mumcuserap.blogspot.com Open in urlscan Pro
2a00:1450:4001:81c::2001  Public Scan

Submitted URL: https://mumcuserap.com/
Effective URL: https://mumcuserap.blogspot.com/
Submission: On November 06 via api from US — Scanned from DE

Form analysis 1 forms found in the DOM

https://mumcuserap.blogspot.com/search

<form action="https://mumcuserap.blogspot.com/search" class="gsc-search-box" target="_top">
  <table cellpadding="0" cellspacing="0" class="gsc-search-box">
    <tbody>
      <tr>
        <td class="gsc-input">
          <input autocomplete="off" class="gsc-input" name="q" size="10" title="search" type="text" value="">
        </td>
        <td class="gsc-search-button">
          <input class="gsc-search-button" title="search" type="submit" value="Ara">
        </td>
      </tr>
    </tbody>
  </table>
</form>

Text Content

SERAPÇA YAZILAR

Dr. Serap Mumcu Geronazzo Venedik'te yaşayan Türk tarihçi, araştırmacı, yazar,
rehber ve çevirmenim.





5 ARALIK 2018 ÇARŞAMBA


İTALYA'DA YAŞAMAK




Yurtdışı deneyimleri


İtalya’nın birçok şehrinde sıklıkla misafirlerimi gezdiriyorum. Büyük bir
hevesle geliyorlar ve İtalya’da bulunma hali kesinlikle onlara çok iyi geliyor.
Ancak çoğu zaman eksik bilgi ve ilgi azlığı nedeniyle almaları gerekenden çok
azı ile yetinip evlerine geri dönüyorlar. Benim için elbette bu durum hayal
kırıklığı ile karışık bir endişe de yaratıyor. Çünkü gezdikleri bölge ile
ilgilenmekten çok o bölgede bulunduklarını başkalarına bir an önce sosyal medya
hesaplarından göstermek istiyorlar. Dolayısıyla o andan uzaklaşıp çevrelerindeki
güzelliklerden de farkında olmadan mahrum kalıyorlar. Ben paylaşmayın demiyorum
genellikle tek dediğim şey şu oluyor: Oksijen maskesini önce kendinize takın
sonra başkalarına.


Günümüz dünyasının teknolojik sorunlarını bir tarafa bırakırsak eğer, İtalya
gerçekten de her noktasıyla gezilmeyi görülmeyi hak eden bir ülke bunu hepimiz
biliyoruz. Ben mümkün olduğunca geziyorum, hem işim gereği hem de kendim için.
Gezmek görmek güzeldir hem kim sevmez ki öyle değil mi? Üstelik bu sayede
deneyimleriniz de artar ve başkalarına anlatacak çok hikayeniz olur.


Misafirlerim beni genellikle bu deneyimlerimi paylaştığımda ilgiyle dinlerler.
Ben burada nasıl yaşıyorum? İtalyanlarla anlaşabiliyor muyum? İtalyan bir adamla
evli olmak nasıl bir duygu? Bizi seviyorlar mı? Türkiye hakkında ne
düşünüyorlar? Bunlar gibi daha nice nice sorular sorduklarından her seferinde
tane tane anlatıyorum. O anlarda insanların yüzleri gerçekten de bana dönük
oluyor ve gözlerini de kocaman açıyorlar. O an onları ne kadar sevdiğimi bir
bilseler eminim çok mutlu olurlar. Tabi birebir göremediğim insanlar da mail ya
da mesajlarla meraklarını gidermek istiyorlar. Baktım uzun zamandır çevremdeki
insanlara hep benzer şeyleri izah ediyorum. O halde bu platformda yazayım da bir
çok kişinin merakları giderilsin öyle değil mi?


Hadi o zaman tatlı tatlı okuyun yazdıklarımı.


Yeme-içme işleri
İnsanın kendi ülkesinin haricinde bir ülkede yaşaması ve bir yandan da iki
kültürün ikisine birden uyum sağlamaya çalışması elbette kolay değil, ama buraya
geldiğim ilk günden beri kendime şunu söyledim: Serap sokağa çık ve insanlara,
iklime, restoranlara, barlara, kafeler bak. İnsanlar ne yer ne içer neyden
mutlularsa sen de onu deneyimle; çünkü bu kadar insan yanılıyor olamaz elbette.
Böyle diye diye mutfakta gerçekten ustalaştım diyebilirim. Üstelik sadece
İtalyan mutfağında da değil Türk mutfağında da kendimi çok geliştirdim. Çünkü
öncelikle eşime ve ailesine sonra da sevdiğim yabancı arkadaşlarıma kendi
mutfağımızdan yemekler yapmak istedim. Yabancı kültüre uyum sağlama serüvenimde
artık epey ilerledim, ancak fark ettim ki çevremdeki insanlar da zamanla bana
uyum sağlamışlar. Her öğlen yemeği sonrası bir çifte kavrulmuş lokumla kahve
içen eşim, yaprak sarmasına bayılan İtalyan ailem, cacık ve dolma ikilisine
bayılan arkadaşlarım oldu benim ve evime her gelen benden hep Türk mutfağından
güzel örnekler bekledi. İnsanın kendisini olduğu gibi kabul ettirmesi kesinlikle
güzel bir şey. Yalnız bir itirafta bulunayım ben aslında Doğu ile Batı’nın bir
nevi harmanı oldum. Elimden çıkan yemekler aslında ne İtalyan ne Türk ama hem
İtalyan hem de Türk yemekleridir. Dahası da var. Ben Venedik’te yirmi yedi ayrı
milletten insanla farklı zaman dilimlerinde evimi paylaştım ve onlardan da çok
şey öğrendim. O nedenle ben dünya vatandaşı oldum mu bilmiyorum, ama ellerimden
çıkanlar bilin ki bütün bunların harmanıdır.


Alışkanlıklar
Yabancılarla yaşayınca elbette onların bayramları ve özel günleri sizin için de
önemli hale geliyor. Noel’i, Paskalyayı, Karnavalı Ölüler Bayramını vs her şeyi
heyecanla karşılıyorsunuz. Gelenek ve göreneklerine saygı gösterdiğiniz de onlar
da çok mutlu oluyorlar. Bir de elbette bilmek gerekiyor neyi neden yaptıklarını.
Mesela ben hala alışamadım bazı şeylere. Bazen diyorum bu insanlar misafirliğe
gelip yarım saat oturup gitmek için ayaklandıklarında kapı eşiğinde bir yarım
saat daha neden hep konuşuyorlar. Nereye giderseniz gidin bir İtalyan ailesinin
evine davetliyseniz bilin ki o evde bulunduğunuz bölgenin diyalekti konuşulur.
Mesela bizim evde İtalyanca değil Veneto dilinin Treviso aksanı ile konuşuluyor.
O nedenle bizim eve misafirliğe gelen Türk arkadaşlarım İtalyan ailemi anlamakta
çoğu zaman zorlanıyor.


Veneto bölgesi esasında misafirperver olan, ama ilk bakışta kolay kolay dostluk
kurmayan insanların yaşadığı bir bölgedir. Sizi tanımak ve sevmek için zaman
isterler. Bilin ki sizi evlerine davet ettilerse onlar için bunun bir anlamı
vardır. Yemekte size en sevdikleri şeyleri ikram ederler. Normalde ellerinin
sıkılığı ile meşhur olsalar da sizi yemeğe davet ettilerse bilin ki o yemek en
az üç saat sürecektir ve sekiz çeşit yemek de sizi bekliyor olacaktır. Yemek
demişken aman dikkat sofrada tuzluk devrilmesin, çünkü uğursuzluk getirdiğine
inanıyorlar. Aynı şekilde lütfen şemsiye de açmayın evlerinde; çünkü evde
şemsiye açmak da uğursuzluk getiriyor. Başkaları sizin şemsiyenizi kaybettiğinde
size yenisini alırken karşılığında sembolik de olsa para istiyorlar, çünkü
şemsiye hediye etmek de kötü şans getirirmiş. Bunlar gibi daha niceleri var
aklıma geldikçe önümüzdeki günlerde sizinle paylaşırım.




Deneyimlemek!
Hayat akıp gidiyor ve bizler de deneyimlerimizle yeniden şekilleniyoruz. Uzun
zamandır tek yaptığım şey bir mimar gibi kendimi yeniden inşa etmek, öğrenmek,
görmek, tanımak, bilmek yani deneyimlemek ve bunları başkalarıyla da paylaşmak.
Malum hep üzerinde durduğumuz gibi devir her şeyin hemen paylaşılabildiği bir
devir. O nedenle bütün bunları yazdım ve yazmaya da devam edeceğim.


Şimdilik sağlıcakla kalın ve arada yemek bloğumu takip etmeyi unutmayın!


https://www.instagram.com/italyansofrasi/

zaman: Aralık 05, 2018 1 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: alışkanlık, deneyim, gelenek, İtalya, mutfak, San Zenone degli
Ezzelini, türk mutfağı, Venedik, Veneto, Yabancı




ALKIŞLARLA YAŞIYORUM LIKELARLA COŞUYORUM!








