’an”, “şükür” ve “dua” kavramları
üzerinde durulacaktır: 1. Fırsat: Takvâ Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de orucun
amacını şöyle belirtmiştir: “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere
yazıldığı şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183)
Mealde altı çizili olan yer, ayet metnindeki (لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ) “leallekum
tettekûn” ifadesinin karşılığıdır. “Tettekûn” kelimesi, takvâ (تقوى)
kelimesinden türemiştir. Bu durumda ayetin anlamı; “takvâlı olasınız diye” demek
olur. ‘Bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar veren şeylere karşı korumak’
anlamındaki vikâye kelimesinden türeyen takvâ ‘kişinin kendisini korktuğu bir
şeye karşı koruma altına alması’ yani kısaca ‘korunmak’ demektir.[1]
Günahlardan, haramlardan, şirke düşmekten vs. her türlü kötülükten korunmak… Bu
yüzden oruç insanları aç bırakmak için değil, onları takvâlı birer kul haline
getirmek, Allah’a karşı sorumluluk bilinci ve otokontrol melekesi kazandırmak
için farz kılınmıştır. Zaten Farsça rûze kelimesinden dilimize geçen orucun
Arapça karşılığı da savm/sıyâm’dır. Bu da ‘tutmak’ anlamına gelir: Kendini
tutmak. Oruçluyken yemeye, içmeye ve cinsel ilişkiye karşı kendini tutmak. İşte
insan oruçluyken aynı zamanda Allah’ın yasakladığı diğer şeylere karşı da
kendini koruduğu vakit orucun […]

Yahya Şenol
30. Eyl 2009


KADIR GECESI

Kadir Gecesi’ni, kader gecesi diye tercüme edebiliriz. Kadr veya kader, ölçü
koyma ve ölçü anlamlarına gelir. Kadir gecesi, bir yıllık ölçülerin belirlendiği
ve görevli meleklere emirler halinde verildiği gecedir. Yaratılacak her şeyin
önce ölçüsü oluşturulur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz, her şeyi bir kadere
(ölçüye) göre yaratırız.”. (Kamer 54/49) Kadir gecesi Ramazan ayı içerisindedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ramazan Kur’ân’ın indirildiği aydır.” (Bakara
2/185) “Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesi nedir, sen nereden
bileceksin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gece melekler, Rablerinin
izniyle, her konudaki ruhlarla (kendilerine verilmiş görevlerle) inerler.  O,
tanyeri ağarıncaya kadar güvenlik ve esenlik gecesidir.” (Kadr Suresi) “Hâ, Mîm.
Her şeyi açıkça ortaya koyan bu Kitap önemlidir. Onu bereketli bir gecede (kadir
gecesinde) indirdik. Onunla uyarılarda bulunmaktayız. Karara bağlanmış her iş
için o gece görev paylaşımı yapılır. Paylaşım tarafımızdan yapılır. Biz, elçiler
(melekler) göndeririz.   Rabbinin /Sahibinin bir ikramı olarak… O, her şeyi
dinler ve bilir.  ” (Duhân 44/1-6) Kadr suresi 4. ayetteki melekler, ruh ve emir
ile ilgili Nebimizden gelen bir açıklama yoktur. Bu bize konuyu Kur’ân’dan
kolayca öğrenebileceğimizi gösterir. MELEKLER Allah Teâlâ meleklerle ilgili
olarak şöyle buyurur:   “Göklerin ve yerin fıtratını (kanun ve kurallarını)
koyan, melekleri ikişer, üçer ve dörder kanatlı elçiler kılan Allah her şeyi
güzel yapar. Koyduğu kurala göre yaratılışa ilavelerde de bulunur. Allah […]

Abdulaziz Bayındır
30. Eyl 2009


NEBI ALEYHISSELAMIN CUMA NAMAZI

Cuma günü zevalden önce kılınan namaz Mücahid Ebû Halil’den, o Ebû Katâde’den,
 Nebi aleyhisselamın cuma günü dışında günün ortasında namaz kılmayı mekruh
gördüğünü rivayet etmiştir. şöyle buyurmuştur : “Cuma günü dışında Cehennem
tutuşturulur.” (Ebû Davud Cuma l083)[1] İmamın minberden indikten sonra
konuşması Enes radiyellahü anh şöyle dedi: Resulüllah aleyhisselamı namaz için
ikamet alındıktan sonra gördüm, bir kişi kendisi ile kıble arasında durmuş
onunla konuşuyordu. Konuşup durdu, o kadar ki, Nebi aleyhisselamın uzun süre
ayakta kalmasından dolayı bazılarımızı uyku basmıştı.” (Tirmizî Cuma 518)
Cumanın farzından sonra kılınan namaz Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle
dedi : Nebi aleyhisselam Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz
kılmaz, ayrılınca evinde[2] iki rekat kılardı. (Buhârî Cuma 39, Müslim Cuma 71)
Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve
onu iterek şöyle dedi : “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun ? ”
Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi : “Resulüllah aleyhisselam
böyle yapardı. “(Ebû Davud Cuma l127) Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak
şunları söylemiştir : Mekke’de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat
kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine’de olduğu zaman Cumayı
kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitde kılmazdı. […]

Suleymaniye Vakfi
10. Kas 2009


FITRE (FITIR SADAKASI)

Sözlükte ‘yaratmak’, ‘icat etmek’, ‘kesmek’ manalarına gelen “fatr” kökünden
türeyen “fıtr” kelimesi oruca son vermeyi, orucu açmayı (iftar) ifade eder.
Ramazan ayını yaşamanın, onun mükâfat ve bereketinden faydalanmanın bir şükran
belirtisi olarak verilen sadakaya sadaka-i fıtr denir.[1] Kelime Türkçede yaygın
olarak fitre şeklinde kullanılmaktadır. Fitre, Ramazan orucunun farz kılındığı
hicri ikinci yılda farz kılınmıştır. Bir hadiste Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve
sellemin, fitreyi 1 sâ’ (yaklaşık 3 kg civarında bir ölçek) hurma veya 1 sâ’
arpa olmak üzere kadın erkek her Müslümana farz kıldığı rivayet edilmiştir.[2]
Allah’ın Resûlü’nün bir şeyi farz kılmış olması, onun Allah tarafından farz
kılınmış olması demektir. Zira resûl, kendisine verilen sözü yüklenen ve
kendisini gönderenin haberlerine/emirlerine tabi olan kişidir. Dolayısıyla
Allah’ın Resûlü, Allah’ın emir ve yasaklarını olduğu gibi tebliğ eder. Buradan
hareketle Resûlullâh fitrenin farz olduğunu söylemişse mutlaka Allah öyle
emrettiği içindir. Allah’ın bununla ilgili emri ise şu ayette yer almaktadır:
وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَن تَطَوَّعَ
خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَّهُ “… Onu tutabilecek olanların bir çaresizi doyuracak
kadar fidye (fitre) vermesi gerekir. Kim bir iyiliğin fazlasını yaparsa onun
için iyi olur…” (Bakara, 2/184) Ayet metninde yer alan “yutîkûnehû
(يُطِيقُونَهُ)” kelimesindeki “hû (ه) onu” zamiri 183. ayetteki “es-sıyâm” yani
“o oruç” kelimesini gösterir. Bu durumda […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


TERAVIH NAMAZI

Teravih, ‘tervîha’ kelimesinin çoğuludur. Tervîha ise sözlükte ‘istirahat
etmek’, ‘dinlenmek’, ‘huzur duymak’, ‘sevinmek’ ve ‘bir işi kolaylaştırmak için
nöbetleşe yapmak’ gibi anlamlara gelir. Teravih namazı Ramazan ayında yatsı
namazının son sünnetinden sonra kılındığı ve her dört rekâtından sonra biraz
istirahat edildiği için bu adı almıştır. Buharî’de geçen bir rivayette Aişe
Validemiz, Nebimizin Ramazan ayında olsun ya da başka vakitte olsun geceleri on
bir rekâttan fazla nafile namaz kılmadığını söylemiştir.[1] Aişe Validemizden
gelen bir başka rivayet şöyledir: “Allah’ın elçisi bir gece mescitte nafile
namaz kılmıştı. Birçok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca Ashab,
“Allah’ın elçisi geceleyin mescitte namaz kıldı” diye konuştular. Ertesi gece
Allah’ın elçisi yine namaza durdu. Halk yine onları konuştu, katılanların sayısı
iyice arttı. Üçüncü veya dördüncü gece halk yine toplandı. Öyle ki mescid,
insanları alamayacak hâle gelmişti. Ancak Nebimiz o gece yanlarına çıkmadı Sabah
olunca: “Yaptığınızı gördüm. Size çıkmamdan beni alıkoyan şey, o namazın sizlere
de farz oluvermesinden korkmamdır” dedi. Bu hâdise Ramazanda cereyan
etmişti.”[2] Konuyla ilgili olarak nakledilen hadislerde Nebimizin ashaba kaç
rekât namaz kıldırdığı belli değildir. O, Ramazan dışında nafile namazlarını
mescitte kılmazdı. Ramazan’ın son on gününde itikâfta bulunduğu için sürekli
kıldığı 11 rekâtı mescitte kılmıştı. Bunlardan üç rekâtı vitir olduğu için
geriye sekiz […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


RAMAZAN VE KUR’ÂN

Kur’an, Ramazan ayında indirilmiştir. Bu itibarla Ramazan, Kur’an ayıdır. Allah
Teala şöyle buyurur: “Ramazan öyle bir aydır ki, insanlara yol gösteren,
doğrunun belgelerini içeren ve doğruyu yanlıştan ayıran Kur’ân o ayda
indirilmiştir…” (Bakara, 2/185) Bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesi bu
aydadır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki Biz onu Kadir gecesinde
indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? Kadir gecesi, bin aydan
daha hayırlıdır…” (Kadr, 97/1–3) Kur’an’ın indiği gece olduğu için bin aydan
hayırlı olduğu ilan edilen Kadir Gecesi, Kur’an’ın Allah katında ne kadar önemli
olduğunu gösterir. Kur’an’ı okuyup anlamı üzerinde düşünürsek onun önemini asıl
o zaman anlamış ve Kur’an’dan yararlanmaya başlamış oluruz. Bunun için Ramazan
ayı tam bir fırsattır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Onlar Kur’an’ı
düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?” (Muhammed,
47/24) “Biz o Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt
alsınlar.” (Duhan, 44/58) “Andolsun ki biz bu Kur’an’ı öğüt alınsın diye
kolaylaştırdık. Yok mu düşünen?” (Kamer, 54/17) Allah Teala, Kur’an’ın nasıl
okunması gerektiğini ise şöyle açıklamıştır: “Ey örtünüp bürünen! Gecenin
yarısında, istersen biraz sonra, istersen biraz önce kalk ve ağır ağır Kur’an
oku. (Müzzemmil, 73/1–9) Biz, sana, taşıması ağır bir söz (bir görev)
yükleyeceğiz. Gece kalkmak daha dokunaklı ve o okumak […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


RAMAZAN VE DUALARIMIZ

Ramazan ayı bağışlanma için tam bir fırsat. Bu ayda kendimizi gözden geçirmeli,
günahlarımıza tevbe ve istiğfar etmeliyiz. Bu ay bizim için yeni bir başlangıç
olmalı. Yaptığımız ibadetler sadece bu ayda kalmamalı, Ramazanı fırsat bilip
kendimizi rabbimizin razı olacağı yeni alışkanlıklara hazırlamalıyız. Bunun için
öncelikle günahlarımızdan tevbe etmeli, yüce rabbimizden bağışlanma dilemeliyiz.
Yüce rabbimiz “bana dua edin duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeyi
büyüklüklerine yediremeyenler hor ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir.”
(Mü’min, 40/60) buyurmuştur. Oruçla ilgili ayetler arasında dua ile ilgili bir
ayet vardır. Ayet şöyledir: “Kullarım sana beni sorarlarsa, ben yakınım. Bana
dua edince, dua edenin duasına karşılık veririm. Onlar da bana karşılık
versinler. Bana güvensinler. Böylece olgunlaşırlar.” (Bakara, 2/186) Demek ki
oruç ile dua arasında sıkı bir ilişki vardır. Bu yüzden Peygamberimiz (sav),
Allah tarafından reddedilmeyecek duaları sayarken oruçlunun duasını özellikle
belirtmiştir. [1] Bu bölümde Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı dua cümlelerini hem
Arapça asılları hem de Türkçe anlamları ile vermeyi uygun gördük. Bu duaları
ezberlemeli, özellikle iftar ve sahur vakitlerinde, namazlarımızda, yolda
yürürken, gece yatarken kısacası her zaman bu dualarla rabbimize yalvarmalıyız.
سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ “İşittik ve
boyun eğdik. Bağışla bizi rabbimiz! Dönüş sanadır.” (Bakara, 2/285) رَبَّنَا لا
تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلا تَحْمِلْ […]

Yahya Şenol
10. Kas 2009


FIKIHTA KIYAS VE DEĞERLENDIRILMESI

ÖZET FIKIH USÛLÜ ESERLERİNDEKİ FIKHÎ KIYAS ÖRNEKLERİNİN BU ESERLERDE ÇERÇEVESİ
ÇİZİLEN FIKHÎ KIYAS ANLAYIŞINDAN HAREKETLE DEĞERLENDİRİLMESİ Fıkıh eserlerinde
kendisine en fazla atıfta bulunulan metodlardan biri belki de ilki olan fıkhî
kıyasa dair usûl eserlerinde verilen örneklerin yüzyıllarca belli birkaç
örnekten öteye geçememesi dikkat çekicidir. Öte yandan bu örneklerin usûl
eserlerinde çerçevesi çizilen fıkhî kıyas anlayışıyla ne derece örtüşüp
örtüşmediğinin yani teori-pratik uygunluğunun tahlil edilmesi de çok önemlidir.
Bu makalede usûl eserlerinde en çok zikredilen üç fıkhî kıyas örneği yine bu
eserlerde çerçevesi çizilen kıyas anlayışından hareketle test edilecektir.
Ayrıca seçilen üç örnek kapsamındaki konular Kuran’dan hareketle çözüme
kavuşturulmaya çalışılacaktır. SUMMARY EVALUATION OF EXAMPLES OF QIYAS (ANALOGY)
IN THE BOOKS OF USUL AL-FIQH (PRINCIPLES OF THE ISLAMIC JURISPRUDENCE) IN POINT
OF UNDERSTANDING OF QIYAS IN THIS BOOKS It is striking that, for centuries, at
the books of usul-al fıqh, it has been limited to a few examples relating to
qıyas (analogy) that it is one of the methods, perhaps one of the first, refered
in the books of fiqh. Moreover, it is very important to be analyzed that to what
extent whether these examples overlap to understanding of analogy or not. In
this article, three examples that the most mentioned at […]

Fatih Orum
10. Ara 2009


KADINLARIN CUMA NAMAZI

Beş vakit namazdan farklı olarak mutlaka cemaatle kılınması gerekli olan Cuma
namazı Yüce Rabbimizin erkek-kadın ayırımı yapmaksızın Kur’an’ın Cuma sûresinin
9. âyetiyle emrettiği bir namazdır. Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed de ayırım
yapmamış, Cuma namazı erkekler gibi kadınlara da meşrulaştırılmıştır. Ancak
meşrû mazeretler sebebiyle erkeklere olduğu gibi kadınlara da Cuma namazlarına
katılmama ruhsatı verilmiştir. Cuma namazının kadınlar için görev olmaktan
çıkarıldığına ilişkin bir tek sahih hadis yoktur. Örneğin 5474 hadis rivayet
eden Ebû Hüreyre’den, 2630 hadis rivayet eden Abdullah b. Amr’dan, 2286 hadis
rivayet eden Enes b. Malik’ten ve sürekli olarak Peygamberimizle birlikte olan
ve ondan 2210hadis rivayet eden annemiz Hz. Âişe’den ve diğer bilinen kadın
sahabilerden kadınlardan Cuma namazının düşürüldüğüne dair bir tek hadis
gelmemiştir. Hadislerin Hanefî Mezhebi müctehitlerinin istidlal ettiği “Çocuk,
esir/köle, kadın ve hasta dışında Allah’a ve Âhiret Gününe inanan kişiye Cuma
günü Cuma Namazı farzdır” hadisi dâhil bütünü delil getirilemeyecek türde zayıf
hadislerdir. Bu konudaki hadislerin hadis tekniği bakımından en kuvvetlisi olan
Ebû Davûd’un Tarık b. Şihab’dan rivayet ettiği “Cuma namazı esir, kadın, çocuk
ve hasta dışındaki bütün ergin müminlere farzdır.” anlamındaki hadistir. Tarık
b. Şi hab, Hz. Peygamberi görmüş fakat ondan hadis rivayet etmediği için bu
hadis delil olarak getirilemeyecek türden zayıf (Mürsel) bir hadistir. ((Ebû […]

Ali Rıza Demircan
26. Mar 2010


BIR KADIN ERKEKLERE İMAMLIK YAPABILIR MI?