Canım telefonum!
Sosyal medyanın hızla büyüdüğü bir çağda biz de büyüyor, hatta biraz da yaş alıp
olgunlaşıyoruz. Yeni yüzyılın bize armağanı olan elimizdeki küçücük telefonla,
gerçi teknoloji ile o da büyüyor ama, kocaman ve adı sanal olan bir dünyaya
dalıyoruz. Bu hayatın içinde daha önce hiç görmediğimiz, hiç bilmediğimiz
insanlarla, şehirlerle, ülkelerle ve başka dünyalarla tanışıyoruz, onlara
uzaktan temas dahi ediyoruz. Bu sanal dünyanın, son dönemlerin ifadesiyle,
popüler olan kişiliklerinin hayatları, yirmi dört saatlerini canlı olarak
bizimle paylaşmaları, insan beyninin sürekli yapılan şeyleri alışkanlık haline
getirdiğinden yola çıkarak aynı saatlerde hep benzer paylaşım yapmalarıyla bir
anda kitleler halinde onları takip etmeye başlıyoruz. Bu durum zamanla sadece
takip edende değil takip edilende de bir bağımlılığa dönüşüyor. Her fotoğraf
beğeni ve yorum almalı, her video olay yaratmalı ve her paylaşım çok çok çok çok
ama çok çok çok like almalı yani Türkçe ifade edecek olursa beğenilmeli.


Depresyondayız!
Türkiye’de bu hal artık politik dünyanın çıkmazları, ekonomik anlamda yaşanan
ağır travmalar neticesinde bir nevi toplum üzerinde depresyon etkisi yaratmış
durumda diyebiliriz. Eline telefonu alan, bir nebze de olsa, onu içinde
bulunduğu durumdan alsın götürsün istiyor. Bunu, bir nevi gerçeklikten uzaklaşma
ve başkasının bize çok renkli gelen hayatının sanki bir köşesindeymişiz gibi ruh
haline bürünme olarak da izah edebiliriz.








Oysa yanlış bilgi alkışı hak etmez!
Oysa başkalarının hayatlarını uzaktan seyre dalarsak bize neler oluyor:
Öncelikle önümüze her sunulanı bir gerçeklik ve gereklilik gibi kabul ediyoruz.
Mesela ben birinci sıraya "bilginin" kendisini koyuyorum ve bir bakıyorum ki
herkes otorite ve herkes her konuda fikir sahibi olmadan bilgi veriyor. Bu
yazıyı yazabilmek için son on beş gündür çok popüler olan bazı hesapları
inceleme altına aldım. Kendi mesleğim gereği dünyayı gezenleri, tarihçilik
yapmaya çalışanları ya da televizyoncuları, sağlıkla ilgili paylaşım yapanları
vs dikkatle izledim. Mesela oldukça popüler olan bir kişilik dünyanın en önemli
ve ünlü, romanlara dahi konu olmuş Ortaçağ dönemi mimarisi olan gotik
kiliselerden birinin önünde yaptığı canlı yayını esnasında “Evet bu görmüş
olduğunuz kilise barok dönemi mimarisinin oldukça önemli bir kilisesidir” diye
konuşma yapıyordu. Cümle kurulumunda yaptığı hatayı geçtim, sanat tarihi anlatıp
sanat tarihinden zerre bir şey anlamadığını bir cümlesiyle görmüş oldum.
Takipçileri onu harikasın, şahanesin diye övgülere boğduğu an orada daha fazla
kalıp zehirlenme yaşamamak adına telefonu kapatmayı tercih ettim.


Gazete aldık, kupon biriktirdik, ansiklopedimiz oldu bizim!
Peki bu böyle tek örnek mi? Elbette değil, ne yazık ki değil. Bilgi çağında
yaşıyoruz, dediğimiz bir dönemdeyiz, ama bilginin kendisi üzerinde bu kadar
şaibenin olduğu başka bir dönem de yaşamadık. Eskiden ödev hazırlarken dört elle
sarıldığımız ansiklopedilerimiz vardı. Türkiye’de bir nesil gazete kuponu
biriktirip ansiklopedi sahibi olmuştu. Bizim evde onlar ne çok okunurdu. Ama
anladığım kadarıyla bir çok kişi bu ansiklopedileri vitrinine süs diye
biriktirmişti. Yoksa en azından elinin altında güncel teknolojiden önce sahip
olduğu gerçek bilgileri tasdikli bir şekilde barındıran bu ansiklopedileri,
sadece bir şeyi merak ettiğinde bile karıştırmayı adet edinseydi, şimdi bilgi
verdiğini sananları bu kadar alkışlamazdı öyle değil mi?


Umudumuzu kaybetmeyelim!
Aslında çok faydalı ve eğitici sayfalarla da sürekli karşılaşıyorum. Diğerleri
kadar tanınır değiller belki, ama benim sanal dünyamda kocaman yerleri var ve
onlarla her seferinde yeni bir denize yelken açıyor gibi oluyorum. Demek
istediğim şu ki ben bu anlamda gördüğüm şeyi bir süzgeçten geçirebilme yetisine
sahibim, dolayısıyla gördüğüm şeyin değerli olup olmadığını tartabiliyorum, ama
ne yazık ki popüler sayfaların boş içeriklerinin bu kadar çok talep görmesi
aslında herkesin gördüklerine karşı aynı duyarlılıkla yaklaşmadıklarını
gösteriyor. Peki biz ne yapacağız? Benim gibi düşünenlerin bu saçmalığı
değiştirme yöntemi onlara savaş açmak değil, kendi bilgi dünyalarını başkalarına
açmak olmalı!


Peki bundan sonra ne olacak?
Hepimiz tercihlerimizle yaşıyoruz. Mesela ben teknolojiyi hızlı ve güncel bilgi
almak için iyi kullanıyorum, çünkü doğru bilgi kanalları nedir, bunun hakkında
kendimi eğittim. Ancak doğrudan bilgi aldığım kaynak elbette kütüphanemdeki
kitaplar oluyor. Eşim Davide bir Sanat Tarihi profesörü. Onun beslendiği tek
kaynak kütüphanesi, eğer güncel bir bilgiye ihtiyaç duyuyorsa, ben daha hızlıyım
diye bana soruyor, internetten onun için bakabilir miyim diye ya da uzun uzun
araştırma yapıyor o konu üzerine açılmış resmi web sayfalarında. Instagram,
Facebook, Twitter vs hiçbir şey kullanmıyor ve yemek yerken hala telefonunu
kapatıyor. Üstelik VHS’den film izleyip kasetten müzik dinleme alışkanlığını da
hiç bırakmadı. Hala 1920’lerden 80’lere kadar olan filmleri izliyor.
Klasiklerden hiç vazgeçmiyor. Teknoloji anlamında tek takip ettiği haberi
olmadan dahil edildiği Watsup gurupları oluyor. Halinden memnun, mutlu ve bilgi
kirliliğine karşı “MARUZ KALMIYORUM”! diye bir ifade kullanıyor.









Maruz kalıyoruz!
Biz maruz kaldığımız için bunun önüne geçen tedbirler almamız gerekiyor.
Üzerinde emek harcayarak edindiğimiz bilgiler, yazdığımız uzun makaleler,
tezlerimiz, bilgi birikimimiz üç satırlık ve değersiz Instagram ve Twitter
paylaşımlarıyla heba olmamalı! Bizim de nitelikli bir okuyucu kitlemiz var.
Sadece doğru frekansta buluşmayı bilmek gerekiyor. Bu nedenle ben kendi
sayfalarımda, üzerine emek harcayıp da edindiğim bilgilerimi paylaşıyorum. Bir
ara uzun uzun bloğumda yazılar yazardım. Sonra doktora tez çalışmalarım beni çok
zorlayınca o alışkanlığımız biraz yitirdim. Şimdi herşey sütliman ve kendi
platformumda daha çok varlık gösterebilirim. Yazılarımı keyifle okuduklarını
söyleyen, mesajlarıyla beni destekleyen ve şimdiki motivasyonumu tekrar
kazanmamı sağlayan okuyucularıma çok teşekkür ederim. Sizler sayesinde yeniden
buradayım. Beni çok kişinin bilmesi gerekmez. Akademik anlamda Dr. Serap
Mumcu’yu Academia sayfasından, sadece İtalya, genel olarak Veneto bölgesi ve
Venedik şehri, İtalyan mutfağının bana neler kattığı ve son olarak Venedik
bienali hakkında bilgi almak isteyenler beni Instagram sayfalarımdan takip
edebilirler. Hem tanışmış oluruz. Yolunuz düşerse buralara, bir kahve içeriz
arkadaş da oluruz.