Soru: Bir kadın erkeklere imamlık yapabilir mi?   Cevap:  Na­mazda huşû çok
önemlidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Namazlarında huşû içinde olan
mü­minler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mu’minûn, 23/1-2) Huşû, kişinin Allah’ın
huzurunda olduğu bilinciyle tevazu gös­terip boyun eğmesini ifade eder. Bu
yüzden gerek kıyamda ve gerekse namazın diğer bölümlerinde huşûya engel olacak
şeylerden uzak durmak gerekir. Bir kadının erkeklerin önünde imamlık yapması hem
onun için, hem de arkasında bulunan cemaat için huşûya engel teşkil eder. Bu,
şeytana arayıp da bulamadığı fırsatlar verir. Zira şeytan, bulunduğu yerden
kovulup kıyamete kadar yaşama sözü alınca Allah Telalaya şöyle demişti: “…. And
olsun ki ben de onlar için, senin doğru yolunun üzerinde oturacağım. Sonra
onlara; önlerinden, arkalarından, sağla­rından, sollarından sokulacağım. Onların
çoğunu sana şükreder bulamayacaksın.” (Arâf, 7/16-17) Namaz kılmakta olan kişi,
doğru yolda olacağından şeytan hemen göreve başlar. Namaz kılanlar, onun
kendilerine ne vesveseler verdiğini gayet iyi bilirler. Kadının imam olması
halinde o, yeni vesvese imkânları elde eder. Kadında da erkekte de artık huşu
kalmaz. Bu sebepten dolayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem mescitte saf
düzenini önce erkekler, onların arkasında erkek çocukları, sonra kadınlar ve kız
çocukları olacak şekilde tanzim etmiştir. (Bkz: Buhârî, Salât 20, Ezân 78, 161,
164; Müslim, Mesâcid 266-268, (658-660); Muvatta, Kasru’s-Salât 31; […]

Suleymaniye Vakfi
13. Haz 2010


KADINA POZITIF AYIRIMCILIK

KADINA POZİTİF AYRIMCILIK Batılılar, ana çizgisinden kaymış olan Hristiyanlığın
etkisinden çıkınca bazı konularda evrensel doğrulara yani fıtratlarına
yöneldiler. Bu da Kur’ân ve Sünnet çizgisine oldukça uygun düştü. Çünkü Allah
Teâlâ, kendi doğru dininin tarifini şu âyete yerleştirmiştir: “Yüzünü dosdoğru
bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın
yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. Doğru din budur, ama insanların çoğu
bunu bilmez.” (Rum 30/30) Demek ki, doğru din fıtrat, yani varlıklarda geçerli
kanunlar bütünüdür. Bu kanunlar, indirilmiş veya yaratılmış âyetlerden
öğrenilir. İndirilmiş âyetler Kur’ân’da olanlardır. Yaratılmış âyetler ise canlı
ve cansız tüm varlıklardır. İşte Batılılar, yaratılmış âyetlerden bir şeyler
okuyarak bazı doğrulara ulaştılar. Bunlardan biri de kadınları korumak yani
onlara pozitif ayrımcılık yapmaktır. Allah Teâlâ kadınları bizzat korumuş ve
şöyle buyurmuştur: “… İyi kadınlar, boyun eğenler ve Allah’ın onları korumasına
karşılık yalnızken kendilerini koruyanlardır… ” (Nisa 4/34) Kadınlar için
oluşturulan koruma duvarları için şu âyetler örnek verilebilir: “Kadınlarınızdan
fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin…” (Nisa 4/15) “İffetli
kadınlara zina suçu atan sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kamçı vurun ve
şahitliklerini ebediyen kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nur
24/4) “Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri olmayanlardan
birinin şahitliği, kesinkes doğru söylediğine dair dört defa Allah’ı […]

Abdulaziz Bayındır
4. Ağu 2010


BAŞKASININ YERINE HAC YAPMAK

FUKAHÂNIN İSTİTÂAT KAVRAMINA YAKLAŞIMININ VEKÂLETLE HACCIN HÜKMÜNE ETKİSİ Doç.
Dr. Servet BAYINDIR ÖZET İslâm’ın beş temel şartından biri olan hac, hem mâlî
hem bedenî yönü olan bir ibadettir. Hastalık veya yaşlılık gibi nedenlerle bu
ibadeti bizzat kendileri eda edemeyenler adlarına başkalarını gönderirler. Bu
hac uygulaması günümüzde vekâlet yoluyla hac, niyâbeten hac veya bedel hac diye
adlandırılır. Ancak, başkası adına hac yapmanın hükmü fıkhın ibâdât bölümünün
tartışmalı konularındandır. Tartışmanın özünü, haccın şartlarından istitâat
kavramı oluşturur. Çünkü hüküm bu kavrama yaklaşım tarzına göre değişmektedir.
Elinizdeki makalede fıkıh mezheplerinin haccın şartlarından istitâatı algılama
biçimleri ve bunun vekâletle haccın hükmü üzerindeki yansıması ele alınmıştır.
Anahtar kelimeler: Vekâletle hac, Bedel hac, İstitâat, Haccın şartları THE
REFLECTION OF JURISTS’ APPROACH TO THE CONCEPT OF ISTITÂAT ON THE JUDGMENT OF
THE PILGRIMAGE BY PROXY SUMMARY Hajj is a kind of Islamic prayer which has been
performed financially and bodily. Being not able to perform due to his/her
illness or age, a person send someone else to pilgrimage on the behalf of
his/her names. This kind of pilgrimage is called “al-Hajj bi’l-vakala”, “al-Hajj
bi’n-Niyaba” (Pilgrimage by proxy) or Badal Hajj (Substitute pilgrimage).
However, the judgment is a controversial issue of Ibadat section in Islamic law.
The main point […]

Servet Bayındır
5. Eki 2010


KADINLARIN ERKEKLERLE BIRLIKTE YAN YANA NAMAZ KILMALARI

Nebi aleyhisselam döneminde kadınların erkeklerin arkasında saf yaptıkları
Buhari ve Müslim gibi sahih hadis kitaplarında geçmektedir.[1] Bu, namazın huşu
içinde kılınmasını sağlar. Ama bir kadın bu kurala uymazsa âlimlerin çoğunluğuna
(cumhûra) göre kadının namazı bozulmaz. Hanefîlere göre erkeklerle aynı safta
duran kadının namazı bozulmasa da erkeklerin namazı bozulur. Onların bu konudaki
görüşlerinin özeti şöyledir: “Bir kadın veya büluğ çağına yaklaşmış olan bir kız
çocuğu bir erkeğin önünde veya tam hizasında aynı namazı cemaatle kılsa, erkeğin
namazı bozulur. Kadınlar, erkeklerin safı önünde bir saf teşkil etseler, bütün
bu erkeklerin namazları bozulur. Erkeklerin arasında üç kadın bulunsa, bunların
hem sağ ve hem sol yanlarındaki birer erkeğin, hem de arka taraflarındaki her
saftan üç erkeğin namazları bozulur. Aradaki kadınlar iki olursa yanlarındaki
birer erkek ile arka taraflarındaki yalnız iki erkeğin namazı bozulur. Daha
arkadakilerin namazlarına bir şey olmaz. Aradaki kadın, bir tane olunca sağ ve
sol tarafındaki birer erkek ile arka tarafındaki saftan bir erkeğin namazı
bozulur, başkalarının namazları bozulmaz.”[2] Hanefilerin görüşleri, kendi
kitaplarında yer alan şu rivayete dayandırılmaktadır: “Kadınları Allah’ın koymuş
olduğu yere, arkaya / arka safa koyunuz.”[3] Hadis âlimleri bunun
Peygamberimizin sözü (merfu’) olarak sabit olmadığını, sahabeden Abdullah b.
Mes’ud’a ait (mevkûf ) bir söz olduğunu söylemişlerdir. Müslim, Ebu Davud,
Tirmizi […]

Abdulaziz Bayındır
4. Kas 2010


BAYRAMI NEBIMIZ GIBI YAŞAYALIM

BAYRAMI NEBİMİZ GİBİ YAŞAYALIM, BAYRAM NAMAZINA  AİLECE GİDELİM Bayram coşkusunu
yaşamak, bayram namazına birlikte gitmekle olur. Nebimiz (s.a.v) bayramlarda
eşlerini ve kızlarını namaz kılınan yere çıkarır, bütün kadınların namaza
gelmelerini emrederdi. Hanım sahabîlerden Ümmü Atiyye diyor ki: “Her iki bayram
gününde de bize verilen emir; adetli kadınları, bakireleri ve evlerinden
çıkmayan kadınları çağırmamız ve bayram yerine çıkarmamızdı. Adetli olanlar,
diğer kadınların namaz kıldıkları yerden ayrı bir yerde dururlardı.” (Buhârî ve
Müslim) Adetli kadınlar arkada durur, herkesle beraber tekbir getirir ve duaya
katılırlardı. Bayram namazlarını ayıran en önemli özellik tekbirlerdir. Onlar
Allah’ın emridir. Çünkü Ramazan ve Kurban ile ilgili âyetlerde şu sözler yer
alır: “… Size doğruyu göstermesinden dolayı tekbir getirerek Allah’ın yüceliğini
ifade edesiniz diye … ” (Bakara 2/185 ve Hac 22/37) Tekbirler abdestsiz de
getirilebileceğinden Resulumuz bayram namazına adetli kadınları bile çağırmış,
arkada durup herkesle birlikte tekbir alarak görevlerini yerine getirmelerini
sağlamıştır. Evli, bekâr, genç, yaşlı bütün kadınların da gelmesi cemaati çok
büyüttüğünden Nebimiz bayram namazlarını açık sahada kılar, o neşeyi herkese
yaşatırdı. Daha sonra kadınlar camilerden uzaklaştırılmışlardır. Yeniden eski
günlere dönmek, yanlış alışkanlıkları terk etmek ve Nebimizin yaşattığı heyecanı
tekrar yaşatmak için Sultanahmet Camii gibi büyük meydanlarda yer alan camilerin
çevresinde gerekli tedbirleri alıp oraları, bu büyük coşkunun […]

Abdulaziz Bayındır
12. Tem 2011


HÜRMET-I MUSAHARE – (BABANIN KIZINI ŞEHVETLE ÖPMESI)

GİRİŞ NİKAH ve MANİLERİ I-Nikahın Kelime Anlamı Nikah kelimesi, Arapça “nekeha”
fiilinden masdardır. “nekeha” fiili; ‘evlenmek’, ‘cinsel ilişkide bulunmak’,
‘başını veya sırtını eğmek’, ‘kontrol altına almak’[1] ‘kendine çekmek’,
‘birleşmek’, ‘bulûğ ve ihtilam olmak’ ve ‘akit’ manalarına gelir.[2] El-Ezherî:
“Arapların kelamında nikahın aslı, ilişkiye girmektir” demiştir. “Mubah ilişkiye
sebep olduğu için evlilik için de nikah denildiği” söylenmiştir. El-Cevherî
(ö.393/1003) “Nikah, cinsel ilişkidir, bazen de akit manasına gelir.”
[3]demiştir.[4] Nikah kelimesinin cinsel ilişki ve akid manaları üzerine bir
hayli tartışma vardır. Özeti luğatte, cinsel ilişki manasına gelir ve akit
manası mecazendir.[5] Kur’ân’da ise akit manasına gelmektedir. [6] II-Nikahın
Tarifi Nikahın şer’î manası: “Eşler arasında cinsel ilişkiyi helal kılan
akittir”[7] Fakihlere göre ise nikah, “erkeğin nikahlanmasına şer’î bir mâni
bulunmayan kadınla ilişkiye girmesini mubah kılan akittir.”[8] Bu akid ile bir
aile teşekkül eder, bir erkek ile bir kadın arasında bir takım haklar doğarak
bunların birbirlerinden meşru surette istifadeleri caiz olur. [9] III-Evlenme
Manileri İslam hukukunda (fıkıhta) “muharramât” sözleriyle ifade edilen husus
“evlenmeyi, husûsî şartlar altında, devamlı veya geçici olarak engelleyen” durum
ve münasebetlerden ibarettir. Şahısların kendilerinden ayrılması mümkün olmayan
bazı vasıfları vardır ki ilgili bulundukları diğer şahıslara karşı devamlı bir
evlenme mânii teşkil eder. Bunlar üç nevi olarak tespit edilmiştir: Kan
hısımlığı , […]

Suleymaniye Vakfi
12. Ara 2011


DARU’L-HARBDE FAIZIN HÜKMÜ

DÂRU’L-HARBDE FAİZİN HÜKMÜ Doç. Dr. Servet BAYINDIR ÖZET Müslümanlarla
gayrimüslimler arasındaki faiz sözleĢmesinin hükmü Ġslâm hukukçularının üzerinde
önemle durduğu konulardan biridir. Fukahanın bir kısmı yer ve kiĢi farkı
gözetmeksizin faizi her durumda haram, diğer bir kısmı ise müslümanla
gayrimüslim arasında yapıldığında bazı Ģartlarla caiz görürler. Bu görüĢlerde
fukahanın Kur’an, Sünnet ve diğer delillere yaklaĢım tarzı ile “ötekine”
atfettikleri hukukî konumun etkisi görülür. Bu makalede din, uyruk ve ülke
ayrılığının faizin hükmüne etkisi konusunda fıkıh mezheplerince ileri sürülen
görüĢler incelenecektir. Faizin kapsamına yaklaĢım tarzlarına göre mezheplerin
durumu tespit edilerek ileri sürülen deliller ve bu delillerin değerlendirilmesi
yapılacaktır. Ayrıca mevcut görüĢler günümüzün siyasi ve ekonomik Ģartlarıyla
mukayese edilecektir. Anahtar Kelimeler: Dârulislâm, Dârussulh, Faiz, Harbî,
Müste’men, Zimmî REFLECTION OF THE RELIGIOUS AND TERRITORIAL DIVERSITY ON RIBA’S
(INTEREST) RULES SUMMARY One of the most important subjects which preoccupy the
Muslim jurists is the legal rule (Hokum) of interests’ contracts between Muslim
and non-Muslims. While some of jurists declare that this contract is illicit
without any distinction between persons or territories, some others find them
licit if they are contracted under some conditions. In these opinions it can be
seen the approach method of Islamic Jurist’s to Quran, Sunna, and the other
arguments in addition […]

Servet Bayındır
23. Ara 2011


AVLIYYE MESELESI

Avliyye Meselesi Sözlükte zulüm, haksızlık, yükselme, artma, haddi aşma
anlamlarına gelen “عول , avl” kelimesinden türeyen[1] avliyye ıstılah olarak,
vârislerin hisseleri toplamının terekenin ortak paydasını aştığı meseleye
denir[2]. Bir başka ifâdeyle terekenin hisse sahiplerine hisseleri oranında
paylaştırıldığında terekenin yetmemesidir. Avliyyeye yönelik iki uygulama
bulunmaktadır. I. Avliyye Meselesinin Ortaya Çıkışı ve Cumhurun Uygulaması Ömer
b. Hattab’ın halifeliğinde ilk defa meselenin ortaya çıktığı, sahabeyle istişâre
esnasında Resûlullah’ın amcası Abbâs (v. 32/653)’ın önerisiyle avliyye yapıldığı
belirtilmektedir[3]. Bir görüşe göre de ilk defa Zeyd b. Sâbit’in ilk defa avl
yapmıştır[4]. Hanefî, Hanbelî, Mâlikî ve Şâfiî mezheplerinin uygulaması da bu
şekilde olup avliyye olduğu belirtilen meselelerde mirasçıların alacakları pay
kendi hisseleri oranında azaltılarak paylaştırılır. Genel uygulama bu yönde
olduğundan ve konu fıkıh kitaplarında tüm avliyye yapılan meselelerle birlikte
yer aldığından, aşağıda da kısmen değinileceğinden burada ayrıntıya girmiyoruz.
II. Avliyye Meselesinin Kabul Edilmediği Uygulama İkinci uygulama ise terekenin
kalanını kız çocuklara veya kız kardeşlere vermek suretiyle onların asabe
yapıldığı, mirasçıların bir kısmını öncelikli bir kısmını sonraya bırakarak İbn
Abbâs’ın avliyyeyi reddettiği uygulamadır[5]. İbnü’l Hanefiyye (v. 81/700)[6],
İbnü’l-Müseyyeb (v. 94/712)[7], Atâ (v. 115/713)[8], Muhammed b. Ali b.
el-Hüseyn (v. 114/733)[9], Tâvus b. Keysân (v. 106/724)[10] ve Dâvud ez-Zâhirî
(v. 270/883)’nin[11] de İbn Abbâs’ın görüşünde oldukları belirtilmektedir. Miras
[…]

Abdurrahman Yazıcı
17. Şub 2012


KADINI ERKEKTEN AŞAĞI GÖREN ANLAYIŞ VE KUR’ÂN

Kadın, tam bir ilgi odağıdır. Şu ayete göre o, insanı etkileyen varlıkların
başında gelir: “Kadınlar, çocuklar, yığınla altın ve gümüş, cins atlar, en’am[1]
ve toprak ürünleri insana, içi gidecek kadar süslü gösterilmiştir.” (Âl-i İmrân
3/14) Kadınlar, kadın erkek her insana süslü gösterilmiştir. Nitekim bir kadının
diğer kadınların beğenisini kazanma isteğinin, erkeğin beğenisini kazanma
isteğinden fazla olduğu daima gözlemlenebilir. Bu yüzden kadının çok iyi
korunması gerekir. Allah, Müslüman – kâfir, hür ve esir ayrımı yapmadan,
namusunu koruyan her kadına “muhsana” demiş[2] ve onu kalenin içindeymiş gibi
koruma altına almıştır.[3] Ama Kur’an’a uyma yerine onu kendilerine uyduranlar
her şeyi bozmuş, kadının korunmuşluğunu yok saymış ve onu değersizleştiren
hükümleri, Sünni – Şii bütün mezheplere yerleştirmeyi başarmışlardır. Bu yazıda,
kadına yapılan haksızlıkların bir kısmı, ilgili ayetler ışığında ele
alınacaktır. A. KADININ KABURGA KEMİĞİNDEN YARATILDIĞI İDDİASI Elimizdeki Tevrat
mealine göre Havva, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. “RAB Tanrı Âdem’e
derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, RAB Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini
alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak
onu Âdem’e getirdi. Âdem, «İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, etimden
alınmış ettir» dedi, «Ona Kadın denilecek, Çünkü o adamdan alındı.»” (Yaratılış
1/21-23) Tevrat ve İncil meallerine sokuşturulan bazı yanlışlar, bize hadis
olarak geçmiştir. […]

Abdulaziz Bayındır
10. Mar 2012


MUT’Â NIKÂHI

Mut’a, erkeğin kadına vereceği bir mala karşılık, sadece onun cinselliğinden
yararlanmasına imkân veren, belli bir süre ile sınırlı sözleşmedir. Bununla
taraflar karı koca sayılmaz, aralarında nafaka, miras, boşanma vs. hükümler
geçerli olmaz. Süre dolunca ayrılık gerçekleşir. Mut’anın, Nebimiz Muhammed
aleyhisselam döneminde uygulandığı iddia edilir. Ehl-i Sünnete göre daha sonra
yasaklanmıştır ama Caferîlere göre geçerliliği devam etmektedir. Her iki iddia
da kabul edilemez. Çünkü. Mekke’de inen âyetlerde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler, edep yerlerini ve çevresini koruyanlardır. Sadece (hür) eşleri veya
hâkimiyetleri altında olan(esir eşleri) hariç [1]. Onlar, bundan dolayı
ayıplanmazlar [2]. ” (Mü’minûn, 23/1-6, Meâric 70/29-31) Mut’a, taraflardan
birini diğerinin eşi yapmayacağı için âyet, onun yanında avret yerlerini açmayı
yasaklamıştır. Yanında avret yerlerini açmanın yasak olduğu kişiyle cinsel
ilişkiye girilemez. Cinsel ilişki evlenmenin asıl gayesi değildir. Asıl gaye,
cinsel ilişkinin de caiz olduğu huzurlu bir ortama kavuşmaktır. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: “Kendilerine ısınasınız diye kendi cinsinizden sizin için eşler
yaratmış olması ve aranızda sevgi ve merhamet oluşturması onun belgelerindendir.
Düşünen bir toplum için bunda belgeler vardır.” (Rum, 30/21) Mut’ada erkek,
cinsel arzusunu tatmini, kadın da alacağı malı düşünür. Ayette belirtilen
birbirine ısınma, sevgi ve merhamet burada hedeflenen şeylerden değildir. Nisa
22’den 24’e kadar evlenilmesi haram olan kadınlar sayılmış ve şöyle
buyrulmuştur: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Mar 2012


EKVATORDAN KUTUPLARA NAMAZ VE ORUÇ VAKITLERI

GİRİŞ İmsâk ve yatsı vakitlerinin yanlış hesap edildiğini ve bunun sıkıntı
doğurduğunu 1978’den beri her vesile ile dile getirdim. T.C. Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın öncülüğünde, 1988-1991 yılları arasında yaptığımız gözlemlerle de
yanlışları önemli ölçüde belgeledik. Daha sonra gittiğim her yerde gözlemler
yaparak çalışmalarımı sürdürdüm. Süleymaniye Vakfı – Din ve Fıtrat Araştırmaları
Merkezi olarak 2011 yılı Ocak ayının ikinci haftası ile Haziran ayının dördüncü
haftasında, dünyanın en kuzeyinde, kutuplara en yakın yerleşim yeri olan
Norveç’in Tromso şehrine iki seyahat gerçekleştirip gözlemler yaptık. Bu sayede
gecenin göstergesinin olmadığını, gündüzün göstergesinin de güneş değil,
aydınlık olduğunu bildiren âyetleri keşfettik. Ayrıca yazın namaz ve oruç
vakitlerinin kutup bölgelerinde hem hesapla hem gözlemle belirlenebileceğini ve
hesabın ölçülerinin Kur’ân’da ayrıntılı olarak açıklandığını gördük. Takvimi ve
saati olmayan kişilerin, bu vakitleri belirleme ölçütlerini de Kur’an’dan ve
hadislerden çıkardık. İlgili ayetler okunduğunda görüleceği gibi Allah, güneş
ışınlarının geliş zamanlarını ve yerlerini değişmez ölçülere bağlamıştır. Bu
ışınların gün boyu dolaştığı 360 derecelik çemberin, dünyanın ekseniyle, doğu
ufkuyla bir de gözlemciyle yaptığı açılar, vakit hesabı açısından büyük öneme
sahiptir. Güneş ışınlarının dolaştığı çember, 21 Mart ve 23 Eylül günlerinde,
kutup noktasıyla 180 derece ve ekvator çemberi ile 90 derecelik açı yapar. 
Namaz vakitlerinin hesaplanmasında gölge son derece önemlidir. Güneşin, kutup
noktasında […]

Abdulaziz Bayındır
18. Tem 2012


FITRE VE BAYRAM NAMAZI

HACI–Hocam, Ramazan’ın sonuna geldik; bayram namazından önce fitreleri
vereceğiz, bunu biliyoruz. Çok merak ediyorum; fitreyi emreden bir âyet var mı?
HOCA–Elbette var; Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “(İster hasta, ister yolcu
olsun) Orucu tutabilenlerin bir çaresizi doyuracak fidye (fitre) vermesi de
gerekir.” (Bakara, 2/184) Fidye, ibadetteki eksiği gidermek için ödenmesi
gereken bedeldir[1]. Abdullah b. Abbâs demiş ki: “Allah’ın Elçisi fitreyi,
oruçlunun ağzından çıkmış olabilecek boş ve çirkin sözler için temizlik ve
çaresiz kalmış kişiler (miskinler) için yemek olsun diye farz kıldı. Kim onu
(bayram günü) namazdan önce verirse makbul bir zekât olur. Kim de namazdan sonra
verirse sadakalardan bir sadaka olur.” (Ebû Davûd, Zekât 18) HACI–Allah’ın
Elçisi nasıl farz kılıyor; onun böyle bir yetkisi var mı? HOCA–Elçi, kendinden
bir şey katmadan birinin sözünü diğerine ulaş­tırmakla görevli kişidir[2].
Dolayısıyla Muhammed aleyhisselamın Allah’ın Elçisi sıfatıyla söylediği sözler
kendi sözü değildir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Bu Elçi’ye itaat eden,
Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 4/80) HACI–Tamam, anladım ama fitre vacip değil
mi? HOCA–Fitre Hanefilere göre vaciptir. Onlara göre vacib, kesin bir delile
dayanmamakla birlikte pek kuvvetli bir delil ile sabit olan dini görevdir. Onlar
şu hadise dayanırlar: “Her hür, esir, küçük ve büyük adına yarım sa’ (yaklaşık
1.5 kilo) buğday veya bir sa’ hurma […]

Suleymaniye Vakfi
17. Ağu 2012


KUTUPLARDA NAMAZ VE ORUÇ VAKITLERI

Yaz aylarında hep aydınlık olan kuzey ülkelerinde oruç nasıl tutulacak? Karanlık
olmasa veya hep karanlık olsa ne yapılacak, nasıl oruç tutulacak? İşte tüm bu
soruların cevabını Süleymaniye Vakfı Başkanı Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır,
“Kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek üzere gittiği Norveç’te
verdi. Güneşin hiç doğmadığı zamanlarda da namaz ve oruç vakitlerinin oluştuğunu
ifade eden Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Norveç’te yaptığımız tespit ve
gözlemlerle, insanların burada 13 saatten fazla oruç tutamayacaklarını tespit
ettiklerini söyledi.   Süleymaniye Vakfı Başkanı ve İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli
Üyesi ve Marmara Üniversitesi eski Dekanı Prof. Dr. M.Saim Yeprem, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim Üyesi Doç. Dr. Servet Bayındır, İstanbul
Üniversitesi Uzay Bölümleri Öğretim Üyesi Adnan Ökten, Türkiye ve Norveç’ten
basın mensuplarının katıldığı “kutuplarda Namaz ve Oruç Vakitlerini” gözlemlemek
üzere Norveç’e kalabalık bir ekiple program düzenlendi.   Programın içeriği
hakkında bilgi veren Süleymaniye Vakfı Başkanı aynı zamanda İstanbul
Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır, “Kutuplarda Namaz ve
Oruç vakitlerini gözlemlemek amacıyla geldiğimiz Norveç’te güneşin doğmadığı
zamanlarda da gündüzün olduğu ve namaz vakitlerinin oluştuğunu gözlemledik.
Kışın günler kısa, geceler uzun olmasına rağmen oruç ve namaz vakitleri
açısından herhangi bir problem olmadığını tespit ettik.” Dedi   Ayrıca Prof.Dr.
[…]

Suleymaniye Vakfi
21. Oca 2013


İSLAM MIRAS HUKUKUNDA DEDE YETIMLIĞI

Dr. Abdurrahman YAZICI ÖZET İSLAM MİRAS HUKUKUNDA DEDE YETİMLİĞİ VE BENZERİ
PROBLEMLERE ÇÖZÜM ARAYIŞLARINA İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME İslam miras
hukukundaki, “dede yetimliği”, günümüzde de bir problem olarak önemini devam
ettiren meselelerden birisidir. Bu çalışmada konunun tüm yönleriyle ortaya
konulması hedeflenerek öncelikle dede yetimliğinin ortaya çıktığı haller
çerçevesinde sorunun kaynağının tespiti amaçlanmıştır. Dede yetimliği meselesine
ilişkin çözüm önerileri, İslam ülkelerindeki ilgili düzenlemeler ve
gerekçeleriyle ortaya konulmuştur. Çalışmanın son bölümünde ise mesele halefiyet
temelinde leh ve aleyhteki deliller değerlendirilerek Kur’an ve sahih sünnet
çerçevesinde tartışılmıştır. SUMMARY THE PROBLEM OF ORPHANED GRANDCHILDREN IN
ISLAMIC INHERITANCE LAW AND REFLECTIONS ON SEARCHES FOR ITS SOLUTION “The
problem of orphaned grandchildren”, has been one of the key issues of
the Islamic Inheritance Law. This study aims at revealing the whole aspects of
the issue with prominent examples and detecting its point of origin. Besides,
the regulations in practice on this issue in Islamic countries are overviewed
and laid out with their justifications. The last part of the study, whereas,
discusses the issue with regards to the issue of inheritance by right through
laying out arguments for and against it. Key Words: Orphaned  Grandchildren,
Inheritance by Right, Obligatory Bequest NOT: Bu makale İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi’nin 20. sayısında yayımlanmıştır. Yazıya ait dosyayı
aşağıdaki […]

Abdurrahman Yazıcı
3. Tem 2013


TERAVIH NAMAZI

Resulüllah’ın (s), gerek ramazanda olsun ve gerekse ramazan dışında olsun,
kıldıkları gece namazı sekiz rekâttır. Bu namaza üç rekâtlık da vitir namazının
eklenmesiyle, toplam 11 rekât 11 olmaktadır. Kimileri de olayı çarpıtarak:
“Sahabe başlangıçta, Nebimizin uygulamasına bakarak sekiz rekât kılmışlardır”
diyerek bir gerçeği dile getiriyor. Ki bu gerçek, Resulüllah’ın kıldığı sekiz
rekâtlık gece namazıdır, teravih namazı değildir. Hz. Aişe (ra) diyor ki:
“Resulüllah (s) (Mescitteki) hücresinde geceleyin namaz kılardı. Hücresinin
kenarları yüksek değildi. Halk Resulüllah’ın karaltısını görüyordu. Onlar da
kalkıp onun kıldığı gibi namaz kılmaya başladılar. İki veya üç gece böyle oldu.
Resulüllah, bir daha öyle yapmadı, bulunduğu yerde oturup kaldı, halkın
kendisini görebilecekler şekilde davranmadı. Sabah olunca Resulüllah (s) “Ben,
gece namazının size farz kılınacağından endişe duydum dedi.”[1] Buhari’nin
rivayetinde Hz. Aişe (rh) hücre ile ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Resulüllah’ın
(s) bir Hasırı vardı, onu gündüzleri yere serer ve üzerinde dinlenirdi.
Geceleyin de kendisine hücre edinirdi. Bu durumu gören insanlar da buna
katılarak saf halinde Resulüllah ile birlikte onun kıldığı gibi kılmaya
başladılar.”[2] Zeyd b. Sabit’ten gelen rivayette de Zeyd diyor ki: “Resulüllah
(s), Ramazanda kendisine bir hücre edinirdi. Hücresi hasırdan idi. Resulüllah
(s) geceleri bunun içinde kalarak namaz kılardı. Ashabı da, onun kıldığı gibi
namaz kılmaya başladılar. Resulüllah […]

Harun Ünal
26. Tem 2013


İSLAM MIRAS HUKUKU ILE TÜRK MEDENI KANUNU MIRAS SISTEMININ MUKAYESESI

Dr. Abdurrahman YAZICI ÖZET 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan hareketle
Türk Medeni Kanunu kabul edilmiş ve miras sistemi buna göre düzenlenmiştir. Türk
Medeni Kanunu miras sistemi ile bu tarihten önce yürürlükteki İslam miras hukuku
arasında kaynak, muhteva açısından bir takım farklılıklar bulunmaktadır. Bu
farklılıklar, “kanûnî ve irâdî mirasçılık”, “mahfuz hisseyle mirasçılık”, “erkek
ve kadınlar arasındaki mirasçılık farkı”, “evlatlık”, “mirasçılıktan çıkartma”,
“redd-i miras” gibi belirli konularda yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmada
mirasçılıktaki pratik sonuçları dikkate alınarak iki hukuk sisteminin miras
hükümlerindeki bu farklılıkların mukayese edilmesi amaçlanmıştır. SUMMARY The
Comparison of Islamic Inheritance Law and Turkish Civil Code Inheritance System
Turkey adopted Swiss Civil Code with some minor alterations in 1926. The law of
 inheritance, among others, was regulated in the new (Turkish) civil code.
Indeed, there aredefinite differences between Turkish and Islamic Laws of
Inheritance. These differences include “intestate and testate succession”,
“forced heirship”, “share difference between the men and women”, “adoption”,
“disinheritance”, “disclaimer of inheritance” and soon. This study aims at
comparing these two laws of inheritance as to these subjects. NOT: Bu makale
Ekev Akademi Dergisi’nin 55. sayısında yayımlanmıştır. Yazıya ait dosyayı
aşağıdaki linkten PDF formatında okuyabilir veya bilgisayarınıza
indirebilirsiniz: İslam Miras Hukuku ile Türk Medeni Kanunu Miras Sisteminin
Mukayesesi   

Abdurrahman Yazıcı
16. Ağu 2013


KUR’ÂN VE GELENEĞE GÖRE KÜÇÜKLERIN EVLENDIRILMESI

GİRİŞ Erken dönemlerden günümüze dek başta fıkıh kitapları olmak üzere konuyla
doğrudan ya da dolaylı ilgili nerdeyse tüm eserlerde küçüklerin
evlendirilebileceğine hükmedilmiştir.[1] Bu eserlerde konuyu delillendirme
bağlamında özellikle Talâk sûresinin 4. ve Nisâ sûresinin 6. âyetlerine, Hz.
Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetlere, icmâ deliline, fıkhî
kıyas metoduna ve maslahat prensibine atıf yapılmıştır.[2] Konu, fürû-ı fıkıh ve
usul-i fıkıhta Kuran, sünnet ve kıyasın nasıl algılanıp uygulandığı açısından
teorik; varılan sonucun hukuki, sosyal ve psikolojik etkileri açısından da
pratik öneme sahiptir. Bu yazıda, bu hükmün delili olarak öne sürülen âyetlerden
yapılan istidlaller, Hz. Âişe’nin küçük yaşta evlendirildiğine dair rivayetler,
icmâ delili, yapılan kıyas işlemi ve maslahat prensibi değerlendirmeye tabi
tutulacaktır. Yanlış hatta vahim olduğunu düşündüğümüz bu hükme varılırken
yapılan hatalara değinilecektir. Bu hükmün sadece yanlış bir hüküm mü yoksa bir
usul ve anlayış meselesi mi olduğu üzerinde durulacak, ilgili âyetlerin nasıl
anlaşılması gerektiği anlatılmaya çalışılacaktır. Bu bağlamada âyetler arası
ilişkiler üzerinde durulacak, sünnetin konumu ve fonksiyonu hakkında
açıklamalarda bulunulacak ve yapılan kıyas işlemi en azından kendi teorisi
içinde teste tabi tutulacaktır. I- KONUNUN FÜRÛ-I FIKIH ESERLERİNDE ELE ALINIŞI
Furû-ı fıkıh eserlerinde özellikle nikâh ve talâk bölümleri ve bu bölümlerin
ilgili meselelerinde küçüklerin velileri tarafından evlendirilebileceğine
hükmedilmektedir.[3] Bu eserlere göre evlilik akdini […]

Fatih Orum
1. Oca 2014


KUR’ÂN’Â GÖRE KADIN VE EVLILIK(TEZ)

ÖZET Evlilik ve evlilikte kadının yeri, her hukuk sisteminin en önemli
konularındandır. Eski hukuk sistemlerinde evlilikle ilgili hükümler ve evlilikte
kadının konumu birbirine büyük benzerlik göstermektedir.  Bu hukuk sistemleri ve
onların dayandığı felsefe günümüzde de etkilerini korumaktadır. Kadının evlenme
yetkisini sınırlandıran, onun hem aile ve hem de toplumdaki yerini pasifleştiren
eski hukukun aksine, Kur’an’ı Kerim’de ve Hz. Muhammed’in uygulamasında evlilik,
her iki tarafın hür iradesine dayalı bir işlemdir ve evlilikte her iki tarafa
adil bir şekilde hak ve sorumluluklar yüklenmiştir. Tezi Okumak İçin Tıklayınız.
Edlira Llukaçaj İncekara

Edlira Llukaçaj İncekara
2. Ara 2014


BABAANNE-TORUN EVLILIĞI

Kur’an’da babaanne-torun evliliğine dair bir hüküm olmadığı, bu konunun hadisler
sayesinde hükme bağlandığı iddia edilir. Kur’an’ın anlaşılmasında hadislerin
oldukça önemli olduğu muhakkaktır. Fakat bu iddia tamamen bir çarpıtmadan
ibarettir. Bunu ortaya atanlar da gayet iyi bilirler ki Kur’an’da geçen “âbâ”
yani “babalar” kelimesi ile kişinin hem babası hem de babasının babası, onun
babası vs. yani yukarıya doğru bütün üst soyu (fıkıh diliyle, usulü) kast
edilir. Nisâ suresinin 22. ayetinde de “Babalarınızın nikahladığı kadınları
nikahlamayın” buyurulmuştur. Bu, kişinin kendi babasının nikahladığı kadınları
kapsadığı gibi dedesinin nikahladığı kadınları da kapsar. Buna göre dedesinin
nikahladığı babaannesi de kendisiyle evlenilmesi haram olan kadınlar sınıfına
girmektedir. Kitap ile Sünnet arasındaki bütünlüğün görülememesi, dini anlama ve
uygulamada ardı arkası kesilmez yanlışlara ve sıkıntılara sebep olmuştur.
Sünnetin, vahy-i gayri metluv sayılması, Kitap ile Sünnetin iki ayrı kaynak
kabul edilmesi ve Sünnetin Kitap üzerine hâkim görülmesi bu yanlışların en
önemlilerindendir. Kur’an-Sünnet ilişkisine dair kaleme aldığımız ve sitemizde
yayımladığımız Kur’an’a ve Geleneğe Göre Kitap ve Hikmet başlıklı yazımızı
aşağıdaki linkten mutlaka okumanızı tavsiye ederiz:
http://www.suleymaniyevakfi.org/kutsanan-gelenek-ve-kuran/kitap-ve-hikmet.htm

Suleymaniye Vakfi
17. Ara 2014


İMAM NIKÂHININ ŞARTLARI

Cevap:  Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet
edilmiştir: “Veli ve iki güvenilir şahit olmadan nikâh olmaz. Bu şekilde
kıyılmayan nikâh batıldır. Anlaşamazlarsa sultan, velisi olmayanın velisidir.”
(Ebû Dâvûd, Nikâh, 20; Tirmîzî, Nikâh, 14; İbn Mâce, Nikâh, 15; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, 6/66.) Sultan, yetkili amir demektir. Veli; baba, dede, oğullar, erkek
kardeşler amca vs. dir. Bunlar bulunmaz veya bulunur da görevini yapmazsa görev
yetkili amire geçer. Bugün dünyanın hiçbir yerinde velisiz nikâh kıyılmaz.
Belediye başkanlarının, kilisenin, havranın veya bir başka makamın nikâhı
onaylamaya veya redde yetkili olması, bunların velilik yetkisini kullanmaları
demektir. Peygamberimizin erkekler için veli aramaması, kadınlar için de velinin
onayını yeterli görmesi evliliği kolaylaştırmakta ve sağlıklı yuvaların
kurulmasına sebep olmaktadır.
http://www.suleymaniyevakfi.org/arastirmalar/velisiz-nikah.html

Suleymaniye Vakfi
27. May 2015


RAMAZAN: BIR HAZIRLIK KAMPI

Çeşitli spor dallarında sporcular, kamplara tabi tutulurlar. Sezon öncesi
hazırlık kampları olarak nitelenen bu kampların birçok amacı vardır. Bunlardan
bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: 1. Sporculara bir disiplin kazandırmak ve
bu sayede onlara sporcu yaşam tarzını benimsetebilmek, 2. Yoğun antrenmanlarla,
sporcuların sportif bilgi ve yetkinliklerini geliştirebilmek için onlara
kondisyon, teknik ve taktik bilgiler yükleyebilmek, 3. Dengeli beslenme programı
ile sporcu beslenmesi gerekliliklerini alışkanlıklara dönüştürebilmek, 4.
Arkadaşlık bağlarını güçlendirebilmek ve sporcuların sosyalleşebilmelerini
sağlamak. Peki, bu anlatılanların, yazının başlığında belirtilen Ramazanla,
oruçla ne ilgisi var? Bu sorunun cevabına geçmeden önce, şunları söylememiz
gerektiğini düşünüyoruz: Kur’an-ı Kerim’de oruç ibadeti, Bakara suresinin
183-187. ayetleri arasında etraflıca tarif edilmiş, bu ibadetin tarihi arka
planı, hangi vakitler arasında tutulabileceği, kimlerin tutup tutamayacağı,
nelerin orucu bozacağı vs. gibi konular hakkında geniş ve yeterli bilgiler
verilmiştir. Bunun yanı sıra, ilgili ayetlere bütüncül bir bakış açısı ile
bakıldığında dört büyük kavramın ön plana çıktığı görülmektedir: Takvâ, Kur’an,
şükür ve dua. Bunlar, oruç ibadeti ile birlikte insana, normal zamanlardan daha
fazla kazandırılmak istenen hasletlerdir. Kişi, diğer zamanlarda olmadığı kadar
Ramazan’da kendisini koruyacak (takvâ), bu ayda Kur’an’a daha fazla zaman
ayıracak, daha fazla şükredip daha çok dua edecektir. Bu açıdan Ramazan, tam bir
fırsatlar ayı olarak değerlendirilmeye hazırdır.[1] Oruçla ilgili olarak buraya
[…]