Doğru kanallarda, doğru insanlarla, doğru bilgiyle karşılaşmanız dileğiyle!
https://unipd.academia.edu/SerapMumcu
https://www.facebook.com/profile.php?id=652044267
https://www.instagram.com/serapmumcugeronazzo/
https://www.instagram.com/italyansofrasi/
https://www.instagram.com/italyavenedikrehberi/
https://www.instagram.com/venedikbienali/




zaman: Aralık 05, 2018 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: biennale, bilgi, depresyon, doğrubilgi, facebook, iletişim,
instagram, İtalya, paylaşım populerolmak eleştiri, serapmumcu, serzeniş,
sosyalmedya, tarih, tarihçi, twitter, Venedikbienali, watsup



23 MAYIS 2018 ÇARŞAMBA


2018 VENEDIK BIENALI, MIMARI




HEYECAN SARDI YINE SAN MARCO’NUN ASLANLI ŞEHRINI... YINE BIR VENEDIK BIENALI VE
YINE SANAT KOKAN ŞEHRIN SANATSEVERLERE BÜYÜK HIZMETI... BIENAL BILINDIĞI ÜZERE
SON YÜZYILIN EN RAĞBET GÖREN SANAT ORGANIZASYONU OLARAK ILK DEFA VENEDIK’TE
AÇILMIŞ VE DAHA SONRA DÜNYANIN BIR ÇOK FARKLI ŞEHIRLERINDE DE DEVAM ETMIŞTI.
KELIME ANLAMI HER NE KADAR “BIENNALE” YANI IKI YILDA BIR ANLAMI TAŞISA DA
ESASINDA BU ETKINLIK VENEDIK’TE BIR YIL SANAT BIR YIL DA MIMARI BIENALI OLARAK
HER YIL DÜZENLENIYOR. BEN ŞAHSEN ÖZEL ILGI ALANIMA GIRDIĞI IÇIN MIMARI BIENALINE
KARŞI HEP DAHA YAKINDAN ILGI DUYUYORUM. DÜNYADAKI MIMARI GELIŞIMLERI VE GÜNÜMÜZ
YAŞANTISININ GÜNCEL MIMARIYE OLAN ETKISINI BIENAL SERGILERINDE FAZLASIYLA
HISSEDIYORUM VE BANA KALANLAR KENDI YAŞAM ALANIMI YENIDEN DIZAYN ETMEMDE BANA
ÇOK YARDIMCI OLUYOR. SIZLER DE BU BÜYÜK SANAT ETKINLIĞINI GÖRMEK VE HAYATINIZA
DOYASIYA SANAT KATMAK IÇIN HADI YOLA ÇIKIN VE VENEDIK’E GELIN.





DÜNYANIN EN BÜYÜK BIENAL ORGANIZASYONUNA EV SAHIPLIĞI YAPAN VENEDIK ŞEHRI 16.
KEZ MIMARLAR IÇIN EVININ KAPILARINI, BAHÇELERINI, TERSANELERINI, TARIHI
SARAYLARINI VE MEYDANLARINI SANATSEVERLERLE BULUŞMAK ÜZERE AÇIYOR. 26 MAYIS-25
KASIM 2018’DE VENEDIK’TE ARSENALE VE GIARDINI IKI ANA MERKEZ OLMAK ÜZERE ŞEHRIN
BIR ÇOK FARKLI NOKTASINDA AÇILACAK OLAN SERGILERLE ALTI AY BOYUNCA SABAH
10.00’DAN AKŞAM 18.00’E KADAR AÇIK KALACAK OLAN SERGI ALANLARI SANAT SEVERLERI
VE BIENAL MÜDAVIMLERINI BEKLIYOR OLACAK. (BIENAL ALANI SADECE DÖRT PAZARTESI
GÜNÜ KAPALI OLACAK: 28 MAYIS, 13 AĞUSTOS, 3 EYLÜL VE 19 KASIM).





TÜRKIYE’NIN PAVYONUNUN DA BULUNDUĞU IKI ÖNEMLI SERGI ALANI OLAN GIARDINI VE
ARSENALE BÖLGESI BIRER GIRIŞLI OLMAK ÜZERE, IKI FARKLI GÜN YA DA AYNI GÜNDE 25
EURO KARŞILIĞINDAKI BILET ILE GEZILEBILIR.








FREESPACE


16. MIMARLIK BIENALININ IKI KURATÖRÜ OLAN YVONNA FARRELLE VE SHELLEY MCNAMARA, 7
HAZIRAN 2017 TARIHINDE BIENAL BAŞKANI PAOLO BARATTA ILE YAPTIKLARI BASIN
TOPLANTISINDA “FREESPACE” YANI “SERBEST MEKAN” BAŞLIĞINI BIENALE TEMA OLARAK
SEÇTIKLERINI ILAN ETTILER.





İNSANLAR VE MEKANLAR ARASINDAKI ANLAMLI BAĞI BESLEYEN VE DESTEKLEYEN MIMARLIĞIN
TEMEL YETERLILIĞINI SÜRDÜREN KAVRAMLARIN "CÖMERTLIK" VE "DÜŞÜNCELILIK" OLDUĞUNA
INANAN YVONNE FARRELL VE SHELLEY MCNAMARA, BU IKI KAVRAMI SERGININ ODAĞI HALINE
GETIRIYOR. MIMARLIK, ÖZÜNÜ IYIMSERLIK VE DEVAMLILIKTAN ALAN BU KAVRAMLARI,
CÖMERTLIK VE KÜRATÖRLERIN NITELENDIRDIĞI ‘SERBEST MEKAN’I TAKAS ETMEK IÇIN
DUYULAN TUTKU ILE SOMUTLAŞTIRIYOR. FARRELL VE MCNAMARA, MIMARLIKTAKI INSAN,
MEKAN, ZAMAN VE TARIHE DAYANAN ÇEŞITLILIK, ÖZGÜLLÜK VE DEVAMLILIĞI ORTAYA
ÇIKARMAK VE BU DINAMIK GEZEGEN ÜZERINDEKI MIMARLIK KÜLTÜRÜNÜ VE ILIŞKISINI
SÜRDÜRMEK ADINA TÜM KATILIMCILARI KENDI ‘SERBEST MEKAN’LARINI VENEDIK’E TAŞIMAYA
DAVET EDIYOR.


BIENAL SERGISI, ‘FREESPACE' TEMASI ÇERÇEVESINDE, YÜZEYIN DEĞIŞIM, ZENGINLIK VE
MADDESELLIĞI; HAREKETIN DÜZENLENIP SIRALANMASI, MIMARININ SOMUTLAŞAN GÜCÜNÜN VE
GÜZELLIĞININ AÇIĞA ÇIKARILMASI GIBI, MIMARLIĞIN TEMEL NITELIKLERINI ELE ALAN
ÖRNEK, ÖNERI VE IŞLERI BIR ARAYA GETIRECEK. ÖLÇEK VE NITELIĞIN MEKANSAL VE
FIZIKSEL VARLIĞINI GÖZLER ÖNÜNE SERECEK OLAN SERGININ, ÖZELLIKLE MIMARLIĞIN
KARMAŞIK MEKANSAL DOĞASIYLA ILETIŞIM KURARAK ZIYARETÇIYI ETKILEMESI BEKLENIYOR.


KÜRATÖRLER, MIMARLIĞI DAHA KAPSAMLI ŞEKILDE ANLAMAK, TEMEL MIMARI DEĞERLER
HAKKINDA TARTIŞMA BAŞLATMAK, MIMARLIĞIN INSANLIĞA YAPTIĞI KANITLANMIŞ VE KALICI
KATKILARI KUTLAMAK ÜZERE BIENAL ZIYARETÇILERININ ETKIN DUYGUSAL VE ENTELEKTÜEL
KATILIMINI BEKLIYOR.





SERBEST MEKAN ALGISININ SUNDUĞU ÇAĞRIŞIMLAR INSAN RUHUNUN CÖMERTLIĞI ILE
BIRLEŞECEK VE GÜNÜMÜZ DÜNYASININ IHTIYAÇLARINA MIMARI ALANINDA CEVAP VERMEYE
ÇALIŞACAK. VENEDIK BU ANLAMDA BIENALIN TEMASI ILE UYUMLU ŞEKILDE BÜYÜK
MEKANLARINI SANATÇILARIN HIZMETINE SUNUYOR. YAKLAŞIK ON YILDIR BU ŞEHIRDE
YAŞAYAN BIR AKADEMISYEN OLARAK SÖYLEYEBILIRIM KI BU ŞEHIR BIR ZAMANLAR ŞEHRIN
KORUYUCUSU OLAN AZIZ MARKUS’UN TÜCCARLARINA DOĞU AKDENIZ’I FETHETME IMKANI
VERMIŞTI, GÜNÜMÜZDE ISE AYNI ŞEHIR EŞSIZ GÜZELLIĞI VE GÖRKEMLI GEÇMIŞINDEN
GERIYE KALAN HAREBE OLMAYA YÜZ TUTMUŞ BINALARI ILE SANAT SEVERLERI FETHEDIYOR.
BIENAL ZAMANI BÜTÜN ŞEHIR DÜNYANIN DÖRT BIR TARAFINDAN GELEN SANATSEVERLERI BIR
ARAYA GETIRIYOR. AÇILIŞ KOKTEYLLERINDE GÜNÜMÜZ SANAT DÜNYASININ BELKI DE
YILDIZLAŞAN ARTISTLERI ILE BIREBIR TANIŞMA VE HATTA UZUNCA SOHBET ETME IMKANI
BILE BULUNUYOR.