Yahya Şenol
17. Haz 2015


NAMAZ VE ORUÇ VAKITLERI

Müslim[1], Allah’a teslim olan ve onun yolunda her zorluğa göğüs geren kişilere
Allah’ın verdiği addır[2]. Dini, eğip bükmeden uygulayanlar onlardır. “Kimin
sözü, Allah’a çağıran, iyi işler yapan ve “Ben Allah’a tam teslim olanlardanım!”
diyenin sözünden daha güzel olabilir!”(Fussilet 41/33) Bu yazıda namaz ve oruç
vakitleri, müslim olanlar için anlatılacaktır. Kendisini yahut bir kişiyi veya
kurumu, dini konularda yetkili sayanlar, hedef kitlemizin dışındadırlar.
Kur’ân’da namaz vakitleri, ayrıntılı olarak açıklanmıştır. “Namazı kıl“ emriyle
başlayan iki âyet vardır: وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ
اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى
لِلذَّاكِرِينَ  “Namazı, gündüzün iki tarafında ve gecenin zülfelerinde/gündüze
yakın vakitlerinde düzgün ve sürekli kıl.” (Hûd, 11/114) أَقِمِ الصَّلَاةَ
لِدُلُوكِ الشَّمْسِ إِلَى غَسَقِ اللَّيْلِ وَقُرْآنَ الْفَجْرِ إِنَّ قُرْآنَ
الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُودًا  “Namazı, Güneşin dülûk’ndan /tepe noktasını
geçmesinden gecenin ğasakına/ gecenin soğuğunun /karanlığının bastırmasına kadar
kadar düzgün ve sürekli kıl! Bir de fecrin kur’ân’ında/ doğu ufku boyunca
dağılmış ışıkların bir araya toplandığı vakitte kıl!  Fecrin kur’ânı meşhûddur./
Doğu ufku boyunca dağılmış ışıkların bir araya toplanması gözle görülür. “ (İsrâ
17/78) Bunlar, birbirini açıklayan ayetlerdir. Bu âyetleri, anlamaya yardımcı
olan âyetlerin başlıcaları şunlardır: ومِن الليلِ فتهجد بِهِ نافِلةً لك عسى أن
يبعثك ربك مقامًا محمودًا “Sana özel ek görev olarak gecenin bir kısmında namaz
kılmak için uykudan kalk. Belki […]

Abdulaziz Bayındır
17. Haz 2015


YATSI NAMAZININ VAKTI NE ZAMAN SONA ERER?

İnsanlık tarihi kadar eski olduğu bilinen, Rasûlullah’tan en fazla fiili
uygulamanın gözlemlenip nakledildiği, vakitle mukayyet olduğu için cephede dahi
terkine izin verilmeyen bir ibadetin vakti konusunda, o ibadeti geçersiz kılacak
herhangi bir ihtilaf beklenmemelidir. Beklenti böyle olsa da; bu konuda, mesela
yatsı namazının son vaktinin ne olduğu hususunda mezhep imamları ile onların
takipçileri arasında, bazen de mezheplerin genel kabulüne muhalefet gösterenler
arasında görüş farklılıklarının olduğu, konuya derinlemesine eğilenlerin
malumudur. Yazının Devamını Okumak İçin Lütfen Tıklayınız. Dr. Fatih Orum

Fatih Orum
19. Haz 2015


ZIKIR VE NAMAZ

Zikir, çok önemli bir kavramdır. Namaz da Allah’ı zikir için kılınır. Allah
Teâlâ Musa aleyhisselama şöyle emretmiştir: 
إِنَّنِيأَنَااللَّهُلَاإِلَهَإِلَّاأَنَافَاعْبُدْنِيوَأَقِمِالصَّلَاةَلِذِكْرِي
“Ben, evet ben Allah’ım; benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et ve benim
zikrim için namaz kıl.”(Taha 20/14) Namazda zikir emri bize de verilmiştir:
فَإِذَاقَضَيْتُمُالصَّلاَةَفَاذْكُرُواْاللّهَقِيَامًاوَقُعُودًاوَعَلَىجُنُوبِكُمْ…
“Namazı kıldığınızda ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde iken Allah’ı
zikredin…”(Nisa 4/103) Namaz “Allah’ın zikri için” kılındığına göre “zikir”
kavramını iyi bilmek gerekir. Bir şeyi bağlantıları ile birlikte düşünerek
öğrenmeye marifet[1], o marifeti koruyup kullanıma hazır tutmaya veya dil ile
söylemeye de zikir denir[2]. Zikrin ilk kaynağı doğadır. İnsan, doğada yaptığı
gözlemlerle elde ettiği bilgi parçaları arasında bağlantılar kurar ve zikre
ulaşır. İlgili ayetlerden bir kaçı şöyledir:
وَهُوَالَّذِيأَرْسَلَالرِّيَاحَبُشْرًابَيْنَيَدَيْرَحْمَتِهِوَأَنزَلْنَامِنَالسَّمَاءمَاءطَهُورًا.لِنُحْيِيَبِهِبَلْدَةًمَّيْتًاوَنُسْقِيَهُمِمَّاخَلَقْنَاأَنْعَامًاوَأَنَاسِيَّكَثِيرًا.وَلَقَدْصَرَّفْنَاهُبَيْنَهُمْلِيَذَّكَّرُوافَأَبَىأَكْثَرُالنَّاسِإِلَّاكُفُورًا.
Rüzgârları, ikramının önünde müjdeci olarak gönderen Allah’tır. Gökten dupduru
su indirir ki, onunla ölü bir beldeyi canlandırsın. Yarattıklarını; büyük ve
küçükbaş hayvanları ve çok sayıda insanı suya kavuştursun. O suyu, aralarında
halden hale çevirir ki tezekkür etsinler. Ama insanların çoğu, nankörlük dışında
her şeye direnç gösterir[3].(Furkân 25/48- 50)   Âyetteki “tezekkür” tefa’ul
(تفعُّل) bâbındandır. Bu bâb[4], fiile tekellüf yani hedefe adım adım ulaşma
anlamı yükler. Bu sebeple tezekkür’ün anlamlarından biri, zikre adım adım
ulaşmaktır. Çünkü doğa olaylarını izleyerek bir bilgiye ulaşmak için zamana
ihtiyaç olur.   Doğa, bilginin kaynağıdır. Kur’ân’ın Allah’ın indirdiği […]

Abdulaziz Bayındır
6. Tem 2015


KIZ ILE HALA VEYA TEYZESININ AYNI NIKAH ALTINDA BIRLEŞTIRILMESI

KIZ İLE HALA VEYA TEYZESİNİN AYNI NİKAH ALTINDA BİRLEŞTİRİLMESİ Kur’ân’da
olmayıp Rasûlullah’ın teşrîi ile bilindiği iddia edilen meşhur bir örnek de bir
kadının, hala veya teyzesi ile bir nikâhaltında tutulmasının haram olduğuna dair
hükümdür. Geleneğe göre, iki kız kardeşin bir nikâh altında
birleştirilemeyeceğine dair hükümKur’ânda olmasına rağmen, bir kadının hala veya
teyzesiyle bir nikâh altında tutulamayacağına dair hüküm Kur’ân’da
bulunmamaktadır ve bu yasak, Sünnettarafından konulmuştur.[1] Bunun iddia
edildiği gibi olmadığını şöyle ortaya koyabiliriz: Kendisiyle evlenilmesi haram
olanların sayıldığı Nisâ sûresinin 23. âyeti şöyle bitmektedir: “…İki kız
kardeşi birlikte nikâhınız altında bulundurmanız da haram kılınmıştır. Geçmişte
olan oldu…”(Nisâ 4/23) وَاَنْ تَجْمَعُوا بَيْنَ الْاُخْتَيْنِ اِلَّا مَا قَدْ
سَلَفَ Bu, iki kız kardeşin bir nikâhaltında bulundurulamayacağının açık
delilidir. Öte yandan Rasûlullah “Bir kadın halası veya teyzesi ile bir nikâh
altında tutulamaz.” demiştir.[2] Onun risâletle ilgili olan söz ve fiilleri,
Kur’ân’dan çıkartılmış doğru hükümler (hikmetler)olduğuna göre,[3] onun
yukarıdaki ifadesi de Kur’ân’ın konuyla ilgili hükmünden başka bir şey olamaz.
İki kız kardeşin bir nikâhaltında bulundurulmasının akrabalık ilişkilerine zarar
vereceği söylenir.[4] Aynı durumun, bir kadının halası veya teyzesi ile bir
nikâh altında bulundurulması durumunda da ortaya çıkacağı açıktır. Çünkü,
aşağıda görüleceği üzere, Kur’ân’daki miras hükümlerine göre kadının, halasıyla
arasında kardeş; teyzesiyle arasında ana ilişkisi olduğu görülür. […]

Fatih Orum
11. Eyl 2015


KURBANLA GÖNÜLLERI HOŞ TUTMAK

Allah izin verirse bu yıl kurban bayramı 04-07 Ekim 2014 tarihlerinde idrak
edilecek. Tarihî geçmişi insanlık kadar eski olup dinin tevhid ilkesiyle
doğrudan bağlantılı olan kurban ibadetine Kitap ve Hikmet Dergisi’nin 3.
sayısında özel olarak yer verilmişti. Kapak başlığı İnsanlığın Ortak Değeri Hac
ve Kurban olan o sayıda Abdulaziz Bayındır’ın “Hac ve Kurban”, Abdurrahman
Yazıcı’nın “Kurban İbadetiyle İlgili Fıkhi Bilgiler” ve bu satırların yazarı
Yahya Şenol’un “Hz. Peygamber İçin Kurban Kesmek” başlıkları yazıları
yayımlanmıştı. Konuyla ilgili “Fetvalarla Kurban” başlıklı son yazıda ise
adından anlaşılacağı üzere kurban konusunda cevabı merak edilen birkaç önemli
mesele ele alınmaktaydı. Bu yazıda ise yukarıda bahsi geçen 3. sayıda yer alan
konuları aynen tekrar etmeksizin kurban ibadetiyle alakalı olan ve orada yer
verilmeyen bazı hususlara değinilecektir. Bunlardan bir tanesi ve belki de
-tarafımıza yöneltilen sorulardan anladığımız kadarıyla- en çok merak edileni,
aile adına tek bir kurban kesilmesinin yeterli olup olmayacağıdır. Hanefi
mezhebi mensuplarının çoğunlukta olduğu ülkemizde aynı çatı altında yaşayan aile
bireylerinin tek bir kurban kesebileceği hususu, bunu ilk kez duyanlar için
biraz garip gelebilir. Fakat hem aşağıdaki kısa yazı hem de yazının sonunda
tavsiye edilen makale dikkatli bir şekilde okunduğunda meselenin zihinlerde daha
iyi bir yer tutacağını düşünüyoruz. Bunun yanı sıra ölmüşlerimiz adına kurban
kesilip […]

Yahya Şenol
11. Eyl 2015


KÖLELIK VE CARIYELIK KUR’ÂN’Â AYKIRIDIR

İçinizden evli olmayanlar ile erkek ve kadın esirlerinizden uygun durumda
olanları evlendirin. Yoksul iseler Allah, kendi ikramıyla onların ihtiyacını
giderir. İmkânları geniş olan ve her şeyi bilen  Allah’tır.
وَلْيَسْتَعْفِفِ الَّذِينَ لَا يَجِدُونَ نِكَاحًا حَتَّى يُغْنِيَهُمْ اللَّهُ
مِن فَضْلِهِ وَالَّذِينَ يَبْتَغُونَ الْكِتَابَ مِمَّا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ
فَكَاتِبُوهُمْ إِنْ عَلِمْتُمْ فِيهِمْ خَيْرًا وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ
الَّذِي آتَاكُمْ وَلَا تُكْرِهُوا فَتَيَاتِكُمْ عَلَى الْبِغَاء إِنْ أَرَدْنَ
تَحَصُّنًا لِّتَبْتَغُوا عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَن يُكْرِههُّنَّ
فَإِنَّ اللَّهَ مِن بَعْدِ إِكْرَاهِهِنَّ غَفُورٌ رَّحِيمٌ Evlenme imkânı
bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını
korusunlar. Hakimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak isteyen olur da
kendilerine bir fayda sağlayacağını anlarsanız sözleşme yapın ve Allah’ın size
verdiği maldan onlara verin. Evlenmek isteyen kızlarınıza, dünya hayatının
geçici menfaatini elde etmek için baskı yapıp onları  isyana zorlamayın. Onlara
kim baskı yaparsa (bilsin ki), baskı altında kalmalarından (istemedikleri şeyi
yapmak zorunda kalmalarından) sonra Allah onları bağışlar, ikram eder.(Nur
Suresi 32-33). ayetler Hocalara Sorun! 1. Nur Suresi’nin 33 (Evlenme imkânı
bulamayanlar, Allah tarafından ihtiyaçları karşılanıncaya kadar namuslarını
korusunlar. Hâkimiyetiniz altındaki esirlerden sözleşme yapmak isteyen olur da
kendilerine bir fayda sağlayacağını anlarsanız sözleşme yapın ve Allah’ın size
verdiği maldan onlara verin. Evlenmek isteyen kızlarınıza, dünya hayatının
geçici menfaatini elde etmek için baskı yapıp isyana zorlamayın. Onlara kim
baskı […]

Erdem Uygan
28. May 2016


ORUÇ KEFFÂRETI

Dinde teşrî yetkisine sahip olduğu düşünülünce, fıkıhta bazı hükümler
Rasûlullah’a nisbet edilmiştir. Oruç keffâreti, bunun sayısız örneklerinden
sadece biridir. Şöyle ki; gelenekte, oruç keffâretinin yani herhangi bir özür
bulunmaksızın Ramazan ayında orucunu bozana verilecek sözde cezanın Sünnetle
teşrî kılındığı, bu konuda Kitap’tan herhangi bir delil bulunmadığı hususunda
neredeyse ittifak vardır.[1] Sünnetle kastedilen de Ebû Hureyre’nin naklettiği
şu rivâyettir: “Adamın biri geldi ve ‘helak oldum Yâ Rasûlallah’ dedi.
Rasulûllah, ‘seni helak eden nedir?’ diye sorunca adam, ‘Ramazan’da eşimle
ilişkiye girdim’ diye cevap verdi. Rasûlullah, ‘bir köle azat edebilir misin?’
deyince adam, ‘hayır’ dedi. Bunun üzerine ‘peki iki ay peş peşe oruç tutabilir
misin?’ diye sordu. Adam ‘hayır’ dedi. Rasûlullah bu defa ona altmış yoksulu
doyurup doyuramayacağını sordu. Adam yine ‘hayır’ dedi. Rasûlullah, adama
oturmasını söyledi, adam da oturdu. Bu arada Nebî’ye içi hurma dolu bir sepet
getirildi. Rasûlullah o adama ‘al bunu dağıt’ dedi. Adam, ‘benden daha fakiri
yok’ deyince Nebî, arka dişleri görünecek derecede güldü ve ona ‘al ve ailene
yedir’ buyurdu.”[2] Bu rivâyeti delil alan Hanefî ve Mâlikî fakihlere göre,
Ramazan’da orucunu kasten yeme-içme veya cinsel ilişkiye girme yoluyla bozan
kişinin, peş peşe olmak şartıyla iki ayı keffâret, bir günü de kaza olmak üzere
toplam altmış bir gün[3] oruç […]

Fatih Orum
22. Haz 2016


HAC VE KURBAN

I. HACCIN FARZİYETİ İmkânı olan her mü’minin hac ibadetini yapması Kur’an’ın
açık emridir: اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا
وَهُدًى لِلْعَالَمينَ فيهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰهيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ
كَانَ اٰمِنًا وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ
سَبيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمينَ “İnsanlar için
kurulan ilk mabet, kesinkes Bekke[1]‘de olandır. Bereketli olsun ve bu âlem için
yön belirleyici (kıble) olsun diye kurulmuştur.  Orada açık âyetler, İbrahim’in
(ibadet için) durduğu yerler vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Bir
yolunu bulup gidebilenlerin o mabedi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde
hakkıdır. Kim bunu göz ardı ederse, bilsin ki; Allah’ın kimseye ihtiyacı
yoktur.“(Âl-i İmrân 3/96- 97) II. HACCIN TARİHİ Yeryüzünün ilk mabedini, ilk
insan olan Âdem aleyhisselam bina etmiş ve ilk haccı o yapmış olmalıdır.  Çünkü
İbrahim aleyhisselam, Nuh tufanından sonra Kabe’yi eski temellerinin üstüne
kurmuştu: وَاِذْ يَرْفَعُ اِبْرٰهيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَاِسْمٰعيلُ
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا اِنَّكَ اَنْتَ السَّميعُ الْعَليمُ “Bir gün İbrahim,
İsmail’le beraber Kâbe’nin temellerini yükseltiyordu. Dedi ki: “Rabbimiz, bunu
bizden kabul et; işiten de sensin, bilen de.”(Bakara 2/127) Sonra Allah
Teâlâ’dan hac ibadetinin yapıldığı yerleri göstermesini istemişti: رَبَّنَا
وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِلَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ
وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَآإِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
“Rabbimiz! Bizi sana […]

Abdulaziz Bayındır
7. Eyl 2016


GELENEĞE AYKIRI SÖYLEMLER

Geçtiğimiz yıl takvimler 17.07.2013 (8 Ramazan 1434) tarihini gösterirken
“imsak” yani oruca başlama ve sabah namazı vakti konusunda Diyanet İşleri
Başkanlığı bir basın açıklaması yapmış ve şunları söylemişti: “Diyanet İşleri
Başkanlığı, elbette orucun başlangıç vakti konusunda fıkıh kitaplarımızda yer
alan farklı görüşleri bilmektedir. Elbette bunlardan bir kısmının itibara
alınamayacak şâz[1] görüşler olduğunun da farkındadır… Söz konusu iddia
sahiplerinin dile getirdiği görüşleri İslam tarihi boyunca kabul eden hiçbir
ciddi ilim insanı olmadığı gibi günümüz İslam dünyasında bu alanda söz sahibi
olan hiçbir ilim insanı ve astronom da benimsememektedir.”[2] Erbabınca malum
üzere Süleymaniye Vakfı Din ve Fıtrat Araştırmaları Merkezi yıllardır Türkiye
başta olmak üzere birçok İslam ülkesinde Ramazan ayında oruca erken
başlandığını, bundan daha da önemlisi, sabah namazlarının özellikle Ramazan
aylarında henüz vakti girmeden kılınmakta olduğunu iddia etmekte ve bunun ispatı
için hem yazılı hem de görsel deliller sunmaktadır. Bu iddiaların son yıllarda
basında da sıkça yer bulması ve halk arasında infiale (!) yol açması sebebiyle
Diyanet İşleri Başkanlığı yukarıda bir kısmı aktarılan basın açıklamasını yapmış
ve bu görüşlerin İslam dünyasında hiç kimse tarafından benimsenmemiş olmasını
kendi söylediklerinin doğruluğunun kanıtı olarak göstermiştir. Öncelikle şunu
belirtmemiz gerekir ki imsak ve sabah namazı vakti konusunda fıkıh mezhepleri
arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Ama […]

Yahya Şenol
23. Oca 2017


HZ. PEYGAMBER İÇIN KURBAN KESMEK

Ülkemizdeki camilerde kurban bayramı öncesine rastlayan Cuma günlerinde, bir
“kurban hutbesi” okunması âdettendir ve bu, halkın bilinçlendirilmesi açısından
yanlış da değildir. 2013 yılında da bu âdet yerine getirilir mi getirilmez mi
bilinmez; ama önceki yıllarda okunan hutbelerde, öncelikle kurbanın öneminden ve
konuyla ilgili fıkhî hükümlerden bahsedilmişti. Daha sonra ise Peygamberimiz
sallallahu aleyhi ve sellemin hicretin ikinci yılından itibaren (miladi 624)
vefat edinceye kadar daima kurban kestiği vurgulanmış ve bunun yanı sıra Ali
radıyallahu anh’a, vefatından sonra kendisi için de bir kurban kesmesini tavsiye
ettiği bilgisine yer verilmişti. Bu yazıda işte bu vasiyetle ilgili rivayetten
bahsedilecektir.   Peygamberimizin, vefatından sonra kendisi için kurban
kesilmesini vasiyet ettiğine dair hadis ilminde “Kütüb-ü Tis’a”[1] olarak meşhur
olan hadis kitaplarından Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel’debir rivayet
bulunmaktadır. Tirmizî’deki rivayet şöyledir: Ali radıyallâhu anh’tan rivayete
göre o, biri Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem adına diğeri de kendi adına
olmak üzere iki kurban keserdi. Kendisine bunun sebebi sorulunca da şöyle derdi:
“Böyle yapmamı bana Resulullah emretti. Ben de bu şekilde yapmayı hiç terk
etmeyeceğim.”[2] Bu rivayete kitabında yer veren İmam Tirmizî, rivayet
hakkında:“Bu hadis garîbtir.[3] Bunu sadece Şerîk’in rivâyetiyle bilmekteyiz.”
demiştir. Hadisin Ebû Dâvûd ve Ahmed b. Hanbel’de yer alan rivayeti ise
şöyledir: Haneş şöyle […]

Yahya Şenol
23. Oca 2017


SESLENDIRILMIŞ MAKALE – KUR’ÂN’DA NAMAZ VAKITLERI

Prof.Dr. Abdulaziz Bayındır hocamızın 24 Aralık 2011 tarihli “Kur’anda Namaz
Vakitleri” isimli makalenin seslendirilmiş halidir.

Suleymaniye Vakfi
13. Şub 2017


ADETLI KADININ ORUCU VE NAMAZI

ADETLİ KADININ ORUCU VE NAMAZI Âdetli ve Lohusa Kadın ile İlgili Nesih Nesih
sözlükte, bir kitaba diğerindeki bilgiyi aktarma veya bir şeyi uygulamadan
kaldırıp yerine başka bir şey koyma anlamlarına gelir[1]. Neshin tarifini veren
âyet şudur: مَا نَنْسَخْ مِنْ آَيَةٍ أَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَا أَوْ
مِثْلِهَا أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Biz bir
âyeti nesheder veya unutturursak, yerine daha hayırlısını ya da dengini
getiririz. Bilmez misin, Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/106) Buna
göre nesih, bir âyeti bir başka âyetle değiştirmektir. Bu, hem Kur’an’ın
ayetleri arasında, hem de Kur’an ayetleri ile önceki kitaplardaki ayetler
arasında olur. Kur’an, ilahi kitapların son nüshası olduğu için ondaki ayetlerin
çoğu, önceki kitaplarda olanların aynısıdır, yani onları dengiyle neshetmiştir.
Allah Teâlâ şöyle demiştir: “Allah Nuh’a ne emretmişse onu, sizin için bu dinin
şeriatı yapmıştır. Sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimiz
şudur: “Bu dini ayakta tutun ve o konuda birbirinizden ayrı düşmeyin.” Senin
çağırdığın şey müşriklere ağır gelir. Allah, bu dini tercih edeni kendi tarafına
(yoluna) seçer ve ona yöneleni hedefine ulaştırır.”(Şûrâ 42/13) “Gerçekleri
içeren ve kendinden öncekileri tasdik eden bu Kitab’ı sana, indiren O’dur.
Tevrat’ı ve İncil’i de O indirmiştir.”(Al-i İmran 3/3)  Bu ayetler, önceki
kitaplardaki âyetlerin büyük […]

Abdulaziz Bayındır
22. Nis 2017


RESIM, KARIKATÜR VE HEYKELIN HÜKMÜ

Kur’an’da canlı varlıklarının resimlerini çizmenin, karikatürlerini veya
heykellerini yapmanın haramlığıyla ilgili bir şey yoktur. Aksine aşağıda
belirteceğimiz ayetlerde bunun helalliğini gösteren ifadeler vardır. Yüce Allah,
İsa a.s’ın kuş heykeli yapmasından bahseder: “İznimle topraktan kuş şeklinde bir
şey yaratır, sonra ona üflerdin de yine iznimle kuş oluverirdi.” (Maide 5/110).
İsa a.s, topraktan kuş şeklinde bir şey yapıyordu. Hiç şüphesiz bu bir
heykeldir. Bu heykel, daha sonra Allah’ın izniyle gerçek bir kuş olmuştu. Bu
olay İsa a.s’ın Allah’ın elçisi olduğunun delillerinden biriydi. Bazıları bu
ayetin, canlı varlıkların resim ve heykelinin yapılmasının helalliğine delil
olmayacağını düşünebilir. Zira böyle mucizevi bir olayın, resim ve heykel gibi
genel bir hükme delil teşkil etmeyeceği savunulabilir. Bu itiraz makul değildir.
Çünkü hiçbir nebi, haram olan bir şey yapıp onu insanlara mucize olarak sunamaz.
Aşağıdaki ayetler şüphelerini kesin olarak gidermektedir: Yüce Allah, Süleyman
a.s  ve hizmetine verdiği cinler hakkında şu ifadeleri kullanır: “Süleyman ne
isterse onu yapıyorlardı; değerli meskenler, heykeller, büyük havuzlara benzer
çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Davut ailesi! Şükredin! Kullarımdan
şükredenler pek azdır.” (Sebe 34/13). Bu ayet, kesin olarak Allah’ın nebisi
Süleyman a.s’ın heykeller yapılmasını emrettiğini gösteriyor. Hiçbir nebi,
haddini bilmezce, haram olan bir şeyi emredemez. Aksine Yüce Allah, cinlerin
Süleyman a.s’a heykeller yapmasını bize […]

Cemal Necim
24. Nis 2017


KUR’ÂN’DA ZEKÂT VE FAIZ

Bizim zekât dediğimiz şey, Kur’an’da sadaka olarak geçer. Sadaka, ihtiyaçlılara
yapılan karşılıksız yardımdır. Faiz ise ihtiyaçlılara verilen borçtan elde
edilen gelirdir. İhtiyacı olmayan, faizli borç almaz. Sadaka, ihtiyaçlıları ve
sosyal yapıyı rahatlatır. Faiz ise ihtiyaçlıları daha kötü duruma sokar ve
sosyal yapıyı bozar. Sadaka deyince akla gelen, fakirlere yapılan yardımdır. Bu
kelime geleneğimizde, daha çok dilencilere yapılan basit yardımlar için
kullanılır. Halbuki fakirler, sadakanın sekiz harcama kaleminden sadece birini
oluşturur. Bu yazıda sadaka, devletin aldığı vergi anlamındadır. Allah Teâlâ,
devletin başı olan Nebî’mize şöyle emretmiştir: خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً
تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ
لَّهُمْ وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Mallarından sadaka al; böylece onları
arındırmış ve geliştirmiş olursun. Onlara sürekli destek ol, senin desteğin
onları rahatlatır[1]. Her şeyi dinleyen ve bilen Allah’tır.”(Tevbe 9/103) Bu
âyetin öncesinde ve sonrasında samimi müslümanlardan söz edildiği gibi Nebî’mize
sürekli tuzak kuran münâfıklardan ve kâfirlerden de söz edilmiştir. Onlardan
alınacak sadaka, sadece devlete sadakatlerinin göstergesi olur.  Verilecek
destekle rahatlar ve kendilerini geliştirme fırsatı bulurlar. Müslümandan alınan
sadaka, Allah’a sadakatin göstergesi olacağı için zekât diye de adlandırılır.
Sonuç olarak bu âyette sözü edilen sadaka, devletin aldığı vergidir; müslümandan
ne alınırsa gayrimüslimden de o alınır[2]. Aşağıda gelecek olan Tevbe 60. âyette
de sadakaların yani devletin […]

Abdulaziz Bayındır
14. Haz 2017


BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARI

KUR’AN’A GÖRE BAŞÖRTÜSÜ YASAKÇILARININ DURUMU Türkiye’de ve bazı İslam
ülkelerinde müslüman kadının başını örtmesi istenmemektedir. Bunu istemeyenler
genellikle dine ve gerçek dindarlara saygılı olduklarını söyler ve din dışılıkla
suçlanmayı reddederler. Bir taraftan da Müslümanlar dini hayatlarını Kur’an
ışığında gözden geçirmeye başlamış­lardır. Kur’an’a yönelme ile birlikte
hurafelere karşı da savaş açılmıştır. Artık iki türlü müslümanlıktan söz
edilmektedir; biri Kur’an müslümanlığı, diğeri Kur’an dışı müslümanlıktır.
Kur’an dışı müslü­manlıkla kastedilen geleneksel müslümanlıktır. Dindarların
büyük çoğunluğu, geleneksel an­lamda müslüman oldukları için Kur’an müslümanlığı
başörtüsü yasakçılarının da ilgisini çekmek­tedir. Bu yazıda başörtüsü
yasakçılarının durumu sırf Kur’an ayetleri ışığında ele alınmıştır. Okuyucuya
kolaylık olması için karşılıklı sohbet havası içinde yazılan yazı ile sizi baş
başa bırakıyorum. – Müslüman kadınların başlarını örtmelerine karşı çıkanlarla
ilgili bir hüküm gerçekten Kur’an’da var mı? – Elbette var. Müslüman kadınların
başını örtmesi Allah’ın bir emridir. Allah’ın bir tek emrini bile kabul
etmeyenin durumu Kur’an’da açıklanmıştır. Her müslümanın bunu çok iyi bilmesi
gerekir. Şimdi ben sorayım, Kur’anda sapmanın ve saptırmanın simgesi haline
gelmiş varlık hangisidir?  – Şeytan mı? – Evet.. Şeytan, diğer adı ile İblis,
meleklerle beraberken Allah ona ve bütün meleklere Adem için secdeye kapanma
emri verdiğinde o bu emri kabul etmediği için kafir olmuştur. Konu ile ilgili
ayetler şöyledir: “Vaktin birinde […]

Abdulaziz Bayındır
24. Ağu 2017


KADININ BOŞANMA HAKKI: İFTIDA

Evlilik İslam’da tavsiye edilen bir müessesedir. Neslin devamı için tek yoldur.
Evlilik süresince eşlerin, karşılıklı sevgi ve saygı ortamını olabildiğince
korumaları istenmiş, evlilik bağının önemli bir sebep bulunmadıkça keyfi bir
şekilde ya da küçük sorunlarla sona erdirilmesi hoş görülmemiştir. Bu sebeple
durum boşanma aşamasına gelmeden önce tarafların aralarındaki sorunun çözülmesi
ve barıştırılması için gereken her yol denenmelidir.  Bütün bunlara rağmen hala
uzlaşma sağlanamadıysa Allah’ın en sevmediği helallerden biri[1] olduğu söylenen
evliliği bitirme kararı alınabilir. Her ne kadar evliliğin devamı tavsiye edilse
de bazı dinlerde ve hukuk sistemlerinde görüldüğü gibi kağıt üzerinde evli kalıp
gönül ve bedenen ayrı yaşamamak için gereken bütün tedbirler alınmıştır. Evlilik
bağının kurulmasında kadın ve erkek yetkilidir. Ancak kadının yetkisi velinin
denetimime tabidir. Onun nazik yapısı bunu gerektirir. Boşanmada da iki taraf
yetkilidir. Evlenmede olduğu gibi boşanmada da kadının yetkisi denetim tabi
tutulmuştur. Ama her iki denetimde yol göstericidir yoksa kararı
geçersizleştirecek nitelikte değildir. Kuranı Kerim, kadının ve erkeğin
haklarını ayrı ayrı ele almış, Nebimiz Hz. Muhammed de Müslümanlar arasında
yaptığı uygulamalarla konuyu iyice anlamamıza yardımcı olmuştur. Kuranda erkeğin
boşanma hakkına “Talak” kadının boşanma hakkına ise “İftida” denilmektedir.
KURAN-I KERİMDE KADININ BOŞANMA HAKKI Yüce Allah “Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik
bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.”[2] […]

Hatice Bayındır
6. Eyl 2017


HERKESIN BILDIĞI NAMAZ

A.GİRİŞ Namazın ilk defa Allah Rasûlü’ne öğretildiği, önceden namaz diye bir
uygulamanın olmadığı düşüncesi halk arasında son derece yaygındır. İnsanlar
nazarında itibar sahibi, ilim ehli olarak görülen bazı şahısların bile bu
yanılgıya düştüklerini görebiliyoruz. Namaz konusunun zihinlerde yanlış ve eksik
bilgilere dayandırılması, beraberinde pek çok sorunu ve soru işaretini ortaya
çıkarmaktadır. Kişinin Kur’an algısının bozulması, vahiy algısının bozulması,
nebî algısının bozulması, din algısının bozulması, usûl algısının bozulması vb.
pek çok sorunun temelinde bu yanlış tasavvurlar yatmaktadır. Bu yazımızda
namazla ilgili olarak Kur’anî bir algı ortaya koymaya çalışacağız. B.  NAMAZIN
KILINIŞI Kur’an’da namaz var mı? Namazın nasıl kılındığını bana Kur’an’dan
gösterebilir misin? Bu gibi soruları daha önce sormuş veya benzer sorularla
karşılaşmış olabilirsiniz. Aslında bu sorular birçok sorunun göstergesidir.
Bunların en başında Kur’an ve din algısının doğru oluşmaması gelmektedir.
Kur’an’da neler yer alır, nelerin yer alması gerekmez? Bir rasul veya nebinin
Kitap’da olmaksızın dine bir şey sokup çıkarma (teşri) yetkileri var mıdır?
İnsanın Kur’an dışında inanmak zorunda olduğu bir kaynak var mı? Bu ve benzeri
soruların cevapları kişinin zihninde doğru bir şekilde yer etmezse doğru bir din
anlayışına sahip olması imkansız hale gelir. O halde biraz Kur’an algısı
üzerinde durup, Allah’ın elçisinin başta namaz olmak üzere dindeki ibadetleri
nasıl ve nereden […]

Vedat Yilmaz
29. Eyl 2017


ANA HATLARIYLA ORUÇ İBADETI

Oruç, İslâm’ın beş esasından biridir. Bu kavram Farsça “rûze” kelimesinden
Türkçeye geçmiş, zamanla “rûze”, “urûze”, “uruç” şeklinde kullanılmış ve daha
sonra “oruç” halini almıştır. Arapça karşılığı ise “savm (الصوم)” ve “sıyâm
(الصيام)”dır. Savm sözlükte; ‘kişinin yeme, içme, karı-koca ilişkisi, konuşma
vs. gibi herhangi bir şeyi terk etmesi’ anlamına gelir. Terim olarak oruç; tan
yerinin ağarmasından akşam oluncaya kadar şer’an belirlenmiş ibadeti yerine
getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak kalmak[1] demektir.
Kaynaklarda yer alan bilgilere göre oruç, hicretin ikinci yılı Şaban ayında
(Şubat 624) farz kılınmıştır. Namaz, zekât, hac, kurban vs. ibadetlerde olduğu
gibi oruç da yalnızca Ümmet-i Muhammed için değil, tüm nebîler ve ümmetleri için
farz kılınmış bir ibadettir. Nitekim orucun farz kılındığını bildiren ayette
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:   يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُتِبَ
عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ
تَتَّقُونَ “Ey inanıp güvenenler! O oruç, sizden öncekilere yazıldığı şekliyle
size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız.” (Bakara, 2/183) Ayet metninde yer
alan “es-sıyâm (الصِّيَامُ)” kelimesinin başında yer alan elif-lâm (harf-ı
ta’rîf) takısı, Arapçada belirlilik (ma’rifelik) ifade ettiği için mana “o oruç”
olur ki  bu da bize farz kılınan orucun bizden önceki ümmetlere farz kılınanla
aynı olduğunu gösterir. Zaten ayetteki “sizden öncekilere yazıldığı şekliyle
(كَمَا […]

Yahya Şenol
1. Oca 2018


KUR’AN’DA ORUÇ İBADETI

Ay takvimindeki 12 aydan biri olmasına rağmen, adı söylendiğinde dünya
üzerindeki herkesin, sadece yılın bir ayını kastetmediğimizi anladığı tek aydır
Ramazan. Zira Yüce Allah’ın yerine getirilmesini farz kıldığı, her biri
insanlıkla yaşıt ibadetlerden biri bu ay boyunca yerine getirilir. Oruç ayı
geldiğinde her birimizin aklına pek çok soru takılır. Gerçekte bu soruların
tamamı Allah’ın Kitabı’nda cevaplanmıştır. Oruç ibadetiyle ilgili Kur’an’da yer
alan tüm ayetler dikkatle okunursa akıllarda cevaplanmamış bir soru
kalmayacaktır. O halde biz de öyle yapalım ve Ramazan orucundan bahseden
ayetleri dikkatle okuyarak ayetlerden öğrendiklerimizi sıralayalım: Bakara
Suresi 183. Ayet: Ey inanıp güvenenler! Oruç, sizden öncekilere yazıldığı
şekliyle size de yazıldı ki kendinizi koruyasınız. 1. Oruç, sizden öncekilere
yazıldığı şekliyle size de yazıldı: Ayette oruç ibadeti الصيام(es-sıyâm)
şeklinde belirlilik takısı ile kullanılmaktadır. Bu durum oruç ibadetinin herkes
tarafından bilindiğini gösterir. Nitekim ayetin tamamından da orucun önceki
ümmetlerde de aynı şekilde tutulduğu ve farz bir ibadet olduğu net bir biçimde
anlaşılmaktadır. 2. Ki kendinizi koruyasınız: Oruç insanı koruyan bir ibadettir.
Allah’ın oruç tutma emrini yerine getiren bir kimse aynı zamanda kendini korumuş
olmaktadır. Bu korumanın hem maddi hem manevi olması gerekir. Diğer bir deyişle
oruç tutan kişi, Allah’ın bir emrini yerine getirmekle manevî olarak korunduğu
gibi bedensel bir ibadet olması […]