ESASINDA ÇOĞU INSANIN YABANCI OLDUĞU MODERN SANAT ANLAYIŞI VE BU ANLAYIŞIN
TEMSILCISI OLAN SANATÇILAR IÇIN VENEDIK BIENALI ADETA BIR OKSIJEN ÇADIRI
VAZIFESI GÖRÜYOR. SANATÇI DERDINI ANLATMAYA ÇALIŞIRKEN YÜZBINLERCE INSAN DA
SANATÇININ AKTARIMINDAN BIR MANA ÇIKARTMAYA ÇALIŞIYOR. ON YILDIR TADINA VARA
VARA VE GERÇEKTEN ÖZÜMSEYEREK GEZDIĞIM BIENAL SERGILERI IÇERISINDE SANATIN
ESASINDA YAŞAYAN BIR VARLIK GIBI IÇINDE BULUNDUĞU ORTAM VE DURUM ILE
ŞEKILLENDIĞINI GÖRDÜM. GÜNÜMÜZ INSANININ VAROLAN BÜTÜN PROBLEMLERI SON YILLARIN
BIENAL ETKINLIKLERINDE IŞLENEN KONULARIN BAŞINDA GELDI: SURIYE’DE YAŞANAN IÇ
SAVAŞ, AKDENIZ’DE BATAN BOTLARIN ARDINDAN YITIP GIDEN HAYATLAR, KARAYA VURAN
BEDENLER, AZINLIKLARIN GÜNÜMÜZ SIYASI ANLAYIŞINDA SÜRDÜRDÜKLERI YAŞAM BIÇIMLERI,
INSANOĞLUNUN DOĞAYA VERDIĞI ZARAR VE MEKANIKLEŞEN HAYATLAR, TOPRAĞA DEĞMEYEN
AYAKLAR, ESTETIKTEN YOKSUN YAŞAM ALANLARI VE BIR YANDAN DA HALA KORUMAYA
ÇALIŞTIĞIMIZ ÖZ BENLIKLERIMIZ, KÖKLERIMIZDEN GELEN ALIŞKANLIKLARIMIZ, ESKIYE
OLAN ÖZLEMLERIMIZ VE BITMEK BILMEYEN IHTIYAÇLARIMIZ... SANAT SEVERLERIN EN ÇOK
ILGISINI ÇEKEN ÇALIŞMALAR UMUT VAADEDENLER OLUYOR. MESELA GEÇEN SENE LORENZO
QUINN TARAFINDAN CA’ SAGREDO OTELININ ÖN YÜZÜNE YERLEŞTIRILEN ZARIF ELLER
“SUPPORT” ADI ILE NEREDEYSE BIR YIL BOYUNCA YERINDE KALDI. UZUN SÜREDIR KENDI
PROBLEMLERI ILE BOĞUŞAN ŞEHIR LORENZO’NUN ELLERI ILE ADETA KÜRESEL ISINMAYA,
DENIZALTINDA KALARAK SONSUZLUĞU UĞURLANMAYA, KAYBETMEYE MAHKUM OLMADIĞINI
FARKETTI VE ŞÖYLE DEDI: HEM ZATEN BAZEN MINICIK BIR DOKUNUŞTUR BIZE HAYAT
VEREN...





TÜRKIYE PAVYONU


TÜRKIYE, VENEDIK BIENALI ULUSLARARASI SANAT SERGISI’NDE ILK KEZ 1991 YILINDA
BERAL MADRA’NIN KIŞISEL ÇABALARI VE TC KÜLTÜR VE TURIZM BAKANLIĞI’NIN DESTEĞIYLE
YER ALDI. BERAL MADRA, 1991-2001 YILLARI ARASINDA BIENALDE YER ALAN TÜRKIYE
SERGILERININ KÜRATÖRLÜĞÜ VE KOMISERLIĞINI ÜSTLENDI. 2003 YILINDA TC DIŞIŞLERI
BAKANLIĞI’NIN DA DESTEĞIYLE BIR MEKAN KIRALAMA KARARI ALINDI VE ILK TÜRKIYE
PAVYONU’NUN KÜRATÖRLÜĞÜ VE KOMISERLIĞINI DE 2007 YILINA DEK TÜRKIYE’NIN VENEDIK
BIENALI’NE KATILIMINI SAĞLAYAN BERAL MADRA ÜSTLENDI. AYNI YIL İSTANBUL KÜLTÜR
SANAT VAKFI TÜRKIYE PAVYONUNU DÜZENLEME GÖREVINI DEVRALDI.


İSTANBUL KÜLTÜR SANAT VAKFI’NIN GIRIŞIMI VE 21 DESTEKÇININ KATKILARIYLA TÜRKIYE,
2014 YILINDAN ITIBAREN VENEDIK BIENALI’NDE UZUN SÜRELI BIR MEKÂNA SAHIP OLDU.
ARSENALE’DE 2014-2034 YILLARI ARASINDA TAHSIS EDILEN BU MEKÂN SAYESINDE TÜRKIYE
PAVYONU, 2014 YILINDA ILK KEZ VENEDIK BIENALI ULUSLARARASI MIMARLIK SERGISI’NDE
DE YER ALDI.





TÜRKIYE PAVYONU SPONSORLARI


TÜRKIYE PAVYONU, TC DIŞIŞLERI BAKANLIĞI ILE TC KÜLTÜR VE TURIZM BAKANLIĞI
HIMAYESINDE GERÇEKLEŞTIRILIYOR.


ULUSLARARASI SANAT SERGISI’NDE YER ALAN TÜRKIYE PAVYONU 2007 YILINDA GARANTI
BANKASI TARAFINDAN DESTEKLENIRKEN, 2009 YILINDA İKSV'NIN KENDI IMKÂNLARI ILE
YAPILDI. 2007’DE BAŞLATILAN VENEDIK BIENALI TÜRKIYE PAVYONU DOSTLARI PROGRAMI
2011 YILINDA DA PAVYONUN GERÇEKLEŞTIRILMESINE KATKIDA BULUNDU. 2011, 2013 VE
2015’TE SPONSORLUĞU FIAT TARAFINDAN ÜSTLENILEN VENEDIK BIENALI ULUSLARARASI
SANAT SERGISI TÜRKIYE PAVYONU, 2013 VE 2015 YILLARINDA SAHA DERNEĞI’NIN
PRODÜKSIYON DESTEĞIYLE GERÇEKLEŞTIRILDI.


2014 YILINDA 14. ULUSLARARASI MIMARLIK SERGISI’NDE YER ALAN TÜRKIYE PAVYONU ISE
SCHÜCO TÜRKIYE VE VITRA’NIN EŞ SPONSORLUĞUNDA, HÄFELE’NIN PRODÜKSIYON DESTEĞIYLE
GERÇEKLEŞTIRILDI.


TÜRKIYE’NIN VENEDIK BIENALI SERGILERINDE UZUN SÜRELI BIR MEKÂNDA YER ALMASINI
SAĞLAYAN KIŞI VE KURUMLAR ARASINDA AKBANK, MEHVEŞ-DALINÇ ARIBURNU, BERRAK-NEZIH
BARUT, ALI RAIF DINÇKÖK, VUSLAT DOĞAN SABANCI, FÜSUN-FARUK ECZACIBAŞI,
OYA-BÜLENT ECZACIBAŞI, ENKA VAKFI, NESRIN ESIRTGEN, ETI GIDA SAN. VE TIC. AŞ,
AHU-CAN HAS, ÖNER KOCABEYOĞLU, MAÇAKIZI, TANSA MERMERCI EKŞIOĞLU, POLIMEKS
HOLDING, SAHA, TAHA TATLICI, T. GARANTI BANKASI AŞ, VEHBI KOÇ VAKFI, ZAFER
YILDIRIM, YILDIZ HOLDING AŞ YER ALIYOR.





2018 YILI 16. VENEDIK BIENLI TÜRKIYE PAVYONU


KÜRATÖRLÜĞÜNÜ MIMAR KEREM PIKER'IN, YARDIMCI KÜRATÖRLÜĞÜNÜ CANSU CÜRGEN, YELTA
KÖM, NIZAM ONUR SÖNMEZ, YAĞIZ SÖYLEV VE ERDEM TÜZÜN'ÜN ÜSTLENDIĞI VARDIYA
PROJESI KAPSAMINDA BIENAL SÜRESINCE HAFTALIK VARDIYALAR HÂLINDE VENEDIK'E
GIDECEK MIMARLIK ÖĞRENCILERI BIENALIN BU YILKI TEMASI FREESPACE/SERBESTMEKÂN
KAVRAMI ÇERÇEVESINDE GENIŞ KATILIMLI BIR PROJEYE DAHIL OLACAK.








TÜRKIYE PAVYONU'NUN İLK KONUĞU EMRE AROLAT


TÜRKIYE PAVYONU, VARDIYA PROJESI KAPSAMINDA BIENAL SÜRESINCE, EMRE AROLAT, EVA
FRANCH GILABERT, JUHANI PALLASMAA, JAN BOELEN VE REFIK ANADOL GIBI MIMARLIK VE
TASARIM DÜNYASININ ÖNDE GELEN ISIMLERINI KONUK KONUŞMACI OLARAK AĞIRLAYACAK.


ATÖLYE KATILIMCILARIYLA TÜM BIENAL ZIYARETÇILERINE AÇIK OLACAK KONUŞMALARIN
ILKININ KONUĞU MIMAR EMRE AROLAT OLACAK. EMRE AROLAT BIENALIN ILK HAFTA SONUNDA,
TÜRKIYE PAVYONU'NDA 27 MAYIS PAZAR GÜNÜ SAAT 14.00'TE BIR SOHBET
GERÇEKLEŞTIRILECEK. KONUŞMA, VARDIYA'NIN YOUTUBE KANALINDAN DA CANLI
IZLENEBILECEK.


BIENAL SÜRESINCE KONUK KONUŞMACILARIN YANI SIRA, FARKLI ALANLARDAN ISIMLERIN
KATILIMIYLA 50 ÇEVRIMIÇI YUVARLAK MASA OTURUMU DA GERÇEKLEŞTIRILECEK. ARALARINDA
BERNARD KHOURY, ANDREW KOVACS, HAN TÜMERTEKIN VE CYNTHIA DAVIDSON GIBI MIMARLIK
VE TASARIM DÜNYASININ ÖNDE GELEN ISIMLERININ BULUNDUĞU KONUŞMACILAR, OTURUMLARDA
ATÖLYE KATILIMCILARIYLA BERABER "BIENAL NE IÇIN VAR?", "BIENAL KIMIN IÇIN VAR?"
VE "BIENAL NE IŞE YARAR?" SORULARINI IRDELEYECEK.