Erdem Uygan
16. May 2018


HERKESIN BILDIĞI ORUÇ

Beslenme yaşamın kaynağıdır. Mikroorganizmalar da dahil beslenmeksizin
yaşayabilen bir canlı yoktur. Hatta cansız nesneler bile bir şeylerden
beslenerek varlıklarını sürdürürler. Dünya, Güneşten aldığı enerjiyle, Güneş,
kendi içinde sahip olduğu yakıtla beslenir. Beslenme ihtiyacı olmayan tek varlık
Allah’tır. O’nun dışındaki tüm varlıklar hayatta kalabilmek için beslenmek
zorundadırlar.  Yüce Allah da kendisinden başkalarının tanrılaştırılması
konusunda beslenme çelişkisine dikkat çekmiştir: “Meryem oğlu Mesih sadece
Elçi’dir. Ondan önce gelmiş elçiler de vardır. Annesi ise doğru bir kadındır.
Her ikisi de yemek yerlerdi. Şimdi sen şu ayetleri nasıl açıkladığımıza bak; bir
de onların nasıl yanlışa sürüklendiklerine bak.” Maide 5/75. Tüm canlılar doğar
doğmaz yeme içgüdüsüyle hareket ederler. Bebekler ilk bir yıl ellerine
geçirdikleri her şeyi ağızlarına sokmak isterler. Bu dönemde yeme içgüdüsü her
şeyin üstündedir. Bu dönemlerde insan yavruları ile hayvan yavruları arasında
bir fark göremezsiniz. İnsan geliştikçe yeme içgüdüsüne hükmetmeyi öğrenir.
Hayvanlar ise aynı çizgide devam ederler. Öyle ki hayvanlar için yemek bulma ve
beslenme bir varoluş gayesi gibidir. İnsanlar gibi yeme içgüdüsünü
dizginleyemeyen hayvanların yemekten çatlayıp ölmeleri de bilinen bir şeydir.
Özellikle çayıra salınan sürüler işi bilen bir çoban tarafından otlatılmazlarsa
telef olabilirler. İnsan, yeme içgüdüsünün kölesi olduğu oranda hayvanlara
benzemeye başlar. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: “… Ayetleri görmezlikten
gelenler ise […]

Vedat Yilmaz
24. May 2018


İTIKAF

Orucun tarif edildiği Bakara sûresi 187. ayetinde oruçla veya bir başka deyişle
Ramazan ayı ile yakından alakalı başka bir ibadete daha yer verilmiştir:
İ’tikâf. Sözlükte ‘hapsetmek, alıkoymak; bir yere yerleşmek, oraya bağlanıp
kalmak’ anlamlarındaki “akf” kökünden türeyen i’tikâf, fıkıh terimi olarak
kişinin ibadet amacıyla ve belirli bir şekilde camide kalmasını ifade eder.[1]
İ’tikâfın meşruiyeti Kur’an ve Sünnetle sabittir. Orucu tarif ettiği ayetin
sonunda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “ … Mescitlerde i’tikâf halinde iken
kadınlarınızla birleşmeyin. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onlara
yaklaşmayın. Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini
korusunlar.” (Bakara, 2/187)   Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem Medine’ye
hicretten sonra vefat edinceye kadar her yıl Ramazanın son on gününde i’tikâfa
çekilirdi.[2] “Allah’a tam bir teslimiyet içeri­sinde ibadet ve taatte bulunmak
amacıy­la zamanının belirli bir kısmını ayırması ve bu esnada meşru bile olsa
her türlü nefsanî ve şehevî arzulardan uzak dur­ması kişinin manen olgunlaşması
için önemli vesilelerden biridir. Zorunlu iba­detlerin yanı sıra nafile
ibadetler de bu konuda önem taşımakta, dinî duygu ve düşüncenin yoğun bir
şekilde yaşandığı, mümkün olduğu ölçüde maddî ilgilerden uzaklaşarak yüce
yaratıcıya yönelinen bir ortam insana derin bir manevî ufuk ve imkân
sunmaktadır. Bu bakımdan i’tikâf yalnız İslâm ümmetine has bir ibadet ol­mayıp
vahiy geleneğine sahip hemen bü­tün dinlerde […]

Yahya Şenol
29. May 2018


KADIR GECESI

Kadir gecesini, Türkçeye “kader/takdir gecesi” diye tercüme edebiliriz. Arapçada
“kadr” veya “kader”, ‘ölçü koyma’ ve ‘ölçü’ anlamlarına gelir. Tâbiînden Atâ b.
Ebî Rebâh, Abdullah İbn Abbâs’ın bu geceye niçin “kadir gecesi” denildiğine dair
şu sözlerine yer vermiştir: “Allah Teâlâ, bu yıl içinde yağmur, rızık, diriltme,
öldürme vs. gibi olabilecek şeyleri, gelecek yılın bu gecesine kadar takdir
eder.”[1] Buradan hareketle kadir gecesi, ‘bir yıllık ölçülerin belirlendiği ve
görevli meleklere emirler halinde verildiği gece’ olarak tarif edilebilir.[2]
Kadir gecesi ile ilgili olarak Allah Teâlâ müstakil bir sûre indirmiş ve sûrede
bu geceyi şöyle tarif etmiştir: Biz Kur’an’ı kadir gecesinde indirdik. Kadir
gecesi nedir, sen nereden bileceksin? (Öyleyse dinle!) Kadir gecesi bin aydan
hayırlıdır. O gece melekler, her bir konuyla ilgili ruh (aldıkları emir)
yanlarında, Rablerinin izniyle inerler. O, tanyeri ağarıncaya kadar esenlik
gecesidir.” (Kadr, 97/1-5) Kadir gecesinin Ramazan ayının içinde olduğu
bellidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Ramazan, insanlara rehber olan ve
rehberin açıklayıcı ayetlerinden oluşan Kur’an’ın ve o Furkan’ın indirildiği
aydır…” (Bakara, 2/185) Başka bir ayetler grubunda ise bu gecede neler olup
bittiğine dair şu hususlara yer verilmiştir: “Hâ, Mîm. Her şeyi açıklayan Kitaba
yemin olsun. Biz onu mübarek bir gecede indirdik. Biz insanları uyarırız. Karara
bağlanmış görevler o gece taksim […]

Yahya Şenol
29. May 2018


KUR’AN’I TAHRIFE MODERN BIR ÖRNEK: HIMÂR (BAŞÖRTÜSÜ)

Kur’an’dan hüküm çıkarmanın veya bir hükmün Kur’an’a ait olduğunu söylemenin
olmazsa olmaz şartları vardır. Bunlardan biri Kur’an’ın dili olan Arapça’yı
bilmek, bir diğeri Arapça Kur’an metni üzerinde, bizzat Allah’ın belirlediği,
ayetlerin ayetleri açıklaması yöntemi ile çalışmak ve bir başkası da bu
çalışmayı Arapça ve metot bilgisine sahip bir ekip ile yapmaktır. Bu şartlardan
biri veya daha fazlası yerine getirilmediği takdirde çıkarılan hükmün Kur’an’a
dayandırılmasının elîm ve vahim sonuçları olacaktır. Günümüzde Kur’an üzerinde
çalıştığı düşünülen kişilerin sayılan bu şartların hepsini aynı anda yerine
getirmemelerinden kaynaklanan hataları da vahim sonuçlara yol açmakta,
vardıkları hükümler Allah’ın indirdiği Kitaba ait olmadığı için ne akıl ne de
insan fıtratı tarafından kabul görmemektedir. Ancak öyle ayetler vardır ki
samimi bir mümin böyle bir ayetin, onu tahrif edenlerin söyledikleri anlama asla
gelemeyeceğini görebilir. Bunun için başka bir ayete veya metot bilgisine dahi
ihtiyaç yoktur. Aklî melekeleri doğru çalışan herkes o ayeti doğru anlayacaktır.
Başörtüsü ile ilgili ayet de bunlardan biridir. Akıl ve mantık hiçe
sayılmaksızın bu ayeti başka şekilde anlamak ve anlamlandırmak mümkün değildir.
Toplumda kendileri için “Kur’an üzerinde çalışan kişiler” algısı oluşturmuş bazı
kişi ve gruplar, ne Arapça’nın ne de Allah’ın belirlediği metodun hiçbir
ilkesini gözetmediklerinden ve her konuda sonuna kadar işlettikleri akıllarını,
işlerine gelmeyen konularda […]

Erdem Uygan
30. May 2018


KURBAN İBADETI VE SÖZDE KUR’AN’CILAR

Allah’ın dinine en büyük kötülüğü daima dinden konuştuğunu söyleyen kişiler
yapmışlardır. Günümüzde bu durum değişmemiş, kıyamete kadar da değişmeyecektir.
Bugün de aynı tutumu, Kur’an’dan konuştuğunu söyleyen ve takipçileri üzerinde
Kur’an’cı olduğuna dair algı oluşturmuş kişi ve gruplar sergilemektedirler. Bu
kişiler, Allah’ın Kitabından konuşmadıkları aklı olan herkes tarafından bilinen
bir takım hoca kılıklıları ve mezheplerin yanlışlarını haklı olarak eleştirmekle
ve bunun alternatifinin Kur’an’a yönelmek olduğunu dile getirmekle muhatapları
üzerinde Kur’an’dan konuştukları algısını oluşturmaktadırlar. Ancak hemen
ardından Kur’an’ı kendilerine uydurmaya başlamakta, Allah’ın ayetlerini kendi
şahsi yorumlarına ve felsefeye kurban etmektedirler. Kur’an üzerinde çalışmanın,
bizzat Allah tarafından açıklanmış metodunu bilmek, Arapça’ya hakim olmak ve
ekip çalışması yapmak gibi yeterli teknik donanıma sahip olmadıklarından
ayetleri kendi küçük dünyalarına göre yorumlamakta, güya hurafelere karşı
cevaplar geliştirmektedirler. Geçtiğimiz günlerde, bu şahısların Allah’ın kesin
bir emri olan başörtüsünü, keyfî yorumlarla mantığa, Arap diline ve Kur’an’ın iç
bütünlüğüne tamamen aykırı bir şekilde nasıl görmezden geldiklerini detaylı bir
biçimde ortaya koymuştuk[1]. Aynı grubun kurban ibadeti konusunda da farklı bir
tutum sergilemediğini üzülerek tesbit etmekteyiz. Bahsettiğimiz kişiler
kendilerine Kur’an Araştırmaları Grubu adını vermelerine rağmen insanlardan
korktukları için bu grubun kimlerden oluştuğunu açıklayamamaktadırlar. Allah’tan
korkmadıklarını ise kurban ibadetini de başörtüsü gibi görmezden gelerek bir kez
daha ispatlamışlardır. Hatta bu ibadeti Allah’ın […]

Erdem Uygan
20. Ağu 2018


HELAL VE HARAMI KIM BELIRLIYOR?

Bir zamanlar koyu bir Hristiyan iken daha sonra İslam’ı seçen Adiyy b. Hâtim,
bir gün Resûlullâh’ın: “(Yahudi ve Hristiyanlar) Bilginlerini ve din adamlarını
Allah ile aralarına koyup rab edindiler…” (Tevbe, 9/31) mealindeki ayeti
okuduğunu işitmiş ve: “Ya Resûlallâh! Hristiyanlar onlara ibadet etmezler ki!”
diyerek bu ayeti anlayamadığını belirten bir soru yöneltmiştir. Resûlullâh da
bunun üzerine ona şöyle cevap vermiştir: “(Evet) Aslında Hristiyanlar onlara
ibadet etmediler! Ama onlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için
helal kılınca hemen helal sayıverdiler, (Allah’ın helal kıldığı bir şeyi de)
kendilerine haram edince hemen haram sayıverdiler.”[1] Çoğu zaman vaaz ve
hutbelerde anlatılan bu rivayette iki farklı grup göze çarpmaktadır: Allah’ın
helal kıldığını haram, haram kıldığını ise helal sayan bilginlerle din adamları
ve bir de bunlara sorgusuz sualsiz itaat edenler. Hem ayetlerden hem de
rivayetlerden anlaşılacağı üzere bile bile helali haram, haramı helal saymak
Allah’a ortak koşmak olduğu gibi bunu yapanlara sorgusuz sualsiz itaat etmek de
Allah’tan başkasına ibadet etmek, onları rab edinmek anlamına gelmekte ve
neticede bu da şirk kapsamına girmektedir. Bu ciddi tehlike yüzünden helal ve
haram konusu çok iyi bilinmeli, bu konuda Yüce Allah ne demiş ve nasıl
buyurmuşsa ona göre hareket edilmelidir. Bu yazıda önce helal ve haram
kavramlarının kısaca tanımları yapılacak, daha […]

Yahya Şenol
17. Eyl 2018


NAMAZLARDA OKUNAN DUA VE ZİKİRLER

1- Allâhu Ekber الله اكبر  “Allah en büyüktür.” Kıbleye yani Kâbe’nin bulunduğu
tarafa yönelerek ayakta, eller kulak hizasına kadar kaldırılır ve Allâhu Ekber
denerek namaza başlanır. 2- Namazın başında okunan dua: “Allâhu Ekber” diyerek
namaza başladıktan sonra “Sübhâneke” okunur. سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ
وَبِحَمْدِكَ، وَتَبَارَكَ اسْمُكَ، وَتَعالَى جَدُّكَ وَلاَ إِلٰهَ غَيْرُكَ
“Allahım, sana yöneldim. Ne yaparsan güzel yaparsın. Adın yücedir. Zenginliğin
çok fazladır. Senden başka ilah yoktur.” “Sübhâneke” yerine; şu ayet de
okunabilir: اِنّ۪ي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ
حَنِيفًا مُسْلِمًا وَمَا أَنَاۨ مِنَ الْمُشْرِكِينَ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي
وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ لَا شَرِيكَ لَهُ وَبِذٰلِكَ
أُمِرْتُ وَأَنَاۨ مِنَ الْمُسْلِمِينَ “Ben, bir Müslüman olarak yüzümü, gökleri
ve yeri yaratana doğrudan doğruya çevirdim. Ben müşriklerden değilim. Benim
ibadetim, kurbanım, hayatım ve ölümüm, varlıkların Rabbi olan Allah içindir.
Onun ortağı yoktur. Böyle emir aldım. Ben Müslümanlardanım.” Sübhâneke veya
diğer duayı okuduktan sonra, 3- Eûzübillâhimineşşeytânirracîm ( أعوذ بالله من
الشيطان الرجيم) = Taşlanan şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım 4-
Bismillâhirrahmânirrahîm” (بسم الله الرحمن الرحيم) = “İyiliği sonsuz ikramı bol
Allah’ın adıyla” denilerek Fatiha Suresine geçilir. 5- Fatiha Suresi 1.   الحمد
لله رب العلمين   Elhamdulillâhi rabbil’âlemîn.   Her şeyi güzel yapmak Allah’a
mahsustur. O, varlıkların sahibidir.       2.   الرحمن الرحيم […]

Abdulaziz Bayındır
20. Şub 2019


MİRASTA HALEFLİK DEDE YETİMLİĞİ

Halefiyet, halife olmak, öncekinin yerine geçmektir. Yerine geçene halef,
öncekine selef denir. Başkasının yerine, ya tabii yoldan ya da mücadele ile
geçilir. Kümesteki yaşlı horoz ölürse genç olan onun yerine geçer. Ama genç
olanı,  yaşlının ölümünü beklemezse kıyasıya bir mücadele başlar. Biri diğerini,
ya öldürür veya oradan uzaklaştırır. Tavuklar bu mücadelede yer almazlar. Benzer
durum, diğer hayvanlarda da vardır. Dünya kurulduğu günden beri bu böyledir. Bir
gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde bir halife oluşturmaktayım” demişti. Melekler,
kadın erkek her insanın halifelik mücadelesine girecek şekilde yaratıldığını
öğrenince şaşırmışlar ve Allah’a şöyle demişlerdi:  “Orada karıştırıcılık
yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel
eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın” Allah
Teâlâ’nın cevabı şu olmuştu: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” (Bakara 2/30)
Meleklerin bilmediği; bilim ve medeniyette yarış şeklinde geçecek halifelik
mücadelesiydi. Böylesi daha önce hiç olmamıştı. Allah, önce “Âdem’e isimlerin
hepsini öğretmiş, sonra onları meleklere göstermiş ve “iddianız doğruysa bana
şunların isimlerini bildirin” demişti. Melekler:“Biz sana boyun eğeriz. Bizde
bir bilgi olmaz; sen ne öğretmişsen odur. Bilen sen, yerinde karar veren sensin”
demişlerdi. Bunun üzerine Allah, “Âdem! Meleklere şunların isimlerini bildir”
demişti. Âdem onlara o isimleri bildirince Allah: “Size dememiş miydim, ben
göklerin ve yerin bilinmezlerini bilirim. Neyi […]

Abdulaziz Bayındır
13. Mar 2019


ALLAH’IN KOYDUĞU SINIRLARIN AŞILMASI VE ORUÇ ÖRNEĞİ

Bu makalede Kur’an kavramlarından tasdik, nesh ve tahrif konularında sınırların
nasıl aşıldığı üstünde durulacak örnek olarak da Ramazan orucu ilgili
aşırılıklar anlatılacaktır. Konu, şu iki âyette özetlenen, Kur’an’ı Kur’an ile
anlama yöntemiyle işlenecektir: “الر كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آَيَاتُهُ ثُمَّ
فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ. أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا اللَّهَ إِنَّنِي
لَكُمْ مِنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ” ELİF LÂM RÂ! Bu, doğru hükümler veren ve her
şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından âyetleri hem muhkem kılınmış hem[1] de
ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız
içindir. (De ki:) Ben de sizi onunla (o Kitap ile) uyaran ve size müjde veren
bir kişiyim.” (Hud 11/1-2) Sınır, Arapçada had = الحد kelimesi ile ifade edilir.
Had, iki şey arasında yer alan ve birinin diğerine karışmasına engel olan
şeydir[2]. Allah; orucun içeriğini, zamanını, kimlerin kazaya bırakabileceğini
ve oruç tutulan günlerin gecelerinde bu ümmet için helal kıldığı şeyleri, arka
arkaya dört ayette açıklamış ve en son şunları söylemiştir: تِلْكَ حُدُودُ
اللَّهِ فَلَا تَقْرَبُوهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ
لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ “Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, bunlara
yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlara böyle açıklar ki kendilerini
yanlışlardan korusunlar.” (Bakara 2/187) Allah, koyduğu sınırlara yaklaşmayı
yasaklamış ama Müslümanlar hemen her konuda, aşmadık sınır bırakmamışlardır. Bu
yazıda bunlardan birkaçı üzerinde durulacaktır. […]