VARDIYA ETKINLIKLERI YOUTUBE KANALI VE BLOG ÜZERINDEN CANLI TAKIP EDILEBILECEK


VARDIYA SÜRESINCE GERÇEKLEŞTIRILECEK TÜM ATÖLYE VE ÜRETIMLER VARDIYAXPRESS.COM
ADRESINDEN TAKIP EDILEBILECEK. 27 MAYIS'TA BAŞLAYACAK ILK ATÖLYEYLE BERABER
VARDIYA'NIN GÜNCEL PROGRAMI, KATILIMCILARININ ÜRETIMLERI, ÇEŞITLI YAZILAR, KONUK
KONUŞMACILARIN KONUŞMALARI, DIJITAL YUVARLAK MASA OTURUMLARI GIBI PROJEYE DAIR
PEK ÇOK BILGI VE HABERE VARDIYAXPRESS.COM ADRESI ÜZERINDEN ERIŞILEBILECEK.


VENEDIK BIENALI 16. ULUSLARARASI MIMARLIK SERGISI BOYUNCA TÜRKIYE PAVYONU’NDA
GERÇEKLEŞTIRILEN TÜM KONUŞMALAR VE ÇEVRIMIÇI YUVARLAK MASA OTURUMLARI ISE BIENAL
BOYUNCA VARDIYA’NIN YOUTUBE KANALINDAN (VARDIYA ONLINE:
HTTPS://WWW.YOUTUBE.COM/CHANNEL/UC_NTYZADVOWX_KDJ47FQTIQ TAKIP EDILEBILECEK.
MIMARLIK OKULU ÖĞRENCILERININ, VARDIYA PROJESINE BAŞVURURKEN HAZIRLADIKLARI,
“BIENAL NE IÇIN VAR?”, “BIENAL KIMIN IÇIN VAR?” VE “BIENAL NE IŞE YARAR?”
SORULARINDAN EN AZ BIRINE CEVAP VERDIKLERI BIR DAKIKAYI GEÇMEYEN VIDEOLARA DA
PROJENIN YOUTUBE KANALINDAN ERIŞMEK MÜMKÜN.





FAYDALANILAN SITELER





HTTP://WWW.LABIENNALE.ORG/IT/ARCHITETTURA/2018


HTTP://BIENAL.IKSV.ORG/TR


HTTP://WWW.ARKITERA.COM/HABER/30223/VENEDIK-MIMARLIK-BIENALI-ICIN-GERI-SAYIM





HTTPS://WWW.YOUTUBE.COM/CHANNEL/UC_NTYZADVOWX_KDJ47FQTIQ








zaman: Mayıs 23, 2018 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: bienal, biennale, mimari, mimaribienali, mimaribienalivenedik, Sanat,
Venedik, Venedikbienali, Venedikbienali2018



8 OCAK 2017 PAZAR


VENEDIK GÜNLÜĞÜ BAŞLASIN











Yeni bir yıl başladı. Bu sene ile birlikte ben biraz daha kendime döndüm. Uzun
bir süredir politik gündemin kirliliği ve içi boş paylaşımları takip etmekten
yorgun düşen bünyelerin ilacı bir bardak sıcak çay ve sakinlik veren müzikmiş.
Venedik’te günler kendi değişmeyen temposunda sürüp gidiyor. Üst komşum hiç ara
vermeden piyanosunun başında ve bazen ağır aksan bazen ritmini arttırmış
melodileriyle yatak odamı dolduruyor. Üst katın armonisini alt katın gür sesli
terzisi Cristina bozuyor. Onun kadar yüksek tondan konuşan, bağıran, gülen bir
başkası tanımadım.


Evimin bulunduğu meydanda keyifle vitrinini seyrettiğim en uyguna kitaplar
bulduğum Fransız kitapçısı da sonunda restoranlar zincirine eklenecek bir
halkaya kurban gitti. Acı acı ağlasan da Venedik bu kapitalist düzene en çok
uyan sen oluyorsun hep. Ey turist ne olurdu sanki yeme içme kadar önem verseydin
okumaya, ne olurdu sanki Çin işi onca kıymetsiz hediyelik yerine kitap alsaydın
bir tane de!!!


Strada Nova üzerindeki tarihi tiyatro binası süpermarket oldu. Başınızı kaldırıp
baktığınızda birbirinden güzel fresklerin güzelliği sizi tam esir alacakken
indirime giren peynir ve şarküteri reyonunda bulursunuz kendinizi. Ben henüz
girmedim kapısından içeri, ama Venedik’e gelip de yahu bir süpermarket bulamadık
diye yakınan turistler muhakkak mutlu olacaktır.


Bütün bunlar beni karamsarlığa itmiyor elbette. Hala bu şehrin büyüsünün
etkisindeyim. Her sabah ve her aksam her gece ve her gündüz iyi ki beni kolların
arasına aldın Venedik diyorum şehrime sarılıp. İnsan memnuniyetlerini hep
sunmalı ki yaşam alanı da ona güzelliklerle dönsün.


Sabah yürüyüşü için şehrin kuzeyini seçtiğimden sanırım ağırı soğuk ve rüzgarla
mücadele ederken bir yandan da Venedik’e şükranlarımı sunamamıştım o nedenle
penceremden uzun uzun San Giovanni e Paolo Kilisesi’ne bakıp ona iyi ki bu kadar
kocamansın ve iyi ki kuzeyden gelen soğuk ve rüzgarı kesiyorsun dedim. Bir
zamanların Serenissima'sı yani dünyanın en huzurlu şehri bana huzur vermeye
devam ediyor. Buraya yolu düşenler, hayatlarının bir döneminde Venedik’te kalmış
olanlar için tatlı bir düş olarak kalıyor. Ben o düşü her gün görüyorum.
Venedik’ten günlüklerle arada sırada görüşmek üzere...



zaman: Ocak 08, 2017 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: İtalya, Sanat, Venedik



29 ŞUBAT 2016 PAZARTESI


ANTONIO CANOVA DÜNYANIN EN GÜZEL KADINLARININ TANRISI




              




Hafta sonu geldi çattı ve ben yine yola çıkmak üzere hazırlandım. Bir başka tren
yolculuğu sonrası soluğu, artık benim için vazgeçilmez yer olan, Kuzey İtalya
Alpleri’nde aldım. Vicenza, Treviso, Bassano del Grappa, Asolo, San Zenone degli
Ezzelini, Marostica, Cittadella, Castelfranco Veneto, Monte Grappa’nın etekleri
ve Veneto bölgesinin Venedik’ten turisti az gören her bir köşesi…


Sevgili rehberim Davide’nin programına uyacağım yine. Geçenlerde bir akşamüstü
gittiğimizde kapalı bulduğumuz Antonio Canova’nın evi bu sefer ilk durak noktası
olacak. Canovo, İtalyanların gurur duydukları eşsiz yetenekli bir sanatçı,
ressam ve heykeltıraş. Canova’nın evi ve atölyesi, Alplerin hemen eteğinde
Asolo’da, Possagno köyünde bulunuyor.


Possagno tıpkı bir masal şehri gibi karşınızda olduğunda kendinize: “kaf dağının
ardında ki o yer galiba burasıydı” diyorsunuz. Yeşil burada toprağın tek örtüsü,
evleri sanki doğa içinde bir oraya bir buraya serpiştirilmiş gibi seyrek, en
fazla iki-üç katlı ve klasik Veneto mimarisinin pastel renklerine bürünmüş ve
sadeliğinde. Buradan dünyaca ünlü bir sanatçı çıkmış. Canova'nın hem
çocukluğunun geçtiği hem de ünlü bir sanatçı olduktan sonra da hayatına devam
ettiği yer…


Canova'nın Possagno'daki evi oldukça güzel ve şimdilerde Canova’nın eserlerinin
sergilendiği bir müzeye dönüştürülmüş durumda. İtiraf etmek gerekirse 18.
yüzyılın bu büyük üstadının hep adını duymakla birlikte eserlerinden ve
sanatçının bulunduğu yerden çok da haberdar değildim. Davide ilk defa beni
Canova ile ciddi anlamda tanıştırdı ve onun dünyasında biraz soluk almamı
sağladı. Canova’yı, eserlerini, sanatçının yaşadığı dönemi bana bir bir anlattı.
Her bir eserin önünde uzunca kalmamı ve incelememi istedi. Müzeyi rehber
eşliğinde gezen kalabalığın arasına katmadı beni. Sessizlik içinde kulağımda
sadece onun Canova’yı anlatan cümleleri kaldı.

1 Kasım 1757’de Alplerin eteklerinde doğan Canova dededen miras kalan yeteneğini
sıkı bir çalışma disiplini ile birleştirmiş, kendini çok iyi yetiştirmiş bir
sanatçı. Canova’nın nü resim ve heykelde olağanüstü başarılı olduğunu söyledi
bana Davide. Büyük bir disiplinin olağanüstü yetenek ile birleştiğini sanatçının
eserlerine bakınca bunu hemen anlıyorsunuz. Koltuğun üzerine uzanmış kız
figürünü nasıl bir rahatlık ile yansıttığı ve heykele baktıkça o rahatlığın size
yansıdığını hayal edin. Billur gibi bir güzellik ve o güzellik o güzelliğin
rahatlığı sizin ruh halinizi nasıl etkilediğini her hangi bir Canova eserinin
karşısına geçmeden hayal edemezsiniz. Üstelik benim gördüklerimin çoğu
sanatçının prova eserleriydi.