Abdulaziz Bayındır
10. May 2019


KADINLARIN YOLCULUĞU

Yasak bildiren bazı hadisler sebebiyle Müslüman bir kadının sefer mesafesindeki
bir yere (yani yaşadığı yerden ortalama 85-90 km ve daha uzağa) yanında kocası
veya mahremi[1] bulunmadan yolculuk yapmasının caiz olmadığı konusunda İslam
âlimleri ittifak etmişlerdir. Hanefî ve Hanbelî mezhebine mensup âlimler hac
yolculuğunun dahi bu yasak kapsamında olduğunu söylerken Şâfiî ve Mâlikî mezhebi
mensupları söz konusu hadislerde hac ibadetinin yer almadığını, yasağın farz
olmayan yolculuklar hakkında olduğunu, dolayısıyla kendisine hac farz olan bir
kadının güvenilir kadınlardan oluşan bir kafile ile birlikte hac yolculuğuna
çıkabileceğini ileri sürmüşlerdir.[2] Şehirlerarası ve uluslararası seyahat
imkanlarının gelişmesi, yol ve yolcu güvenliğinin artması ve kadınların
toplumsal hayatta eskiye nazaran çok daha fazla yer almaları sebebiyle güncel
bir fıkıh problemi haline gelmiş olan bu konuyu ayetler ışığında ve “yolculuk”,
“yol güvenliği”, “konuyla ilgili hadisler” alt başlıkları altında incelemeye
çalışacağız. A- YOLCULUK Allah Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de bazı amaçlarla yolculuk
yapılması gerektiğini bildirmiştir. Bunlar sırasıyla şöyledir: 1- Kültür amaçlı
yolculuk: فَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ
خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّلَةٍ وَقَصْرٍ مَشِيدٍ أَفَلَمْ
يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ
يَسْمَعُونَ بِهَا  فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَٰكِنْ تَعْمَى
الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ “Biz nice kenti yanlış yaparlarken etkisiz
hale getirdik. Onlara, devrilmiş direkleri üzerine çökmüş, […]

Yahya Şenol
19. Eyl 2019


KUR’ÂN VE SÜNNET’TE FAİZ

Kur’ân’da faiz anlamına gelen kelime riba’dır. Riba (الربوا veya الربا) mastar
olarak ‘artma’ ve ‘çoğalma’ isim olarak ‘artan’[1] yani faiz anlamındadır. Faiz,
borçtan elde edilen gelirdir. Artma, borçtan dolayı olduğu için riba, bu artışa
sebep olan işlem yani faizli işlem demek olur. Mekke’de inen bir âyette Allah
Teâlâ şöyle buyurur: وَمَا آتَيْتُم مِّن رِّبًا لِّيَرْبُوَ فِي أَمْوَالِ
النَّاسِ فَلَا يَرْبُو عِندَ اللَّهِ وَمَا آتَيْتُم مِّن زَكَاةٍ تُرِيدُونَ
وَجْهَ اللَّهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ “İnsanların malları içinde
artsın diye faize verdiğiniz şey (borç) Allah’ın yanında artmaz. Allah’ın
rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince işte kat kat artıranlar zekât
verenlerdir.” (Rum, 30/39) İhtiyacından fazla malı olandan başkası borç veremez.
Faizli borç ise “İnsanların malları içinde artsın diye…” verilir. Dolayısıyla
belli bir varlığa sahip olmayan kişilere faizli borç verilmez. Faizli borç veren
kişi, alacağını, faizi ile birlikte almayı kesinleştirmek için kefil ister ve
teminat alır. Böylece, malını koruma sıkıntısından da kurtulmuş olur. Borçluyu
faiz yükü altına sokan şey ise, daha çok kazanma arzusu veya borca olan
ihtiyacıdır. Faiz, kira gelirine benzetilerek “paranın zaman değeri” diye
tanımlanır. Kiralanan mal, tüketilmeden yararlanılan maldır. Ev kiralayan içinde
oturur. Otomobil kiralayan ona biner. Süresi bitince onları sahibine verir.
Tüketilmeden yararlanılamayan mal kiralanamaz. Meselâ paranın kendisi, hiçbir
ihtiyacı karşılamaz. Büyük bir […]

Abdulaziz Bayındır
18. Oca 2020


FAİZCİLERİN DAVRANIŞ TARZI

Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Faiz yiyenler, şeytanın takılıp aklını çeldiği[1]
kimsenin davranışından farklı davranmazlar. Bu onların, “Alım satım, tıpkı
faizli işlem gibidir” demeleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli
işlemi haram kılmıştır. Kime, Rabbinden bir öğüt ulaşır da faize son verirse
geçmişte olan kendinindir; onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar o
ateşin arkadaşıdırlar; orada ölümsüzdürler.” (Bakara, 2/275) Fahreddin Razî’nin
konu ile ilgili bir tespiti şöyle özetlenebilir: “Faizi helâl görenlere göre
faizli işlem her yönden alım satımla aynıdır. Öyleyse nasıl olur da biri helâl,
diğeri haram olur. Peşin fiyatı 10 lira olan bir malı bir ay vadeli 11 liraya
satmak helâl ise, 10 lirayı bir ay vadeli 11 liraya satmak da helâl olmalıdır.
Bu iki işlem arasında mantıkî bir fark yoktur.”[2] Bu iki işlem arasında
benzerlik vardır, ama farklar da vardır. Nitekim şarap ile üzüm şırası da
birbirine benzer; ikisi de üzüm suyundandır. Ama aradaki farktan dolayı
“şıra tıpkı şarap gibidir”, denemez. Yukarıdaki iki işlem de farklıdır. Bundan
dolayı birine borç, diğerine satış denmiştir. Borç veren, verdiğinin dengini
alır. Yani 10 lira vermişse 10 lira alır. Faiz, o denkliği bozan fazlalıktır.
Peşin fiyatı 10 lira olan bir mal, bir ay vadeli 11 liraya satılırsa 11 liranın
tamamı malın bedeli olur. O […]

Abdulaziz Bayındır
25. Oca 2020


MÂIDE SÛRESI 6. ÂYET BAĞLAMINDA AYAĞA MESH MESELESI(TEZ)

 AYAĞA MESH MESELESİ ÖNSÖZ İslam’da hükümlerinin temel kaynağı, Kur’ân-ı Kerîm
ve onun fiilî uygulaması olan Nebi’nin sünnetidir. Ancak herhangi bir meselede
ilgili âyet ve hadislerin belli bir usule göre değerlendirilmemesi, geçmişte
olduğu gibi günümüzde de görüş ayrılıklarını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu
yüzden abdest alırken ayaklara uygulanacak muamele de ihtilaf edilen
meselelerden biri olmuştur. Mâide sûresinin 6. âyetinden, Arap dili açısından
ayakların mesh edilmesi anlaşılırken, hadislerdeki yıkama rivâyetleri bu
ihtilâfın temel sebebini oluşturmuştur. Âyetteki  ارجلercül (ayaklar)
kelimesinin farklı kıraatleri ise meseleyi daha karmaşık hale getirmiştir.
Rasûlullah’ın (s.a.v.) irtihalinden sonra ise, gerek yıkama gerekse meshe
ilişkin rivâyetlerin nakledilmesi farklı değerlendirmelere neden olmuştur.
Hâlbuki âyetin iniş zamanına ve uygulamaya bakılacak olsa, mesele kolayca
anlaşılacaktır. Namaz kılınacağı zaman abdest almanın gerekliliğini ifade eden
ilgili âyet Medine döneminde indirilmiştir. Ama namazın, Mekke döneminde farz
kılındığı ve Allah’ın Elçisi’nin namazlarını abdest alarak kıldığı
bilinmektedir.Aslında bu âyet ininceye kadar Allah’ın Elçisi’nin abdest alırken
ayağını yıkadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Ayakların meshi, bu âyetten
sonra başlamıştır. Bu konuda, Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında önemli bir
farklılık bulunmazken, Ehl-i Sünnet ile İmamiyye Şîa’sı arasında ciddi bir
anlaşmazlık vardır. Bu çalışmanın temel hedefi, hiçbir mezhebin ve görüşün
etkisinde kalmadan, ihtilafa neden olan hususların Kur’ân ve Sünnet ışığında ele
alınıp değerlendirilmesidir.  Yüksek […]

Ayşe Ulya Özek
2. Ağu 2020


DURMA YAP YAPMA DUR!

Ramazan yaklaşırken… Ramazan ayında daha dinç, daha rahat bir şekilde oruç
tutabilmek için bir ay önceden oruç alıştırmaları yapabilir, şaban ayında nafile
oruçlar tutabilirsin. Aişe Validemizin “Resûlullâh’ın (ramazan dışında) şaban
ayından daha fazla oruç tuttuğu bir ay görmedim” açıklamasını göz ardı etme, sen
de bu nimetten nasiplen! Bunun için Resûlullâh’ın daima yaptığı gibi pazartesi
ve perşembe günleri ile şaban ayının 13, 14 ve 15. günlerini
değerlendirebilirsin. Bu nafile oruçların zararını değil; faydasını görürsün.
Şaban ayının son günü geldiğinde “Arabistan’dan haber geldi, hilali
görmemişler!” dedikodusuna kulak asıp herkesin oruca başladığı zaman sen oruçsuz
olma! Nebîmizin hilal gözlemi (rasat) yapılması gerektiğine dair hadisleri
aklını karıştırmasın. O, “Biz hesap-kitap bilmeyen bir toplumuz” demiş, gerekli
alet-edevat ve uzman yoksunluğundan ötürü o dönem için tek çare olan rasat
yolunu seçmiştir. Yoksa Allah ayların başlangıç ve bitişleri için hilal
gözlemine değil, hesap yöntemine dikkatlerimizi çekmiştir. -Hâşâ- Allah başka
bir şey, Resûlü başka bir şey söylememiş ki! Formül bellidir; imkan varsa hesap,
yoksa rasat! Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte hesap yöntemi günümüzde
doğru bir şekilde uygulanabilmektedir. O yüzden takvimlerde ramazanın biri
olarak hangi gün yazıyorsa gönül rahatlığı ile o günü öyle kabul et ve herkesle
birlikte oruca başla! Oruca başlama konusunda takvime güvenebilirsin derken
takvimleri tamamen akladığımı […]

Yahya Şenol
25. Ağu 2020


NIKÂHIN DOĞAL BIR SONUCU: MEHIR

İslam hukukunda şartları ve rükünleri tam olarak yerine getirilerek icra edilen
nikâh akdine sahih nikâh denir. Evlenme ehliyetine sahip olan ve aralarında
dinen evlenme engeli bulunmayan bir kadınla bir erkeğin şahitler huzurunda
yaptıkları nikâh sahih yani dinen ve hukuken geçerli bir nikâhtır. Böyle bir
nikâh karı kocaya birtakım haklar ve sorumluluklar yükler. Bunlardan bir tanesi,
erkeğin, hanımına mehir vermesidir.  Nikâh akdinin bir sonucu olarak kocanın
karısına vermek zorunda olduğu para veya mala mehir/mehr (المهر) adı verilir.
Kur’an-ı Kerim’de mehir anlamında “ecr”in çoğulu olarak ücûr, farîza ve sadukât
kelimeleri geçmektedir. Hadislerde daha çok mehir ve sadâk kelimeleri yer
alırken bu, Türkçede genelde mihr şeklinde kullanılır.[1] Müslüman bir erkek,
eşine mehir vermekle yükümlüdür. Bu, Allah tarafından erkeğe yüklenmiş bir
borç/sorumluluk, kadına tanınmış bir haktır. Fakat mehir nikâhın şartı değil;
doğal ve hukuki bir sonucudur. Bu yüzden mehir belirlenmeden kıyılan nikâhlar da
geçerlidir.[2] Böyle bir evlilikle birlikte kadın otomatikman mehir (mehr-i
misil) almaya hak kazanır. Mehir, kadının öz malıdır; onu istediği gibi
harcayabilir. Onda kendi annesinin, babasının, kocasının, kayınpeder veya
kayınvalidesinin hakkı yoktur. Erkek çeyiz hazırlaması için kadına ayrıca bir
ödeme yapmamışsa kadın mehir olarak teslim aldığı para veya mal ile çeyiz
hazırlamak zorunda değildir.[3] Allah Teâlâ erkeklere yönelik olarak şöyle
buyurmuştur: “Kadınlara […]

Yahya Şenol
2. Kas 2020


TIBBÎ, ETİK VE DİNÎ AÇIDAN CERRAHÎ SÜNNET/HİTAN

Erkek çocukların sünnet edilmesi dünyada en çok yapılan cerrahi operasyondur.
Son yıllarda bu konu tıbbî, etik ve dinî açıdan tartışılmaktadır. Bu yazı ile bu
tartışmalar özetlenecek ve sonuç itibari ile bir kanaat serdedilecektir. 1.
Tıbbî Boyut Cerrahi sünnetin tıbbî boyutunu bu konuda yayınladığım tıbbî
makalenin özetini naklederek özetlemiş olalım: “Elektif erkek sünneti (EES)
hakkında bazı medikolegal tartışmalar vardır. Amerikan Pediatri Akademisi’nin
(AAP) 2012 yılındaki raporuna göre, yeni doğan erkek sünnetinin tıbbî faydaları
risklerinden fazladır. AAP’nin bu raporu, EES hakkındaki tartışmalara yeni bir
boyut kazandırmıştır. Bu rapor, sünnetin etik ve yasal bir müdahale olmadığını
söyleyen çevreler tarafından eleştirilmiştir. Ancak, mevcut literatür AAP’nin bu
raporunu doğrulamaktadır. EES, üriner enfeksiyonlar, fimozis, balanit,
kandidiyaz, yüksek riskli HPV enfeksiyonu, HIV, genital ülser, sifiliz,
trikomonas vaginalis, mikoplazma genitalium, herpes simpleks virüs tip 2,
şankroid, penil kanser, prostat kanseri ve serviks kanseri riskini anlamlı
derecede azaltıyor iken, seksüel fonksiyonlar üzerinde de olumsuz bir etki
yapmamaktadır. EES için önerilen yaş 0-1 yıldır. Çünkü infantil ES’de
komplikasyonlar daha az, iyileşme daha hızlı ve maliyet daha avantajlıdır. Bu
dönemdeki sünnetin ruh sağlığı açısından da bir riski bulunmamaktadır. İnfantil
ES’nin komplikasyonları % 0,2-0,3 civarındadır ve bunların çoğu da genellikle
minimal müdahalelerle önlenebilmektedir. Eğer 0-1 yaş arasında sünnet yapılmamış
ise kastrasyon fobisi […]

Zeki Bayraktar
8. Şub 2021


İSLAM İKTISADI

Loading…


KUR’ÂN’DA PIYASA VE İNSAN HÜRRIYETI

Yrd. Doç. Dr. Servet Bayındır ((İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam
Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.)) 15. 03. 2007 ÖZET Mal ve hizmetlerin el
değiştirdiği ortama piyasa denir. Piyasa ile mülkiyet özgürlüğüne yaklaşım tarzı
arasında doğrudan bir ilişki vardır. İlk çağlardan beri üretici, tüketici,
tüccar ve yöneticilerin piyasalardaki işlemler ve dolayısıyla insanın
özgürlüğüne müdahil olma noktasında istekli oldukları anlaşılmaktadır. Bunun bir
sonucu olarak, tarihî süreçte çok sayıda iktisadî ve siyasî ekol ortaya
çıkmıştır. Kur’an’ı Kerim ve onun açıklamasından ibaret olan Hz. Peygamber’in
sünnetinde ekonomik refah ve toplumsal huzura erişilmesi noktasında bir takım
genel ilkeler ortaya konulmuştur. Nahl suresi 112. ayet ile Nisâ suresi 29.
ayette bu ilkelerden belirgin olarak bahsedilmektedir. Elinizdeki bu çalışmada,
söz konusu iki ayetten hareketle Kur’an’ın piyasaya ve dolayısıyla piyasada
işlem yapan insanın özgürlüğüne yaklaşımı hususundaki genel ilkelerin tespitine
çalışılmıştır.
http://www.suleymaniyevakfi.org/wp-content/uploads/2009/12/kuranda-piyasa-hurriyeti.pdf

Servet Bayındır
11. Ara 2009


İSLAM HUKUKUNDA YENI METOD ARAYIŞLARI VE FAIZ ÖRNEĞI

Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin
olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat
etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine
göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır,
büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış
ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla
yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve
evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde
gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu
özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için
mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği
üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel
olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz
yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan
farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir”
de­meleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır.
Her kime, Rabbinden bir öğüt ula­şır da faize son verirse geçmişte olan
kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de de­vam ederse, işte onlar
cehen­nemliktir. Onlar orada temelli kala­caklardır. Allah faizi eksiltir,
sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


ÖDEMEYI GECIKTIREN BORÇLUYA MADDI CEZA

I- BORCU GECİKTİRME SIKINTISINA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER A- Borcu Geciktirme Suçuna
Denk Maddi Ceza B- Borcu Geciktirme Suçuna Denk Olmayan Maddi Ceza Teklifleri 1-
Borcu geciktirmeyi menfaat gasbı sayıp tazmin ettirmek a- Karar yanlış bir
gerekçeye dayandırılmıştır. b- Alacaklının zarara uğradığı iddiası c- Gecikme
bedeli üzerinde önceden anlaşma yapılamaması d- Geçerli faiz oranının reddi 2-
Mesâlih-i mürseleye dayanarak gecikme cezası vermek 3- Bazı hadislere dayanarak
gecikme cezasına hükmetmek 4- Cezai şartla gecikme cezasını aynı yere koymak 5-
Kaparoya bakarak gecikme cezasına hükmetmek 6- Gecikme cezasını alıp hayır
yollarına harcamak C- Yeni Bir Akit Türü Önerisi II- BORCU GECİKTİRME
SIKINTISINA ÇÖZÜM OLAMAYAN GÖRÜŞLER A- Borçluya Hapis Cezası B- Borçluya Maddi
Cezayı Faiz Sayıp Başka Bir şey önermeme III- DEĞERELENDİRME VE SONUÇ FAİZSİZ
SİSTEMDE ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA UYGULANACAK MADDİ CEZA (ÖZET) Faizli
sistemde borcunu geciktirene temerrüt faizi uygulanır. Faizsiz sistemde
uygulanabilecek maddi ceza ile ilgili farklı görüşler vardır. Bunun için ya
maddi suça maddi ceza düşüncesinden hareket edilir, ya da yeni bir akit türü
önerilir. Bu makale, maddi suça denk, maddi ceza önermektedir. Önerinin esası
şudur: Ödemeyi geciktiren borçlunun suçu, alacaklının malını bir süre haksız
yere kullanmaktır. Suçuna denk maddi ceza ise borcu ile birlikte o miktarda bir
parayı alacaklıya vermesi, alacaklının […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İSLAM FIKHI AÇISINDAN BORÇLANMALARDA ENFLASYON FARKI

Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye
ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî
kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan
paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve
üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve
dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında
çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde
değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir.
O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır.
Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı
çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın
ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin
değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul
edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini
korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır.
Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk
zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen
veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat
edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü
[…]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KREDI KARTININ TAKSITLENDIRILMESI

Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin
belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi ‎kabul ederek ona
kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü
‎takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya
hizmetler sunar ve ‎karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman,
alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart ‎sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin
gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi
kartları ‎bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe
ayrılabilir. ‎ ‎1- Normal Kredi Kartı‎ Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine
faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu ‎geciktirme imkânı
verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar.‎ Faizsiz
finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan
gecikme ‎cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden
çözmek mümkün olduğu halde ‎henüz uygulanmamaktadır.‎ ÖDEMEYİ GECİKTİREN
BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık
altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan
görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya
yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm
arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür,
biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


DÂRU’L-HARP’TA FAIZ

0

Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İs­lam, yani İslam ülkesi, egemen
olmadığı ülke­lere de dâru’l-harp, yani düş­man ülkesi adı verilir. Bunların
içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış an­laşması yap­mış olanlara
dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Ha­nife ile
İmam Muhammede göre gayrimüslim­lerin ülke­sinde (dâru’l-harp) bulunan bir
Müs­lüman, o ül­ke­nin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse
orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun.
Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine gir­mesine müsade
etti­ğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem
ya­pamayacağına göre bir müslü­man­ da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz.
Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde ya­saktır. Çünkü
faizi yasaklayan ayet ve ha­dis­lerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer
yiyor­larsa, dâru’l-harp ahalisine öl­müş hayvan eti ve do­muz satmada ve
onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam
Mu­hammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un
rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا
ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında
faiz ol­maz.” Bu hadis hakkında çok söz söy­lenmiş ve bir çokları böyle bir
hadisin varlığını ka­bul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


BORSA

Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler bor­sası adı verilir.
Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer.
Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senet­leridir. Bunların alım satımı faizli
işlem kapsamına girer. Hisse senet­leri ise şirketlerin ortaklık senetleridir.
Bunları alanlar, ilgili şirketin or­tağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından
A.Ş.’nin büyük ortakla­rının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye
Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye
çalışıl­mıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan,
yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu
tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu
haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler
yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6.
maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler
izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve
tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili
maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka
arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan
edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas
sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır.
Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne ger­çeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı
bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak
yorumlanmasına yol açacak […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


“SERVET, İKTIDAR VE FAKIRLIK ÜZERINE…”

Bu yazıda “servet ve iktidar” konusuna; Kuran’dan birtakım örneklerle,
inananların nasıl yaklaşması gerektiğine ilişkin genellikle ihmal edilmiş bir
bakış açısı, ortaya konmaya çalışılacaktır. Kur’an-ı Kerimde, kendisine verilen
mal ve mülkün çokluğu nazara verilerek, bize bilgisi aktarılan iki önemli örnek
mevcuttur. Bunlardan birincisi hazinelerinin anahtarlarını güçlü bir topluluğun
taşımakta zorlandığı KARUN’dur. İkincisi ise bir daha kimseye nasip olmayacak
bir ilim ve iktidarı rabbinden isteyen ve bu dua’sı kabul edilen Hz.
SÜLEYMAN’dır. Allah (CC), erişilmez bir varlık ve iktidara sahip olarak
hayatlarını sürdüren bu iki hayatın içinden aktardığı mesajla, servet ve
iktidar’ın elimize geçmesi halinde nasıl davranmamız gerektiğini bizlere
açıklamaktadır. Dipnotta da görüleceği üzere Kasas suresinin 76’dan 82’ye kadar
ki ayetlerde Karun’un hayatı ve hayatının ana fikri son derece açık olarak ifade
edilmiştir. Kendisi; “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak)
ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği
gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz
ki Allah, bozguncuları sevmez.” şeklinde uyarılmasına rağmen, O elinde bulunan
güç ve servetle şımarıklığını arttırmıştır. Hümeze suresinde de tasvir edilen bu
şımarıklık halinin bir tabiat olarak kendisinde temerküz ettiği Karun’un verdiği
cevap ise “O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi”
şeklindedir. “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, […]

Suleymaniye Vakfi
6. Eki 2009


KUR’ÂN’DA PIYASA VE İNSAN HÜRRIYETI

Yrd. Doç. Dr. Servet Bayındır ((İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam
Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.)) 15. 03. 2007 ÖZET Mal ve hizmetlerin el
değiştirdiği ortama piyasa denir. Piyasa ile mülkiyet özgürlüğüne yaklaşım tarzı
arasında doğrudan bir ilişki vardır. İlk çağlardan beri üretici, tüketici,
tüccar ve yöneticilerin piyasalardaki işlemler ve dolayısıyla insanın
özgürlüğüne müdahil olma noktasında istekli oldukları anlaşılmaktadır. Bunun bir
sonucu olarak, tarihî süreçte çok sayıda iktisadî ve siyasî ekol ortaya
çıkmıştır. Kur’an’ı Kerim ve onun açıklamasından ibaret olan Hz. Peygamber’in
sünnetinde ekonomik refah ve toplumsal huzura erişilmesi noktasında bir takım
genel ilkeler ortaya konulmuştur. Nahl suresi 112. ayet ile Nisâ suresi 29.
ayette bu ilkelerden belirgin olarak bahsedilmektedir. Elinizdeki bu çalışmada,
söz konusu iki ayetten hareketle Kur’an’ın piyasaya ve dolayısıyla piyasada
işlem yapan insanın özgürlüğüne yaklaşımı hususundaki genel ilkelerin tespitine
çalışılmıştır.
http://www.suleymaniyevakfi.org/wp-content/uploads/2009/12/kuranda-piyasa-hurriyeti.pdf

Servet Bayındır
11. Ara 2009


İSLAM HUKUKUNDA YENI METOD ARAYIŞLARI VE FAIZ ÖRNEĞI

Günümüze kadar İslam aleminde Hanefî, Malikî, Şafiî, Hanbelî mezhepleri etkin
olmuştur. Mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel, 241 h. 855 m. senesinde vefat
etmiştir. 12 asırdan beri Müslümanların hukuki işleri, bu mezheplerden birine
göre yürütülmüştür. Bu mezhepler bugün de etkinliğini korumaktadır. 20 asır,
büyük ölçüde ictihad tartışmaları ile geçmiştir. Artık tartışmalar geride kalmış
ve ictihad dönemi başlamıştır. Şimdi ictihadlar, eskisine göre farklı metodlarla
yapılmakta ve bu metodlar zaman zaman tartışılmaktadır. Bunları, baskıcı ve
evrensel diye iki başlık altında toplamak mümkündür. Herkes evrenselin peşinde
gözükmekten hoşlanır. Doğru olanı, evrenselin peşin de gözükmek değil, onu
özümsemek ve ona göre davranmaktır. Varılan noktayı ortaya koyabilmek için
mezheblerin ictihadlarını yeni ictihadlarla karşılaştırmak gerekir. Faiz örneği
üzerinden hareketle kısa bir gezinti yapılacak ve bize göre doğru ve evrensel
olanı takdim edilecektir. I- FAİZLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER A- Ayetler “Faiz
yiyenlerin duruşu, şeytanın kandırıp aklını çeldiği [1] kimselerin duruşundan
farklı değildir. Bu onların, “Alım satım da tıpkı faizli işlem gibidir”
de­meleri sebebiyledir. Allah alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır.
Her kime, Rabbinden bir öğüt ula­şır da faize son verirse geçmişte olan
kendinindir; artık onun işi Allah’a aittir. Kim de de­vam ederse, işte onlar
cehen­nemliktir. Onlar orada temelli kala­caklardır. Allah faizi eksiltir,
sadakaları bereketlendirir. Allah, nankörlük edip […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


ÖDEMEYI GECIKTIREN BORÇLUYA MADDI CEZA

I- BORCU GECİKTİRME SIKINTISINA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER A- Borcu Geciktirme Suçuna
Denk Maddi Ceza B- Borcu Geciktirme Suçuna Denk Olmayan Maddi Ceza Teklifleri 1-
Borcu geciktirmeyi menfaat gasbı sayıp tazmin ettirmek a- Karar yanlış bir
gerekçeye dayandırılmıştır. b- Alacaklının zarara uğradığı iddiası c- Gecikme
bedeli üzerinde önceden anlaşma yapılamaması d- Geçerli faiz oranının reddi 2-
Mesâlih-i mürseleye dayanarak gecikme cezası vermek 3- Bazı hadislere dayanarak
gecikme cezasına hükmetmek 4- Cezai şartla gecikme cezasını aynı yere koymak 5-
Kaparoya bakarak gecikme cezasına hükmetmek 6- Gecikme cezasını alıp hayır
yollarına harcamak C- Yeni Bir Akit Türü Önerisi II- BORCU GECİKTİRME
SIKINTISINA ÇÖZÜM OLAMAYAN GÖRÜŞLER A- Borçluya Hapis Cezası B- Borçluya Maddi
Cezayı Faiz Sayıp Başka Bir şey önermeme III- DEĞERELENDİRME VE SONUÇ FAİZSİZ
SİSTEMDE ÖDEMEYİ GECİKTİREN BORÇLUYA UYGULANACAK MADDİ CEZA (ÖZET) Faizli
sistemde borcunu geciktirene temerrüt faizi uygulanır. Faizsiz sistemde
uygulanabilecek maddi ceza ile ilgili farklı görüşler vardır. Bunun için ya
maddi suça maddi ceza düşüncesinden hareket edilir, ya da yeni bir akit türü
önerilir. Bu makale, maddi suça denk, maddi ceza önermektedir. Önerinin esası
şudur: Ödemeyi geciktiren borçlunun suçu, alacaklının malını bir süre haksız
yere kullanmaktır. Suçuna denk maddi ceza ise borcu ile birlikte o miktarda bir
parayı alacaklıya vermesi, alacaklının […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


İSLAM FIKHI AÇISINDAN BORÇLANMALARDA ENFLASYON FARKI

Günümüze kadar dolaşıma çıkmış paraları madenî ve kağıt para diye ikiye
ayırabiliriz. Madenî para altın, gümüş ve diğer madenlerden basılır. İslamî
kaynaklarda gümüş paraya dirhem, altın paraya dinar, diğer madenlerden basılan
paraya da fels denir (Çoğulu fülus’dur). Kağıt para, kağıttan üretilir ve
üzerinde yazılı değerle dolaşıma çıkarılır. Fıkıh kitaplarının çoğu, dinar ve
dirhemlerin kullanıldığı devirlerde yazılmıştır. O paralarla kağıt para arasında
çok fark vardır. Biri, içindeki altın veya gümüş sebebiyle dünyanın her yerinde
değerli olduğu halde diğeri küçük bir kağıt parçasından başka bir şey değildir.
O ancak, siyasi otoritenin kararı ve insanların kabulü ile bir değer kazanır.
Bunun milli sınırlar dışında para sayılması, uluslararası ilişkilere, o parayı
çıkaran devletin itibarına ve insanların bunu kabul etmelerine bağlıdır. Altın
ve gümüş, değerli maden oldukları için dolaşımdan kalkan dinar veya dirhemin
değeri fazla düşmezdi. Alacaklı taraf, o para ile ödeme yapılmasını dahi kabul
edebilirdi. Osmanlı lirası 1920’lerden beri dolaşımda olmamasına rağmen değerini
korumakta ve talepleri karşılamak için İstanbul Darphanesinde basılmaktadır.
Çünkü o halâ, serveti biriktirmek veya ziynet amacıyla satın alınmaktadır. İlk
zamanlar kağıt paranın karşılığı ilgili yerlerde altın veya gümüş olarak, kısmen
veya tamamen bulunur yahut ileri bir tarihte karşılığının ödeneceği vaat
edilirdi. Bu da paranın belli miktarın üstüne çıkmasına engel olurdu. Bugünkü
[…]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


KREDI KARTININ TAKSITLENDIRILMESI

Kredi Kartının Taksitlendirilmesi Kredi kartı veren kuruluş, kart sahibinin
belli yerlerden yapacağı, belli harcamaların bedelini ödemeyi ‎kabul ederek ona
kefil olur. Ayrıca borcun doğmasından ödenmesine kadar geçen işlemler bütününü
‎takip edip sonuçlandırma konusunda hem kart sahibine, hem de alacaklıya
hizmetler sunar ve ‎karşılığında komisyon alır. Müşterinin payını da çoğu zaman,
alacaklı öder. Ödemek istemeyenler, kart ‎sahibinden komisyon alırlar. Ödemenin
gecikmesi halinde uygulanacak ceza ile borcun vadeye yayılması önemlidir. Kredi
kartları ‎bu açıdan; normal kart, taksit kart ve özel kart olmak üzere üçe
ayrılabilir. ‎ ‎1- Normal Kredi Kartı‎ Banka, ödemeyi geciktiren kart sahibine
faiz tahakkuk ettirir. Bu, ödenecek faize karşılık borcu ‎geciktirme imkânı
verirken, faizden kaçanların zamanında ödeme yapmasını da sağlar.‎ Faizsiz
finans kurumları ödemeyi geciktirenden faiz alamazlar. Ama faiz yerine uygulanan
gecikme ‎cezası türlerinin tamamı faiz kapsamındadır. Bu problemi faize girmeden
çözmek mümkün olduğu halde ‎henüz uygulanmamaktadır.‎ ÖDEMEYİ GECİKTİREN
BORÇLUYA CEZA Bu konu ile ilgili on ayrı görüş vardır. Bunlar iki ana başlık
altında incelenebilir. Biri, borcu geciktirme sıkıntısına çözüm arayan
görüşleri, diğeri de alacaklıya faydası olmayan, sadece borçluyu cezalandırmaya
yönelik görüşleri içine alır. I- SIKINTIYA ÇÖZÜM ARAYAN GÖRÜŞLER Sıkıntıya çözüm
arayan sekiz görüş vardır. Bunlardan biri, işlenen suça uygun cezayı öngörür,
biri yeni bir akit türü önerir; diğerleri, […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


DÂRU’L-HARP’TA FAIZ

0

Müslümanların egemen olduğu ülkelere dâru’l-İs­lam, yani İslam ülkesi, egemen
olmadığı ülke­lere de dâru’l-harp, yani düş­man ülkesi adı verilir. Bunların
içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış an­laşması yap­mış olanlara
dâru’l-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir. Ebû Ha­nife ile
İmam Muhammede göre gayrimüslim­lerin ülke­sinde (dâru’l-harp) bulunan bir
Müs­lüman, o ül­ke­nin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse
orada müslüman olmuş ve henüz İslam ülkesine (dâru’l-İslam’a) göç etmemiş olsun.
Ebû Yusuf ise bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine gir­mesine müsade
etti­ğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem
ya­pamayacağına göre bir müslü­man­ da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz.
Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde ya­saktır. Çünkü
faizi yasaklayan ayet ve ha­dis­lerde böyle bir yer ayırımı yoktur. Eğer
yiyor­larsa, dâru’l-harp ahalisine öl­müş hayvan eti ve do­muz satmada ve
onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam
Mu­hammed’e göre bunlar da yapılabilir. 1 – DELİLLER a – Hadis Mekhûl’un
rivayetine göre Allah’ın Elçisi, sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle demiştir: لا
ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dâru’l-harpta müslüman ile harbî arasında
faiz ol­maz.” Bu hadis hakkında çok söz söy­lenmiş ve bir çokları böyle bir
hadisin varlığını ka­bul etmemiştir. Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


BORSA

Menkul kıymetlerin alınıp satıldığı yere menkul kıymetler bor­sası adı verilir.
Menkul kıymetler kapsamına tahvil, hazine bonosu ve hisse senetleri girer.
Tahvil ve hazine bonosu faizli borç senet­leridir. Bunların alım satımı faizli
işlem kapsamına girer. Hisse senet­leri ise şirketlerin ortaklık senetleridir.
Bunları alanlar, ilgili şirketin or­tağı olurlar. Bunlar küçük ortak olacağından
A.Ş.’nin büyük ortakla­rının insafına terk edilmiş olurlar. S.P.K. (Sermaye
Piyasası Kanunu) ve yönetmeliklerle bunların durumu iyileştirilmeye
çalışıl­mıştır. Ancak A.Ş.’lerin yapısında temel değişiklikler yapılmadan,
yönetimi üstlenen kişiler, yaptıkları haksız davranışlardan bizzat sorumlu
tutulmadan, en küçük ortağın hakkını koruyacak değişiklikler yapılmadan bu
haksızlıkların önüne geçmek mümkün olmaz. Bugüne kadar yapılan değişiklikler
yeterli olmamıştır. A- Menkul Kıymetlerin Halka Arzı ve Satışı S.P.K.’nın 6.
maddesine göre, “Menkul kıymetlerin halka arzında açıklanacak bilgiler
izahnâmede yer alır. İzahnâmede hangi bilgilerin bulunacağı hisse senetleri ve
tahvil ihraçları bakımından ayrı ayrı olmak üzere T.T.K.’nın ilgili
maddelerindeki hususlar göz önünde tutularak kurul tarafından belirlenir. Halka
arz izninin verilmesinden sonra izahnâme Ticaret Sicili’ne tescil ve ilan
edilir. Halkın menkul kıymetleri satın almaya davet edilmesi izahnâme ve esas
sözleşmeye, kurulun gerekli maddeleri eklediği bir sirküler ile yapılır.
Yapılacak ilan ve açıklamalar, ne ger­çeğe uymayan abartılı veya yanıltıcı
bilgiler içerebilir ne de halka arz izninin resmî bir teminat olarak
yorumlanmasına yol açacak […]

Abdulaziz Bayındır
29. Eyl 2009


“SERVET, İKTIDAR VE FAKIRLIK ÜZERINE…”

Bu yazıda “servet ve iktidar” konusuna; Kuran’dan birtakım örneklerle,
inananların nasıl yaklaşması gerektiğine ilişkin genellikle ihmal edilmiş bir
bakış açısı, ortaya konmaya çalışılacaktır. Kur’an-ı Kerimde, kendisine verilen
mal ve mülkün çokluğu nazara verilerek, bize bilgisi aktarılan iki önemli örnek
mevcuttur. Bunlardan birincisi hazinelerinin anahtarlarını güçlü bir topluluğun
taşımakta zorlandığı KARUN’dur. İkincisi ise bir daha kimseye nasip olmayacak
bir ilim ve iktidarı rabbinden isteyen ve bu dua’sı kabul edilen Hz.
SÜLEYMAN’dır. Allah (CC), erişilmez bir varlık ve iktidara sahip olarak
hayatlarını sürdüren bu iki hayatın içinden aktardığı mesajla, servet ve
iktidar’ın elimize geçmesi halinde nasıl davranmamız gerektiğini bizlere
açıklamaktadır. Dipnotta da görüleceği üzere Kasas suresinin 76’dan 82’ye kadar
ki ayetlerde Karun’un hayatı ve hayatının ana fikri son derece açık olarak ifade
edilmiştir. Kendisi; “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak)
ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği
gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz
ki Allah, bozguncuları sevmez.” şeklinde uyarılmasına rağmen, O elinde bulunan
güç ve servetle şımarıklığını arttırmıştır. Hümeze suresinde de tasvir edilen bu
şımarıklık halinin bir tabiat olarak kendisinde temerküz ettiği Karun’un verdiği
cevap ise “O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi”
şeklindedir. “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, […]

Suleymaniye Vakfi
6. Eki 2009

DIĞER SITELERIMIZ

 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 
 * 


KURUMSAL

 * Kurucumuz
 * Yönetim Kurulu
 * Amacımız
 * Vakıf Senedi
 * Misyon & Vizyon
 * Görseller & Logolar


HIZMETLERIMIZ

 * Canlı Yayınlarımız
 * Süleymaniye Vakfı Uzaktan Seminer Merkezi
 * Diğer Dillerde İnternet Yayını
 * Kütüphanemiz
 * İnternet Görsel Yayınlarımız
 * Kitap ve Hikmet Dergisi
 * Kitaplarımızı İndirin
 * Tez Müzakereleri
 * Uluslararası Araştırma Çalışmaları


BAĞLANTILAR

 * Fıtrat TV
 * Radyo Fıtrat
 * SUSEM


 * Bağışta Bulun
 * Hesap Bilgilerimiz
 * İletişim

© 2019 Süleymaniye Vakfı. Tüm Hakları Saklıdır.