Bu eserlerin mermerden yapılmış son hallerinin dünyanın birçok müzesinde
sergilendiğini de eserleri incelerken öğrenmiş oldum. Napolyon ailesi ve Giorgio
Washington’ı da Canova’nın eserleri arasında bulmak dönemin politik havasını
daha net algılamanıza neden oluyor. Mitolojik ve dini öyküler sizi başka
diyarlara götürüyor. Dans ve kadının bir arada uyumunu sergilediği çalışmaları
ise gerçekten büyülüyor. Antonio Canova’yı ve eserlerini hala keşfetmediyseniz
bu yazıyı okuduktan sonra bir göz atın.


Possagno’da oldukça gösterişli bir ev Canova’nın evi; ama Davide’nin dediğine
göre bu ev bir soylu evi değilmiş. Birkaç önemli ayrıntı da evin bir soyluya ait
olmadığını gösteriyormuş. Doğuştan soylu olmasa da yeteneği ile soylular
arasında sonradan seçkin bir yer bulmuş Canova. Venedik ve Roma’da çalışmalarını
sürdürmüş ve oldukça fazla eser vermiş. Evinin konumu gerçekten eşsiz, kocaman
ve büyülü bir bahçe ve göz alabildiğince uzanan dağlar, ovalar arasında sürülen
bir yaşam ve bu yaşam içinde ortaya çıkan yoğun üretkenlik. Anlaşılan o ki
Canova’nın sahip olduğu olanaklar da kariyerinde iyi bir yere gelmesinde ona çok
yardımcı olmuş.






Canova’nın müzeye dönüştürülen evinde dönemin yaşantısından da oldukça fazla
izler bulunuyor. Mutfağında o dönem kullanılan ocaklar ve bakırdan büyük
tencereler bulmak oldukça ilginçti ve daha da ötesi Canova’ya ait giysiler ve
sanatçının özel eşyalarını yakından inceleme imkânı bulmak çok güzeldi.

Her bir odada başka ve önemli bir Canova eseri ve her eser ayrı bir özgünlük
taşıyor. Ancak hepsinde aynı imzayı görüyorsunuz. Sanki hiç zor değilmiş, sanki
bir Tanrı’ymış da onlara can vermiş. Her bir eserini büyük bir özenle yaratmış
Canova. Hepsini ayrı ayrı sevmiş. Müzik eşliğinde dans eden kızı seyre daldık
Davide ile. İşte dedi, işte ben bu müzik ile birleşen bu zarif dünyayı çok
seviyorum. Onun o çok sevdiği dünyasında ben de kendimi müziğin ezgilerine
bıraktım ve bir-iki-üç adımlar atarak dans etmeye başladım. Canova’nın ve
Davide’nin dünyasında birinin yarattığı atmosfer ve diğerinin de onu bana
anlatım tarzı ile büyülendim.

Evde beni en çok etkileyen kısım çatı katındaki büyük atölye oldu. Bir
heykeltıraşın dünyasına tam olarak girmek, kırık mermerlere dokunmak ve taşın
büyük ustasının çalışma aletlerini, ölçü kalıplarını görmek… Kısacası Canova’nın
dünyasına bir günlüğüne uzanıp aslında ondan birçok şey almak ve o mutlulukla
oradan ayrılmak… Müzeden ayrılmadan önce yine kitap satış bölümüne uğradık.
Davide her müze gezisinin ardından bir hatıra ile dönmemi istiyor ve bu sefer
bana Canova’nın o en çok beğendiğim tablosunun bir örneğini hediye ediyor. O
resmi kendi duvarımda görmek ve her seferinde bu güzel günü hatırlamak
istiyorum.


Müze gezisinin ardından günü noktalamak için yine Possagna’da bulunan bir
tapınak kiliseye gittik. Asolo’nun şüphesiz en eşsiz yapıtı ve elbette bir
Antonio Canova şaheseri:







Tempio Canoviano


inşası ise Giannantonio Selva ve Luigi Rossini adlı mimarlar tarafından
yapılmış. Asolo eteklerinde ormanlık bir arazi üzerine inşa edilen tapınak
35,763 metre yüksekliğe sahiptir. Canova bu tempio'yu yapmadan önce uzun süre
tıpkı bir mimar gibi Roma'da Pantheon'u incelemiş. O dönemde Pantheon'un bir
benzerinin inşa edilemeyeceği fikrine inat köyüne döndükten sonra bu tempio'nun
bir benzerini tasarlamayı başarmış. Canova'nın tempio'suna oldukça dar ve basık
bir kapıdan girdik. Davide bunun bir Hıristiyanlık geleneği olduğunu söyledi
bana. Kiliseye girerken sen Tanrı'ya sadece sen olarak gidebilirsin. Bütün
kibrinden, zenginliğinden arınman gerekir. Tanrı'ya senin verebileceğin bir şey
yoktur, inancından başka; Oysa dışarı çıkarken Tanrı'nın sana verdiği bütün
kazanımlarla birlikte dopdolu bir şekilde orta kapıdan ferah ferah çıkıyorsun.


Canova'nın tempio'su beni kendine hayran bıraktı bütün o renkleriyle. On iki
havarinin on iki ayrı duvarda resmedilmesi ve hem Canova'nın hem de Venetolu
diğer sanatçıların tuvalinde bambaşka bir ortama kavuşmuş kilise. En önemli
ayrıntı ise elbette Canova'nın mezarının da bu kilisenin içerisinde yer alması.
Esasında Canova Venedik'te vefat etmiş. Ölümüne yakın artık herkesin çok
yakından tanıdığı ve hayran olduğu bir sanatçıymış. O nedenle de ölümünden sonra
dahi bir türlü paylaşılamamış. Kalbi Venedik'te Campo dei Frari de bulunan Frari
Kilisesi'nde kendisi için hazırlanan anıt mezara konulmuş. Kimbilir belki de
kendisinden sonra glecek sanatçılara ilham vermesi için sağ eli yine Venedik'in
ünlü akademisine armağan edilmiş. Bedeni ise köyünde kendi tasarımı olan
kilisede sonsuz istirahatı için gönderilmiş. Possagnolular belli ki Canova'yı
Canova yapan sağ elinin bedeninden ayrı kalmasına çok üzülmüşler. Geçenlerde
akademi müzesine gidip de sanatçının sağ elinin nerede olduğunu sorduğumuzda
bize artık orada olmadığını ve elin de Possagno'ya gönderildiğini söylediler.


Canova'yı mezarı başında ziyaret edip anısına bir de mum yaktıktan sonra geniş
orta kapıdan çıkıyoruz. Kilisenin ön yüzünde bulunan yüksek sütunların arasında
akşam vakti biraz dolaşıp oradan şehri doyasıya izlemenin keyfini yaşıyoruz ve
sonra da sıcak bir çikolata içip ısınmak için küçük, şirin bir bara gidiyoruz.


Günün sonunda yapılacaklar


Güzel bir günü daha da güzelleştirmek için ne gerekiyorsa yapıp eve dönmek üzere
yollara düşmek ve belki de bir ömür yaşayacağın topraklara seni bağlayan anılar
edinmeni sağlayan adama teşekkür etmek…


- Teşekkür ederim.


- Neden?


- Bu güzel gün için.


- Umarım sevmişsindir.


- Evet, çok sevdim.


- Çok memnun oldum.


- Ben daha çok…


zaman: Şubat 29, 2016 1 yorum:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: Antonio Canova, Heykel, İtalya, Neoklasik, Pantheon, Possagno, Resim,
Venedik



YABANCILARLA YAŞAMAK


          

Geçenlerde Fransız bir arkadaşımın akşam yemeğine davetliydim. Bir elinde
İspanyol Flamenko bir gitar, diğerinde enfes İtalyan şarabı, önünde Fransız
krepi eşliğinde Kanadalı bir kızla sohbete dalan ve Amerika anıları paylaşan
sempati kralı Kaya’yı seyre daldım. Etrafıma bakınıyor gene muzipçe gülümsüyor
ve aklımdan geçenleri bir yerlere yazsam mı diye kâğıt kalem aranıyordum. Sonra
kâğıt kalemi boş verip bir bardak da şarap alıp İtalyan arkadaşlarımla sohbete
daldım. O günün bana düşündürdüklerini yazmak ise şimdiye kaldı.İtalya’ya geldim
geleli dünyanın birçok milletinden arkadaş edindim ve çoğuyla da ortak mekânları
paylaştım. Hiç unutmuyorum Venedik’teki ilk gecemde Brezilyalı bir kız ile aynı
odada kalmıştım. Birkaç mahcup gülümsemeden sonra tanışmış ve uzunca da sohbet
etmiştik. Sevgilisi ile dünyayı gezen bu Brezilyalı bana ülkesinden güzel
fotoğraflar göstermişti. Birlikte Brezilya şarkıları dinlemiştik. Türkiye’den
geldiğimi duyunca “fantastico” “harika” demişti. Yabancılar için Türkiye denince
elbette ilk akla gelen yer İstanbul daha sonra Kapadokya, Çanakkale ve Antalya
oluyor. Buraları bilen nedense Türkiye’ye karşı ciddi bir sempati besliyor.
Brezilyalı arkadaşım o günün anısına bana minik bir cüzdan hediye etti. Üzerinde
Brezilya bayrağı vardı. Ben de ona bileğimdeki künyeyi.

O günden sonra yabancılar hayatımdan hiç eksik olmadı. Sırplı, Hırvat, Romen,
Bulgar, Yunan, Arnavut, Makedon, İspanyol, İtalyan, Fransız, Afgan, Japon,
İranlı, İsviçreli, Amerikalı, Gürcü, Türk, Kürt, Macar arkadaşlarım oldu. Ortak
mekânlarda bazen çok iyi anlaştık, bazen çok ters düştük. Genellemeler
yapıyorduk. İtalyanlar şöyleyken İspanyollar böyle oluyordu; Arnavutlar hepten
farklı. Ortak paydada buluşuyorduk bir şekilde. Fakat bazen de aramızda ciddi
restleşmeler oluyordu. Dünya politikaları sohbetlerin saatini uzatıyordu. Bir
yandan da söylenemeyenlerin söylendiği, gerginliğin had safhaya çıktığı anlar
yaşıyorduk.


Afgan ve Amerikalı
Bir keresinde bir Afgan ve bir Amerikalı arkadaş ile sohbete koyulmuştuk.
Amerikalı arkadaş, Türkiye iyi yolda, atılımlarınız fazla gibi yorumlarda
bulunmuştu bana dönüp; ardından Afgan arkadaşa dönüp Afganistan’ın içinde
bulunduğu durumun çok kaygı verici bulduğunu söylemişti. Afgan olan arkadaş ise
ona dönüp;
“-Ne kadar da iyi niyetlisin, şimdi utandım bak. Oysa benim hiç aklıma gelmedi.
Bir kere bile Amerika’nın içinde bulunduğu duruma kaygılanmadım. Ama biliyor
musun? Amerika bizim için kaygılanmayı bıraktığında, bizim üzerimizden elini
çektiğinde bizim için hiç kaygılanman gerekemeyecek.” -dedi.
Amerikalının yüzüne baktım ne cevap verecek diye; ama işi olduğunu belirtip
kalkmayı tercih etti. Bazen içinizde birikenleri söyleyecek bir imkân bir anda
karşınıza çıkar. Milyonlarca olumsuzluğu bir anda değiştiremezsiniz. Ama doğru
olanı yapıp sorumluluğunuzu yerine getirmiş olmanın verdiği iç huzurla
dolarsınız. Bir sonraki buluşmada söyleyeceğinizi söylemiş olmanın verdiği
rahatlıkla yeniden barış eli uzatırsınız. Öteki de empati yapacak zaman bulur ve
bir sonraki karşılaşma anında uzatılan elin havada kalmadığını görürsünüz.
Böyle anılar biriktirdikçe ve biri gelip biri gittikçe anladım ki her birinden
bana bir şeyler kalmış. Birçok dil, din, gelenek ve alışkanlıklar görmüşüm ve
zamanla bütün milletler kaybolmuş ve hepsi bir birey olmuş benim için. Bu kadar
çok rengin olduğu yerde karmaşaya değil rengârenk gökkuşağına dönüşmüşüm.

Farklı milletlerden insanlarla bambaşka bir ülkede bir araya geldiğinizde kimse
kimseden çok ya da az olmuyor. Herkesin bir diğerinden öğrenecek bir şeyleri
oluyor ve herkes birbirini ön yargısız kabul etmeye başlıyor. Ben oldum olası
çevresinde minik bir dünya yaratanlardan oldum. Bütün yakın arkadaşlarım
birbirini tanırlar ve severler; Çünkü hepsi ile bir arada olmak bana müthiş haz
verir. Bu huyumu İtalya’da da terk etmediğim için çoğu yabancı arkadaşımın da
birbiriyle tanışmasına vesile oldum. Birbirinden farklı insanları bir araya
getirmenin ve bir arada huzurlu olabilmenin birçok yolu olduğunu gördüm. Güzel
bir akşam yemeği sohbeti ve ona eşlik eden müzik gibi. Sağduyulu ve
önyargılardan uzak olununca ortaya çıkan zenginlikle mutlu olmak gerek; Çünkü
bunu bulmak her zaman mümkün olmuyor.

Ne yazık ki yaşadığım yüzyıl itibariyle ne ülkemde ne de dünyanın başka bir
memleketinde “Farklılık zenginliktir. Bir arada bütün farklılıklarımıza rağmen
huzurla yaşayalım” demenin ne kadar hayal ötesi bir istek olduğunu biliyorum;
ama genel olarak üzerinde hep durduğum gibi yine kişisel çabanın, bazen tek
tabanca olmanın, hatta biraz sivri olmanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Çevremdeki onca kaosa, nefrete, cahilliğe rağmen hayalinin peşinden koşan Don
Kişot olmak istiyorum.

zaman: Şubat 29, 2016 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: İtalya, Venedik



ŞEHZADE CIHANGIR NEDEN ÖLDÜ? SUÇLULAR VE GÜNAHIN GIRDABINDA BIR KADIN: HÜRREM
SULTAN





Sultan Süleyman ile Hürrem Sultan’ın 1531 yılında İstanbul’da doğan biricik
oğulları Şehzade Cihangir hakkında nadir de olsa Venedik kayıtlarında çeşitli
bilgiler bulunmaktadır. Bunların en dikkat çekiç olanı ise şehzadenin ölümünün
ardından Venedik baylosunun, Senato’ya yazmış olduğu bir mektupta geçen kısa bir
ifadedir. Şehzadenin ölüm nedenine değinmeden önce hakkında az da olsa elimizde
olan bilgiler üzerinde duralım.
Doğuştan kambur olan ve kısa ömrü boyunca da sürekli sağlık problemi yaşayan
şehzade bu nedenle İstanbul’daki saraydan ayrılıp bir sancağın başına geçmeyi de
tercih etmemiştir. Bu sağlık problemleri aynı zamanda şehzadeyi Sultan
Süleyman’ın diğer oğulları arasında baş gösterecek olan iktidar mücadelesinin de
dışında tutmuştur. Her hangi bir sancağa atanma talebinin olmaması da bu durumun
açık bir göstergesi sayılabilir.

Babasının Dert Ortağıydı
İbrahim Paşa’nın hayatta olduğu dönemde düzenli aralıklarla Sultan Süleyman ile
ava gittiği bilinmektedir. Baylosun aktardıklarına göre, Paşa’nın vefatının
ardından Sultan Süleyman’ın gezilerinde küçük oğlu Cihangir ona eşlik eden kişi
olmuştur. Sultan Süleyman ile at sırtında uzun saatler boyunca gezinti yapan
Cihangir böylece zaman içinde Sultan’ın dert ortağı haline gelmiştir.
Fiziki yapısından dolayı oldukça için kapanık olduğu söylenen Şehzade
Cihangir’in zarîfî mahlasıyla şiirler yazdığı bilinmektedir. Kısa ömrü boyunca
kendine ait bir haremi de olmayan şehzade genellikle İstanbul’da kalmayı tercih
ederken, Nahcivan seferinde babasının yanında olmayı tercih etmiştir.


Şehzade’nin Vefatı
Bilindiği üzere Şehzade Cihangir 1553 yılında ağabeyi Şehzade Mustafa’nın hemen
ardından babası Sultan Süleyman ile Halep’te olduğu sırada vefat etmiştir.
Birçok kayıtta ölümü ağabeyinin bizzat babası tarafından verilen emirle
boğdurulmasının üzüntüsüne dayanamadığı ve bu nedenle de kederden öldüğü
bildirilen şehzadenin ölümü ile ilgili olarak Venedik kaynaklarında farklı ve
oldukça dikkat çekici bir iddia bulunmaktadır.


Venedik kaynakları Cihangir’in ölümü için ne diyor?
1553 yılı 16 Aralık’ta Senato’ya baylostan ulaşan mektupta Sultan Süleyman’ın
küçük oğlu Cihangir’in ölümüyle ilgili oldukça ilginç bir bilgi dikkatleri
çekmektedir. Bilinenin aksine kardeşi Şehzade Mustafa’nın ölümünün ardından
üzüntüden öldüğü bilinen Şehzade Cihangir’in esas ölüm nedeni Venedik
kayıtlarına başka türlü yansımıştır. Buna göre 24 yasındaki şehzade 28 Ağustos
1553 tarihinde Halep’te vebadan dolayı ölmüştür. Na’şı Vezir-i ‘azam Rüstem Paşa
tarafından İstanbul’a getirtilen şehzade kardeşi Sultan Mehmed adına yapılan
Şehzadebaşı Camii’sinde kendisine ayrılan yere defnedilir. Elbette
Venediklilerin, Senato’ya yazdıkları her mektubun doğruluğundan yüze yüz emin
olamayız. Çünkü bayloslar bazı gelişmeleri Venedik Senato’sunun tepkisini
çekmemek adına gizlemeyi tercih etmişlerdir. Bazen de olaylar hakkında yanlış
bilgi edinip dolayısıyla Venedik’i de yanıltmışlardır. Elbette bir de dil
probleminden dolayı anlaşılması zor durumların yaşandığı da bir gerçektir. Ancak
Şehzade Cihangir’in ölümünü bu çerçevede değerlendirdiğimizde karşımıza
Venedik’in bu durumda Şehzade’nin ölümüyle çok da fazla ilgilenmedikleri net
olarak anlaşılacaktır. Kaldı ki Şehzade Mustafa’nın ölümü ile ilgili yaşanan
gelişmelerde dahi çevirmeninden aldığı bütün bilgileri eksiksiz olarak Senato’ya
ileten baylos sözlerini Senato’yu çok da ilgilendirmeyen bu konularla onları
meşgul ettiği için özür dilemekte ve bu gibi gelişmelerin Venedik’le doğrudan
ilgisi olmadığını söyleyip kendince daha önemli konulara geçmekte, mesela Turgut
Reis’in denizlerde Venediklilere karşı olan atakları hakkında ayrıntılı olarak
Senato’ya bilgi vermektedir.


Şehzade’nin gerçek ölüm nedeni o halde ne olabilir?
Ağabeyi Mustafa’nın vefatı muhtemeldir ki Şehzade Cihangir üzerinde çok tesir
etmiştir. Daha önce babasına seferlerinde eşlik etmeyen şehzadenin bu zorlu
seferde bulunma isteği aldığı duyumlar gereği ağabeyini koruma isteği olabilir.
Belki de Şehzade gerçekten Venediklilerin aktardıkları gibi vebadan ölmüştür,
ama hastalığını da ağabeyine olan acısı tetiklemiştir. Bu konu tarihin bir
gizemi olarak tartışmaya açık bir şekilde önümüzde duruyor. Bir gün elimize
başka kaynaklar ulaşırsa belki bu gizem de çözülür. Ancak burada önemli olan
başka bir ayrıntı daha var. O da yaratılmak istenen algıdır.

Şehzade Cihangir ve Şehzade Mustafa’nın ölümlerinin yansımaları
Osmanlı kronikleri sürekli olarak Şehzade Cihangir’in Hürrem Sultan’dan olma öz
kardeşlerinin kendisinin kambur olmasından dolayı kendisiyle alay ettikleri
üzerinde dururlar. Ancak unutulmamalıdır ki Şehzade Mustafa’nın vefatının
ardından Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa hakkında yaratılan olumsuz imajda Şehzade
Mustafa’ya gönülden bağlı olanların ciddi bir tesiri olmuştur. Hürrem Sultan’ın,
Mustafa’nın yaşaması ve saltanatı devralmasının neticesi olarak dört erkek
evladını kaybedeceği gerçeği yine bu kesimler tarafından genellikle göz ardı
edilir. Hürrem Sultan’ın haksızlığı içkiye düşkünlüğü ile tanınan oğlunun tahta
geçmesiyle yine aynı kesimce koz olarak dile getirilir. Buna göre Şehzade
Mustafa cengaver bir yiğittir. Sultan Süleyman da dâhil olmak üzere cihan böyle
yiğit bir şehzade görmemiştir. Mustafa’nın ölümü büyük kayıptır ve Selim de
zaten sarhoş ve seferde ordusunun başında olamayacak kadar da beceriksizdir.
Zaten Osmanlı’nın ‘Kadınlar Saltanatı’ da onunla başlar. Kadının elini sürdüğü
iktidarlar mahvolmaya, çürümeye mahkumdur. Bu görüş uzun yüzyıllar boyunca
savunulmuş ve bir çok tarih kitabında kadınların eline geçen saltanat
karalanmış, lanetlemiştir Oysa son yıllarda ortaya serilen araştırmalarda bu
dönemin kadınlarının yani Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan, Nurbanu Sultan, Safiye
Sultan ve elbette Kösem Sultan’ın devletin çıkarlarına ters düşen kararlar
almadıkları, aksine yönetimde bir çok erkekten çok daha başarılı olduklarını da
göler önüne sermiştir.


Şehzade’nin ölümünün ardından yaşananlar
Şehzade Mustafa’nın ölümünün arkasında Hürrem Sultan ve Rüstem Paşa ikilisinin
entrikaları olduğunu iddia edenler, Şehzade Cihangir’in Mustafa’nın hemen
ardından Cihangir’in vefatının bir nevi ilahi adaletin yerini bulması olarak
yorumlamışlardır. Şehzade Cihangir’in ölümü belki de en çok babası Sultan
Süleyman’ı etkilemişti. Devletinin bekası için büyük oğlu Mustafa’nın ardından
Mustafa’nın oğlu Mehmet’in de ölüm fermanını veren Sultan Süleyman, küçük oğlu
Cihangir’in kaybından bir baba olarak etkilenmiş ve oğlunun yasını da tutmuş
ayrıca İstanbul’da bir semte de oğlunun adını vermiş ve Cihangir semtine camii,
tekke, türbe ve zaviye yaptırmıştır. Sultan Süleyman’ın Mustafa’nın ölüm emrini
verirken soğukkanlılığını koruması ve ardından da torununu ölüme mahkum etmesi
onun zalimlikle suçlanmasına neden olmuştur. Fakat iade-i itibar yapma adına bir
çok tarihçi yine bu süreci de ele almış ve esasında Sultan Süleyman’ın bu
kararından dolayı sonrasında pişman olduğunu, Mustafa’nın haksız yere ölümüne
neden olduğunu anladığını dile getirmişlerdir. Bu durumda geriye bir tek suçlu
kalmıştır. O da her zaman ki gibi Adem’e elmayı yediren Havva örneğinde olduğu
gibi, günahın girdabında, şeytana dahi pabucunu ters giydirebilecek kadar kurnaz
ve bütün uğursuzluğuyla Osmanlı’nın sonunu getiren kadındır yani Hürrem
Sultan’dır (!).

zaman: Şubat 29, 2016 Hiç yorum yok:
Bunu E-postayla GönderBlogThis!Twitter'da PaylaşFacebook'ta PaylaşPinterest'te
Paylaş
Etiketler: Cihangir, Hürrem Sultan, İtalya, Kanuni Sultan Süleyman, Pargalı
İbrahim, Şehzade, Şehzade Cihangir, Veba, Venedik, Venedik arşivi

Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Kaydol: Kayıtlar (Atom)


İTALYA'DA YAŞAMAK

Yurtdışı deneyimleri İtalya’nın birçok şehrinde sıklıkla misafirlerimi
gezdiriyorum. Büyük bir hevesle geliyorlar ve İtalya’da bulunma...


 * Venedik nasıl ortaya çıktı? Peki başka bilinmeyen neler var? Hadi okuyalım!!!
   “Kendilerine geniş yollar kazandırmak için kanalları kapatan ve bu sayede
   adına “campo” dedikleri geniş meydanlar elde eden Venedikliler, b...
   
 * Pargalı İbrahim Paşa ve Eşi Hatice Sultan
                  Sultan Süleyman’ın hayatında oldukça önemli bir yer edinen
   İbrahim Paşa’nın evliliği hakkında bilinmeyen gerçekler: ...
   





BU BLOGDA ARA




 * Ana Sayfa




HAKKIMDA

Unknown Profilimin tamamını görüntüle



BLOG ARŞIVI

 * ▼  2018 (3)
   * ▼  Aralık (2)
     * İtalya'da Yaşamak
     * Alkışlarla yaşıyorum likelarla coşuyorum!
   * ►  Mayıs (1)

 * ►  2017 (1)
   * ►  Ocak (1)

 * ►  2016 (43)
   * ►  Şubat (43)

 * ►  2014 (1)
   * ►  Şubat (1)




KÖTÜYE KULLANIM BILDIR


ETIKETLER

 * alışkanlık (1)
 * Antonio Canova (1)
 * barça (1)
 * Barok (1)
 * bienal (1)
 * biennale (2)
 * bilgi (1)
 * Campo de’ Fiori (1)
 * Cihangir (1)
 * deneyim (1)
 * depresyon (1)
 * doğrubilgi (1)
 * facebook (1)
 * gelenek (1)
 * Giordano Bruno (1)
 * gondol (1)
 * Heykel (1)
 * Hürrem Sultan (3)
 * iletişim (1)
 * instagram (1)
 * İtalya (11)
 * Kanal Grande (1)
 * Kanuni Sultan Süleyman (4)
 * köpek (1)
 * kürekçilik (1)
 * Mahidevran Sultan (1)
 * mimari (1)
 * mimaribienali (1)
 * mimaribienalivenedik (1)
 * mutfak (1)
 * Neoklasik (1)
 * Nurbanu Sultan (1)
 * Osmanlı Devleti (3)
 * Palazzo delle Espozisioni (1)
 * Pantheon (1)
 * Pargalı İbrahim (3)
 * paylaşım populerolmak eleştiri (1)
 * Piazza della Repubblica (1)
 * Possagno (1)
 * Redentore (1)
 * Resim (1)
 * Roma (1)
 * Ronesans (1)
 * Rüstem Paşa (1)
 * Salute Kilisesi (1)
 * San Marco (1)
 * San Zenone degli Ezzelini (1)
 * Sanat (3)
 * Selim II (2)
 * serapmumcu (1)
 * serzeniş (1)
 * sosyalmedya (1)
 * spor (1)
 * su sporları (1)
 * Şehzade (2)
 * Şehzade Cihangir (2)
 * Şehzade Mustafa (1)
 * Taksim Meydanı (1)
 * tarih (1)
 * tarihçi (1)
 * tekne (1)
 * türk mutfağı (1)
 * twitter (1)
 * vapur (1)
 * Veba (2)
 * Venedik (12)
 * Venedik arşivi (5)
 * Venedikbienali (2)
 * Venedikbienali2018 (1)
 * Venedikli sultan (2)
 * Venedikliler (3)
 * Veneto (1)
 * watsup (1)
 * Yabancı (1)
 * Zattere (1)





Basit teması. Blogger tarafından desteklenmektedir.



Diese Website verwendet Cookies von Google, um Dienste anzubieten und Zugriffe
zu analysieren. Deine IP-Adresse und dein User-Agent werden zusammen mit
Messwerten zur Leistung und Sicherheit für Google freigegeben. So können
Nutzungsstatistiken generiert, Missbrauchsfälle erkannt und behoben und die
Qualität des Dienstes gewährleistet werden.Weitere InformationenOk